Liyakat Miti: Sosyoekonomik Eşitsizlikler ve Niteliklerin Dağılımı Sorunu - İLKE Analiz

Liyakat Miti: Sosyoekonomik Eşitsizlikler ve Niteliklerin Dağılımı Sorunu

Yunus Vehbi Karaman

“Ona, Amerikan Rüyası demelerinin nedeni, inanmak için uykuda olmanız gerekmesidir.”

Komedyen George Carlin (2005)

Amerikan Rüyası fikri, 20. yüzyılın başlarında ortaya atılmış ve Amerikan toplumunda doğuştan gelen yeteneklerle birlikte azim, gayret ve ahlaki tutuma sahip olan bireylerin toplumda üst konumlara yükselebileceğini tasvir etmişti. Bu fikre göre liyakat sahibi kişilerin iyi konumlara gelmesi tamamen onların elinde olan bir durumdu. Böylece fırsatlar ülkesi olan Amerika’da, çaba gösteren ve emek sarf eden bir kimsenin emekleri zayi olmadan tabakalaşma sistemi içerisinde yukarı doğru hareketlenmesi beklenirdi.  Bu görüş zamanla eskise de halen karşılaştığımız bir söylem olarak belirirken zaman içerisinde çokça tartışmalara da konu olmuştur.

Peki bugün yüksek konumlara erişmek için soyun, ekonomik gelirin ve ait olunan sosyal sınıfın etkisi azaltılabildi mi?

Liyakat kavramı Türkiye’de de son yıllarda kamusal tartışmaların önemli kilit sözcüğü olarak kullanılıyor. Öyle ki Türkiye’nin başlıca sorunlarından biri olarak liyakatsizlik öne çıkarılıyor. Liyakat kavramı özellikle üst düzey toplumsal konumlarda görev ifa edecek kişilerin yetenekli ve beceri sahibi olmalarını vurgulamak için dile getiriliyor. Olumlu anlamlar yüklenen bu kavram toplumsal adaletin sağlanması açısından nasıl bir işlev görüyor? Liyakat kavramının sosyolojik zemini nereye dayanıyor?

İlk defa 1958 yılında Michael Young tarafından The Rise of the Meritocracy kitabında kullanılan meritokrasi kavramı, statünün yetenek ve çaba ile elde edildiği bir sosyal sistem anlamına gelmektedir. Meritokrasiye göre toplumsal roller, meslekler ve statüler geleneksel dönemde olduğu gibi babadan oğula geçmesi (aristokrasi) yerine bireyler tarafından çaba göstererek kazanılması (meritokrasi) makuldür. Buna göre bir konum, liyakat sahibi kişi tarafından doldurulmalıdır. Konumlara erişmenin yolu ise eğitimden geçmektedir. Bunun için de bireylerin eğitim yoluyla statü elde etmek için eşit şartlara sahip olması gerekir.

İşlevselci paradigma ile liberal perspektif, nitelikli eğitime ulaşmada başat faktörlerin ailevi ayrıcalıklar ve etnik kökenden daha çok bireysel çaba ve yetenekler olduğunu varsayar. Buna göre çocuğun azmi ve başarısı ona eğitim aracılığıyla yukarı doğru tırmanma fırsatı verir. Böylece layık olduğu konumlara erişebilir. Meritokrasi ile sosyal hareketlilik süreçlerinin paralel seyri, bir sosyal hareketlilik imkanı olarak düşünülen eğitimin, layık kimseleri yukarı doğru ‘nasıl’ ve ‘ne kadar’ taşıdığı sosyolojinin tartışma alanlarındandır.

Meritokratik yaklaşım işlevselci paradigmanın bir uzantısıdır. İşlevselciliğin temelinde eğitime yaklaşımda başarı ve çaba, sosyal hareketliliğin bir unsuru olarak tarif edilmiştir. Meritokrasi, bugün insanların orantılı bir başarı elde etmesine olanak veren bir sosyal sistemi tanımlamak için olumlu bir çağrışım ile kullanılmaktadır. Fakat Young, meritokratisiyi eleştirerek tabaka sisteminde üst konumlarda bulunanların gücü elde tutarak toplumu otokratik bir şekilde yönettiklerini, alttakilerin ise kurulu düzende kendilerini korumaktan aciz olduklarını dile getirmişti. Young, meritokrasiyi adil ve aydınlanmış olarak değil zalim ve acımasız bir sistem olarak görüyordu. Ona göre meritokratik sistemde az sayıdaki vasıflı insan bütün bir toplumu denetim altına almaktadır.

