Eğer modernite Antroposen1 ise ve sekülerleşme modernitenin doğuşunun belirleyici bir özelliği ise bu durumda şu soruyu sormak normaldir: iklim değişikliğinin nedeni sekülerleşme midir?
Sekülerleşme neden iklim değişikliğiyle hiç ilişkilendirilmemektedir? Dahası, iklim değişikliği neden sekülerleşmeyle ilişkilendirilmemektedir? Eğer modernite Antroposen ise ve sekülerleşme modernitenin doğuşunun belirleyici bir özelliği ise bu durumda şu soruyu sormak normaldir: iklim değişikliğinin nedeni sekülerleşme midir?
Hem sekülerizm ve Antroposen hem de din ve iklim değişikliği çalışmalarında yeni bir alan açmayı hedefiiyorum. Ayrıca, antropoloji ve beşeri bilimlerdeki etkili güncel düşünce akımları arasında felsefi bir köprü oluşturmayı amaçlıyorum. Bu köprüyü, bir tarafta, sırasıyla, Edward Said ve Talal Asad tarafından kurulan Oryantalizm eleştirisi ile sekülerizm ve İslam antropolojisi, diğer tarafta Donna Haraway ve Bruno Latour gibi akademisyenlerin etkilediği Antroposen literatürü üzerinden kuruyorum.
Bakış açımın kaynağı hem bir proje hem de bir kavram olarak sekülerleşme ile felsefi meşguliyetimdir. Bu nedenle, yaklaşımım doğanın tahrip edilmesinin sonucuna verilen bir isim olarak ’seküler’ şeklinde adlandırılan şeyin eleştirel bir anlayışını gerektirir: dünyanın kendisinin endüstriyel ve sömürgeci güçler tarafından dönüştürülmesi. Sekülerleşme, sekülerizm ve sekülerlik için alternatif bir tanım öneriyorum. İlk kitabım Des empires sous la terre’de etraflıca tartıştığım gibi, Antroposen, Avrupa ile dünyanın geri kalanı arasındaki emperyal güç ilişkilerinin doğurduğu bir dizi süreç olarak anlaşılan sekülerleşmenin bir sonucudur.
Sekülerosen Üzerine
Sekülerleşme nedir? Sekülerleşme, ne dinin sözde geri çekilmesi ne de Hıristiyanlığın başka yollarla basit bir devamıdır; o, fosil imparatorluklar ve kapitalizmle olan bağlantısına binaen dünyanın kendisinin dönüşümü olarak anlaşılmalıdır.
Bu bakış açısı, sekülerleşme fikrini bir ilerleme ve dinin özel alana çekilme mitolojisi olarak eleştiren akademisyenlerin görüşlerinden farklılık göstermektedir —11 Eylül’ün yanlış olduğunun kanıtlandığı bir mitoloji. Ben sekülerleşme kavramının çözülmek yerine yeniden tanımlanması gerektiğini savunuyorum. Ancak sekülerleşmenin dinin özel alana çekilmesine indirgenebileceği ön kabulü durumunda politik dinin varlığı sekülerleşme gerçeğine karşı bir tanıklık olarak yorumlanabilir.
Dinin ya da Hıristiyanlığın sürekliliği sekülerleşme gerçeğinin karşısına konduğunda aslında sekülerleşme tezi (Marcel Gauchet tarafından geliştirilen) ilkel, Hegelci versiyonuyla yeniden devreye sokulmaktadır —modernite Hıristiyanlığın ve dolayısıyla dünyadaki tüm dinlerin seküler gerçekleşimidir.
Başka bir deyişle, sekülerleşme bir süreç olarak görülmeden önce 19. yüzyıl boyunca Batı Avrupa’da felsefe ile siyaseti, söylem ile pratiği eklemleyen bir düzen olarak ele alınmalıdır. Sekülerleşme, dinin ve ilahi olanın vaadettiği öte dünyanın bu dünyada gerçekleşmesi nedeniyle ortadan kaldırılması gerektiğini iddia eden düzendir. Bu talebin ilk örneği Hegel’in mutlak bilgisi ve yine Hegel’in Fransız Devrimi’ni cennetin yeryüzünde gerçekleşmesi olarak yorumlamasıdır. Sözde ’tarihin sonu’ aslında ilahi olanın modern devlet aracılığıyla özgürlüğün kurumu haline geldiği sekülerleştirici bir sürecin tamamlanmasıdır.
