İki haftadan beri özellikle, akademisyenler sosyal medyada bu öneriyi tartışıyorlar. Siyasi ve politik görüşleri bir kenara bırakacak olursak tartışmada üç düşünce öne çıktı:
- Çoklu makale doktora yerine kabul edilemez.
- Çoklu makale doktora yerine kabul edilebilir.
- Bölümüne göre değişir.
Doktora Tezi Nedir?
Bir konuyu tartışmadan önce geçen kavramların ve işlevinin ne olduğunun iyi bilinmesi gerekir. Dolayısıyla önce doktora tezinin ne olduğunu ve neden yapıldığını bilmemiz gerekir.
Bologna ve Paris Üniversiteleri ile başlayan üniversitede doktor unvanın ilk defa 12. Yüzyıl ortalarında Paris Üniversitesi’nde verildiğinden bahsedilir. Başlarda sadece ilahiyat (Master of Arts and Doctor of Theology/Divinity), hukuk (Doctor of Law) ve tıp (Doctor of Medicine) alanlarında verilen bir derece idi. Çünkü ilk üniversiteler bu üç fakülteden oluşuyordu. Ancak doktor olacak adaydan herhangi bir araştırma yapması veya tez hazırlaması beklenmiyordu. Sadece herhangi bir üniversitede hocalık yapabilmek verilen bir izin, bir belge ve diploma, idi. Bunun için de sadece imtiyazlı bir üniversitede birkaç yıl daha fazla okumak kâfi idi. Doktor unvanı verme yetkisinin Avrupa’nın kuzeyine ve doğusuna yayılan üniversitelerin de kazanması için birkaç yüz yıl geçmesi beklenecekti.
Bugünkü doktoranın öncüsü olan PhD denilen doctorate of philosophy, 17. yüzyılda Almanya’da gelişmiştir. 1650’den önce Almanya’da verilmiş doktor unvanının olmaması bize çok şey söyler. Martin Luther’in başlattığı Reform hareketi ile Immanuel Kant’ın felsefe çalışmalarına getirdiği ivmenin konunun gelişmesine önemli payı vardır ve her ikisi de Almanya’da olmuştur. İkinci Rönesans veya Aydınlanma Çağı ile kilise ile arasına mesafe koymaya başlayan üniversiteleri derinden etkiler.
Öte yandan üniversite dışında 16. yüzyıldan itibaren başlayan bilimsel keşifler araştırmayı öne çıkarır ve eğitim ile araştırmanın aynı çatı altında toplanması 19. asırda kurulan Berlin Üniversitesi ile başlar. Araştırma üniversite çatısı altına girince de doktora eğitiminin temelleri atılır.
Almanya’ya tahsile gelen Amerikalar, bu sistemi ülkelerine taşıdılar ve ABD’de ilk doktora 1891’de Yale’de ve kısa bir süre sonra da Harvard Üniversitesi’nde verildi. 2. Dünya Savaşı’ndan Almanya’nın kesin mağlubiyeti ve savaşın Kıta Avrupa’sına verdiği tahribatın da etkisiyle ABD üniversiteleri öne çıkmaya ve dünyadaki diğer üniversitelere öncülük etmeye başladılar ve neredeyse tüm dünya ABD’nin köklü üniversitelerindeki sistemi taklit etmeye çalıştı.
Bugün Kıta Avrupası ile ABD’de verilen doktora eğitimi arasında ciddi farklar bulunuyor. En önemli fark Almanya, İngiltere, Hollanda gibi ülkelerde doktora döneminde dersler olmaması, doktora öncesi yeterlik sınavının yapılmaması. Türkiye’nin mevcut sistemi ABD sistemidir ve kanaatimce ABD sistemi eğitim açısından daha iyi yetiştirmektedir.
Doktora eğitiminin amacı nedir?
Bir doktora eğitiminin amacı, en azından bir zamanlar, üniversiteye hoca yetiştirmektir. Bunun için de öğrenciye:
- Araştırma yapabilmek gerekli yöntem ve teknikler
- Üniversite geleneği, hocalık âdâbı
- Akademik ahlak
kazandırılmaya çalışılır. O zaman tartışmayı bu maddeler üzerinden yürütelim ve şu iki soruyu soralım.
- Yapılan doktora tezlerine ve adaylara baktığımızda mevcut sistem, bu nitelikleri kazandırma konusunda başarılı mı?
- Çoklu makale sistemine geçilirse bu niteliklerin adaya kazandırılmasında bir zaaf olur mu?
Bu sorulara cevap vermeden önce ülkemizdeki hâlen uygulanan doktora eğitimi hakkında kısaca bilgi verelim.
Doktora eğitimi yüksek lisans yapmış öğrencilerin başvurabildiği bir giriş sınavı ile başlar. Doktora eğitimi ders ve tez olmak üzere iki farklı dönemden oluşur. Ders döneminde sınavı kazanan öğrenciler sekiz ders almak zorundadır. Bu da bir yıl sürer. Bir dönemde dört olmak üzere toplam sekiz ders alan öğrenci başarılı olduğu takdirde üçüncü dönemde yeterlik sınavına girer. Biri veya ikisi farklı üniversiteden olan beş kişilik jüri önünde yapılan yazılı ve sözlü sınavın ardından aday başarılı olduğu takdirde tez dönemine geçer. Önce aday için Tez İzleme Komitesi kurulur. Bu komite danışman, biri aynı bölümden hoca, diğeri farklı alandan hoca olmak üzere üç üyeden oluşur. İlk toplantıda adayın tez önerisi görüşülür ve uygun görüldükten sonra da aday tezini çalışmaya başlar. Komite, her altı ayda bir toplanır ve adayın çalışmalarını değerlendirir. Adayın çalışmaları en erken dördüncü toplantıda tez komite tarafından savunmaya layık bulunduğunda bir gün belirlenir ve aday doktora tezini savunur. Bu sınavı da beş kişiden oluşan bir jüri tarafından yapılır. En az ikisi farklı üniversiteden, biri farklı alandan beş öğretim üyesi önünde savunulan tezin ardından kabul veya reddedilir.