Richard Sennett de meritokrasiyi eleştirerek bu sistemde gizliden gizliye başarıyı değil kabiliyeti öne çıkartarak yeteneksiz olanların görüş alanının dışına düştüklerini ve görünmez hale geldiklerini dile getirmektedir. Böylece yeteneksiz olan gençler kendilerine özgü bireyler olarak görülmek yerine bir araya toplanabilen edilgen bir kitle olarak kabul edilmektedirler.

Eğitim, Herkes İçin Eşit Hareketlilik İmkanları Sağlıyor mu?

Türkiye, eğitime yüklenilen anlamların ortaklaştığı bir düşünce iklimine sahiptir. Ailelerin büyük bir kısmı sosyal hareketlilik açısından eğitimi yegane kurtarıcı seçenek olarak kabul etmektedir. Bu da eğitimde fırsat eşitliği tartışmalarının önemine odaklanmayı beraberinde getirmektedir. Eğitim, toplumsal kesimlerin her birine adil olarak ulaşır mı? Eğitimin herkese ulaşması kendi başına eşitsizlikleri ortadan kaldırmada yeterli bir unsur mudur?

Eğitime bakışta okulun, çaba gösteren herkes için eşit imkanlar sağladığına dair geleneksel bir kanaat yaygındır. Dolayısıyla çaba gösteren öğrencilerin eğitim yoluyla başarılı olabileceği düşünülür. Böylece bulundukları sosyal konumları terk ederek daha yukarıda bulunan sosyal konumlara yerleşebilirler. Fakat Pierre Bourdieu’nün belirttiği gibi okul ve eğitim sistemi büyük ölçüde sosyal konumları korur ve eşitsizlikleri yeniden üretir. Ona göre ait olunan sosyal tabaka ile okuldaki başarı doğrudan ilintilidir. Sosyal tabakanın yanı sıra çocuğun ailede edindiği sosyal ve kültürel sermaye de eğitimsel başarıyı etkilemektedir. Bourdieu, sosyal sınıfların eğitim seviyeleri ve kültürel tüketim kalıpları bakımından birbirinden oldukça farklı olduğunu ve öğrencilerin akademik performanslarıyla ebeveynlerinin kültürel miraslarının güçlü bir şekilde ilişkili olduğunu düşünmektedir. Dolayısıyla çocukların başarısı, anne babalarının onlara aktardığı kültür ile doğrudan ilişkilidir.

Bourdieu’ye göre okul, kültürel sermaye ile donanmış öğrencileri kayırmaktadır. Okulun müfredatı, öğretmenin kullandığı dil ve eğitimin talep ettiği yetenekler aileden kaynaklanan sosyal ve kültürel sermayeye sahip öğrenciler için avantaj oluşturmaktadır. Bourdieu’ye göre bütün okul eğitimi başarısı temelde hayatın erken döneminde alınmış aile içi eğitimle doğrudan ilgilidir. Hâkim sınıflara mensup çocuklar bu becerileri ve bilgiyi okul öncesi yıllardan itibaren içselleştirmişlerdir. Bu yüzden onlar sınıfta konuşulan dile oldukça aşinadırlar. Akranları öğretmenin dilini kavramaya ve ortama alışmaya çalışırken onlar yarışa birkaç adım önde başlarlar. Bourdieu, eğitimin mevcut hali ile okulun toplumsal hareketlilik unsuru olduğu iddiasının bir yanılsama hatta ideolojik bir iddia niteliği taşıdığını dile getirir. Böylece eğitim sosyal eşitsizlikleri yeniden üreten bir sistem olarak işlev görür.