Sekülerleşmenin gerçekliğini ortaya koyduğu ilk yol söylemseldir. Bir söylem olarak, modern Batı’nın Hıristiyanlığın kendisi olması gerektiğini ve bu nedenle de Hıristiyanlığın seküler olduğunu ileri sürer. Analitik bir kavram haline gelmeden önce sekülerleşme kavramı bir gereksinim formüle eder: Hıristiyanlık ve diğer dinler cenneti ve her türlü aşkınlığı bu dünyada gerçekleştirir.
Sekülerleşmenin gerçekliği yalnızca söylemsel midir? Hayır. Seküler olanın gerçekliği, endüstriyel kapitalizm tarafından dönüştürülen dünyanın kendisidir. Seküler olanın ve sekülerleşmenin bu şekilde yeniden tanımlanması iklim değişikliği adı verilen bu ’küresel’ olayı farklı bir bakış açısıyla düşünmemize imkân vermektedir. Antroposen’in sekülerleşmenin bir sonucu olarak anlaşılması gerektiğini ve ’kolonyal modernite’nin bu boyutunu tanımlamak için Sekülerosen kelimesinin kullanılabileceğini savunuyorum.
Sekülerleşme iklim değişikliğine nasıl yol açtı diye sorulabilir. Sekülerleşme, yer altındaki şeytanlar hurafesine son verip kiliseye ait topraklara el koyup kömür çıkarılmasına izin vererek fosil sanayiciliğinin gezegeni dönüştürmesine izin verdi. Bu nedenle sekülerleşme, Marx’ın ilkel sermaye birikimi olarak adlandırdığı sürecin önemli bir yönü olarak görülmelidir: ırk, cinsiyet, sınıf ve din hiyerarşileri aracılığıyla kendini gösteren devlet şiddeti tarafından yapılandırılan ekonomi dışı bir kamulaştırma süreci.
Sekülerizm eleştirisi, dinin özel alana çekilmesini talep eden siyasi bir doktrinin eleştirisinden daha fazlasıdır. Bu, dünyanın kendisinin nasıl dönüştürüldüğünün eleştirisidir. Bu itibarla felsefi sekülerizm, bu dünyayı tek gerçeklik olarak kabul eden bir ontolojiye işaret eder. İçkinliği ya da yeryüzünü, aşkınlığa ya da “cennete” karşıt olması gereken gerçeklik olarak tanımlar. Cennet eleştirisi, Marx’ın meşhur bir şekilde ifade ettiği gibi, tüm eleştirilerin koşulu değildir. Kapitalizmin işleyişinin bir parçasıdır. Dolayısıyla, cennet eleştirisi hem imparatorluğun hem de sermayenin sekülerleşmesi yoluyla yeryüzünün kendisini dönüştürmüştür.
Soykütüğü din ve sekülerlik kategorileri hakkında eleştirel düşünmemize izin verse de sekülerleşmeyi dinin düşüşü mecazlarının ötesinde alternatif bir anlatı inşa ederek yeniden düşünmek istiyorsak soykütüğü daha geniş bir perspektife bütünleştirilmelidir. Post-soykütüksel bir tarih felsefesi, bir ilerleme teorisi değil, dünyanın emperyal ve kapitalist küreselleşme süreçleriyle nasıl dönüştürüldüğüne dair bir teoridir. İklim değişikliğinin tartışmasız gerçekliği bizi Foucault’nun post-kolonyal düşüncedeki mirasının ötesine geçmeye davet etmektedir. Soykütüğün yanı sıra, Antroposen hipotezi –ya da bu bağlamda Sekülerosen– soykütüksel sorgulamaları kökten yeni bir felsefi tarih biçimine entegre etmemizi gerektirebilir. Bir küresel tarih felsefesi ancak dinin ve seküler olanın soykütüğü sonrasında Antroposen’in doğuşu olarak emperyal sekülerleşmeyi anlamamıza yardımcı olabilir.
***
Editör Notu: Mohamad Amer Meziane’nın 17 Eylül 2021’de Political Theology Network‘de yayımlanan “Is There a Secularocene?” başlıklı yazısı İLKE Analiz okurları için Düzce Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Ömer Limanlı tarafından tercüme edildi. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve İLKE Analiz’in editöryal politikasını yansıtmayabilir.
1 Antroposen, insanlığın çevre üzerindeki etkisinin ciddi boyutlara ulaşmaya başladığı sanayi devrimi sonrası döneme verilen ad.