Bir hafta önce, 200 yılı aşkın süredir meydana gelen sistematik değişimlere değinen tarihin aşamaları hakkında bir yazı yazdım. Geçtiğimiz yüzyılda, bu değişimler kabaca 30-40 yıl arayla meydana gelmiş ve sonuncusu 1991’de ya da yaklaşık 30 yıl önce gerçekleşmiştir. O yıl, Soğuk Savaş sona ermiş, Maastricht Antlaşması imzalanmış, Çöl Fırtınası Operasyonu başlamış ve Çin’in yükselişinin kapısını açan Japon ekonomik mucizesi sona ermiştir. 1989’daki dünya 1992’dekinden çok farklıdır.
Artık tekrardan değişimlerin meydana geldiği bir dönemde bulunulmaktadır. Değişim döneminde olmak, değişimin hemen gerçekleşeceği anlamına gelmemektedir; dünya savaşları çağı ile Soğuk Savaş sonrası dünya arasındaki değişim neredeyse 50 yıl sürmüş ve ABD-Sovyet rekabetiyle somutlaşmıştır. Bazı dönemlerin neden diğerlerinden daha uzun sürdüğünün net bir cevabı yoktur. Bu basitçe şans da olabilir. Dikkate alınması gereken diğer bir durum, bazı dönemlerin tek ve çok sağlam gerçeklere dayandığı, diğerlerinin ise çoklu ve daha kırılgan olanlara dayandığıdır. Nitekim, 1945-1991 dönemi ABD-Sovyet çatışmasının zeminine dayalıyken, 1991-2022 dönemi; teröre karşı küresel savaş, Avrupa Birliği, Çin’in ortaya çıkması, Rusya’nın kendini savunması gibi birden çok faktöre dayanmıştır. Bu dönem, daha az ahenkli ve bu nedenle daha kırılgandır. İçinde bulunduğumuz çağ daha parçalı değişimlerle başlamış ve daha istikrarsız bir zemin oluşturmuştur.
Nedeni ne olursa olsun 1991’de başlayan devir bitmekte, yeni bir devir başlamaktadır. Çin, ABD, Rusya ve AB gibi kuzey yarım küredeki ülkeler ve uluslararası yapı çok derin bir değişim yaşamaktadır. Rusya için, Ukrayna’nın işgali, 1991 olaylarını tersine çevirmek için son ve en önemli hamledir. Ancak Rusya’nın kişi başına düşen gayri safi yurtiçi hâsıla sıralaması 86’yken, komünizme dönüş bir zamanlar düşünüldüğü kadar kârlı olmayabilir. Ukrayna güçleri karşısında bile başarılı olamayan bir orduyla Rusya’nın büyük güç olarak nitelendirilmesi çok zordur. Basitçe söylemek gerekirse, Rusya kendi beklentilerini karşılayamamıştır. Bu nedenle ya sınırlı askeri kapasite kullanarak ve saldırgan hareketlerini sürdürerek önceki dönemde beklenen devrimi yaşayacak ya da nükleer silahlara sahip de olsa küçük bir güç haline gelecektir.
Ukrayna’daki savaş Avrupa’yı da değiştirmiştir. NATO, AB ile kısmen farklı üyelere, farklı bir gündeme ve farklı bütçe maliyetlerine sahip birincil, paralel bir sistem olarak yeniden ortaya çıkmıştır. Daha da önemlisi, transatlantik ilişkilerine askeri harcamalar üzerinde daha fazla mutabakatla da birlikte yeni bir hayat verilmiştir. Bu, Avrupa’yı temelde farklı bir surete büründürmüştür. Birincisi, hükümet harcamaları arttıkça ve ekonomik performans daraldıkça, çatışma baskısı altında AB içindeki meydan okumalar daha da kötüleşecektir. Ve artan ABD bağımlılığıyla, Washington yine Almanya’ya alternatif bir ekonomik ortak olarak görülebilir. Halihazırda merkezkaç kuvvetlerin baskısı altında olan Avrupa Birliği, kendisini bir kez daha yeniden tanımlamak zorunda kalacaktır.