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yapılan pek çok araştırmada eleme işlevi gören sınavlarla öğrenci kabul eden iyi okullarda üst-orta ve üst tabakaya mensup ailelerin çocuklarının yoğunlaştığı görülmektedir.

Meritokrasi Tartışılmaz mı?

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yapılan pek çok araştırmada eleme işlevi gören sınavlarla öğrenci kabul eden iyi okullarda üst-orta ve üst tabakaya mensup ailelerin çocuklarının yoğunlaştığı görülmektedir. Bu okullarda eğitim gören öğrenciler toplumun üst konumlarına doğrudan aday olarak mezun oluyor. Aileden kazandığın kültürel sermayeyle birlikte eğitim basamaklarını kolayca tırmanan öğrenciler, kendi ebeveynlerinin sahip olduğu konumlara tekrar yerleşme imkanı elde ediyorlar. Bu da Bourdieu’nun yeniden üretim diye tanımladığı olgu olarak karşımıza çıkıyor.

Harvard Üniversitesi’nden Michael Sandel’in 2020’de yayınlanan Liyakatin Tiranlığı isimli kitabı, meritokrasinin kısır döngüsüne dikkat çekiyor. Sandel, meritokrasinin kusursuz işlemesi halinde bile ahlaki olarak zaafların ortadan kalkmadığını, zira hayatta bireylerin elde ettiği bazı yeteneklerin doğrudan şansa bağlı olduğunu dile getiriyor. Hayata başlarken ve süreç içerisinde her bireyin birbirinden farklı durumlar içerisinde bulunduğunu ve bu durumların başarıyı doğrudan etkilediğini dile getiriyor. Meritokrasi, çaba gösterenlerin başarılı olduğunu salık verirken üst konumlara gelenlerin kendilerinin bunu hak ettikleri bir erdem olduğunu ve aşağıda olanları hor görmeye başladıklarını söylüyor. Meritokrasinin eşitsizlikle birleştiğinde ise sonu gelmez bir sarmala dönüştüğüne vurgu yapıyor.

Dünyada ve Türkiye’de alt tabaka ile üst tabaka arasındaki mesafenin katlanarak arttığı, eşitsizlik makasının gitgide açıldığı ve ekonomik, sosyal, kültürel, mekansal farklılaşmaların ve eşitsizliklerin arasındaki duvarların kalınlaştığı bir süreçten geçiyoruz. Bu durumun bir yansıması olarak eğitimsel eşitsizliklerin tartışmaya açılması kaçınılmaz olacaktır. Elbette liyakate dayalı toplumsal yapının birçok olumlu yönü vardır. Toplumun önemli konumlarında bulunması gereken kişilerin yeterli ve ehliyet sahibi kimseler olması önemlidir. Fakat o konumlarda bulunmak için gerekli olan yetenek ve ehliyete sahip olma süreci kimisi için pürüzsüz ve sürtünmeden azade bir yol iken kimisi içinse dikenli, engebeli ve çeşitli zorlukların bulunduğu bir patikadır.

Liyakat üzerine yapılan vurgunun şiddeti, liyakat sahibi olma sürecindeki eğitim eşitsizliklerini gölgelemektedir. Geleneksel dönemde kişilerin soy, ekonomik gelir ve/veya ait olunan sosyal sınıflar vesilesiyle konum elde etmesine karşı bugün bireysel çabanın öne çıkarıldığını bir dönemdeyiz. Peki bugün yüksek konumlara erişmek için soyun, ekonomik gelirin ve ait olunan sosyal sınıfın etkisi azaltılabildi mi? Eğitim sürecinde Bourdieu’nün dikkat çektiği eşitsizliklerin liyakate ulaşmadaki olumsuz rolü nasıl değerlendirilmeli? Konumların kendilerini sürekli yeniden ürettiği ve eşitsizliklerin sürdürüldüğü bir toplumda meritokrasi ne kadar sahici? Bu sorulara verilecek sahici cevaplar daha adil bir toplumsal düzenin inşası için elzem olarak karşımızda durmaktadır.

Mail Bültenimize Abone Olun!

0 yorum

Diğer Yazılar