Çin de bir dönüşüm süreci içerisindedir. Son derece hızlı bir ekonomik büyüme dönemi geçirmiştir. Kendinden önceki Japonya ve ondan çok daha önceki ABD gibi, Çin de olağanüstü bir ekonomik genişleme geçirmektedir. Japonya’nın 1991’de çift haneli büyümenin sınırlarına ulaştıktan sonraki düşüşü Çin’in onun yerini almasına yol açmıştır. Japonya, düşük maliyetli ihracat ve ardından ileri teknoloji büyümesinin bir araya gelmesiyle ekonomisini canlandırmıştır. Bunu hem ekonomik hem de politik temellere sahip sermaye pay eden bir finansal sistem aracılığıyla (keiretsu veya şirket aileleri aracılığıyla) finanse etmiştir. Disiplinli bir iş gücüyle de bu güçlendirilmiştir. Fiyatların düşmesine yol açan düşük katma değerli mallar için yoğun rekabetin yanı sıra, tüketici ülkelerin, özellikle de ABD’nin siyasi direnişiyle karşılaşmıştır. Bu durum, otomobil gibi yüksek katma değerli mallarla yoğunluk kazanmıştır.
Ancak şimdi tüketici pazarların ithalat dirençlerini hesaba katmasak bile Çin’in düşük kaliteli ürün ihracatı, yüksek kaliteli ürünlerinde de olduğu gibi rekabet koşullarında sarsılmaktadır. 40 yıl önce başlayan genişleme, büyüme hızını sürdürememektedir. İhracat gibi finansal sistem de baskı altına girmektedir. Çin vakasında bu durum güvenli liman olarak görülen emlak sektöründe gerçekleşmiştir. Temerrütler de dâhil olmak üzere bu sektördeki başarısızlıklar, kaçınılmaz olarak ekonomiyi istikrarsızlaştırmakta ve dolayısıyla siyasi gerilim yaratmaktadır. Çin’de önemli ölçüde daha yavaş büyüme olasılığı ve daha önceki büyümeden hiçbir zaman tam olarak yararlanamayan çok sayıda Çin vatandaşının da olması, tehlikeli bir durumun olduğunu göstermektedir.
ABD, iç anlaşmazlıklara ve ekonomik baskılara rağmen hala dünyanın en güçlü ülkesi olmaya devam etmektedir. Bu uyuşmazlık döngüseldir ve yeni teknolojiye dayalı bir ekonomik dalgalanmanın habercisidir. Ancak şu an için, son zamanlarda doların Rusya’ya karşı kullanılmasıyla görülen Amerikan ekonomik gücü hala ayakta durmaktadır. ABD’nin, 1945’ten bu yana konumunu sürdürmesine yardımcı olan yapısal değişikliğe ihtiyaç duyma olasılığı bu dört ülke içinde en düşüğüdür.
Yükselen güçler olarak Rusya ve Çin hakkındaki önceki varsayımlar artık en iyi ihtimalle sorgulanabilir olmuştur. İşler değişebilir olsa da bugün Rusya’nın yeniden canlandığını veya Çin’in ekonomik sorunlarının hızla sona erdiğini görmek zordur. Dolayısıyla, eğer dünya döngüsel bir değişimin başlangıcındaysa -ki ben olduğumuzu düşünüyorum- ABD yeni döneme geçişin temel direklerinden biri olacaktır. Gerisini kestirmek zordur. 1991’de Çin’in yükseleceğini ya da 1945’te Avrupa’nın kendini olduğu gibi yeniden inşa edeceğini kim düşünebilirdi? Bence bu projenin kolay kısmı bitti ve hiçbir dönemde var olmayan ve hayali hiç kurulmayanı aramanın zamanı geldi.
George Friedman’ın 3 Mayıs 2022 tarihinde Geopolitical Futures’te yayımlanan bu yazısı Muhammed Hüseyin Ergören tarafından İLKE Analiz okurları için çevrilmiştir.
Yazıda yer alan görüşler yazara aittir ve İLKE Analiz’in editöryel politikasını yansıtmayabilir.