Doktora ile amaçlanan kazanımları tekrar hatırlayalım. Aday bu sürecin sonucunda aldığı diploma ile herhangi bir üniversitede hocalık yapma yeterliğine sahip olacaktır. Aldığı dersler ve bir araştırma sonucu yazdığı tez ile de araştırma yöntem ve tekniklerini ispat etmiş olur. Bunu yaparken de akademik ahlak kurallarına riâyet eder. Hoca-talebe ilişkisi içinde de üniversite kültürünü ve akademik ahlakı öğrenir, içselleştirir. O zaman sorduğumuz ilk soruyu hatırlayalım.
Yapılan doktora tezleri, adaylara bu bu nitelikleri kazandırma konusunda başarılı mıdır? Çevrenizde akademisyenliğine ve ahlakına güvendiğiniz hocalara sorun, gönül rahatlığı ile evet diyebilecek birini bulabilecek misiniz?
Bu konuda ciddi sorunlarımız olduğunu kimse inkâr edemediğine göre meselenin ikinci boyutuna geçelim ve ikinci sorumuzu hatırlayalım.
Çoklu Makale Neyi Değiştirecek?
Çoklu makale ile doktora unvanını almak 2005’lerden sonra ABD’de başladı ve yayıldı. 15 yıldan beri de uygulanmakta. Ülkemizde de bildiğim kadarı İTÜ’de bu sistem uygulanmaya başlandı.
Doktora yapmak demek, artık ben kendi kendime bilimsel araştırma yapabilirim ve üniversitede uzmanı olduğum alanda ders verebilirim, demek olduğundan bahsetmiştik. Çoklu makale hazırlanması esnasında da araştırma yapabilme, üniversite kültürü ve akademik ahlakın kazandırılmasında bir zaaf var olabilir mi? Bu sorunun cevabını birlikte arayalım.
- Üniversitede hocalık yapabilme hakkı ve imkânı: Bu verilen diploma ile ilgili olup konu ile alakası bulunmamakta. Dolayısıyla tartışmalarla bir ilgisi olmadığını söyleyebiliriz.
- Araştırma yapabilmek gerekli yöntem ve teknikeri bilme: Aday ders döneminde mutlaka Araştırma Yöntem ve Teknikleri dersini almak zorunda. Bu derste öğrendiklerini de tezinde göstermek zorunda. Tez yazmak ile makale yazmak arasında birtakım şekil şartları dışında, araştırma yöntem ve tekniği bakımından hiç fark yoktur. Tez yazmak makale yazmaktan daha uzun süre alır ancak yapılması gereken işler ve süreçler aynıdır. Dolayısıyla çoklu makale yazan ile tez hazırlayan arasında fark olmasından bahsedilmez.
- Üniversite geleneğini öğrenme ve kültürüne kazanma: Bu tamamen üniversite, bölüm ve hocalar ile ilgilidir ve yapılan tezle veya makale ile ilgisi yoktur.
- Akademik ahlak: Bu konu adayın ve danışmanın şahsi ahlakı ile de ilgilidir. Tez veya makale ile doğrudan ilgisi yoktur.
Görüldüğü gibi, bilimsel hakemli dergide üç makale yayınlamak ile doktora tezi hazırlamak arasında araştırma yapmayı öğrenmek ve tek başına araştırma yapabilme kabiliyetini kazanabilmek, kültürü ve geleneği içselleştirmek ve akademik ahlak sahibi olmak bakımından bir fark yoktur.
Çoklu Makale Sistemine Engel Bir Durum Var Mı?
Bu konuda yapılan eleştirileri teker teker sıralayıp tartışmayacağım. Çünkü dile getirilen her iddia mevcut sistem için de ileri sürülebilir. Aslında çoklu olmasa da doktora sürecinde makale yazma şartı uzun zamandan beri ciddi üniversitelerde uygulanmaktadır. Bir kısmında bilimsel hakemli olmak yeterli iken bir kısmında SSCI veya SCI şartı aranıyor. Dolayısıyla kısmen uygulandığı için ve bu yurt dışında tez yerine makale yayınlayarak doktor ünvanını alan çok sayıda hocanın olmasından dolayı yabancısı olduğumuz bir durum değil.
Kanaatimce çoklu makale yazma konudaki en büyük engel sürece inanmayan ve klasik tez yaptırma konusunda ısrarcı olan öğretim üyeleridir. İkinci sorun üç makalenin yayın süreci, hali hazırda iki yılda bitebilen tezlerin sürelerinin uzamasına neden olacaktır ve bu durum adaylar tarafından sorun olarak görülebilir. SSCI-SCI ve AHCI tarafından taranan bir dergide üç makale yayınlamak tez hazırlamaktan asla daha kolay değildir.
Bir diğer sorun üniversitede birbirinden çok farklı bölümlerin olmasıdır. Bölümlerin kendine has birtakım özelliklerinin olması hemen uygulanmasının önündeki en büyük engeldir. Dolayısıyla işletme, doğa bilimleri, mühendislik ve sağlık bilimleri gibi güncel konular ve olaylar üzerinde çalışan alanlarla başlanabilir. Diğer bölümler de sistemi tanıdıkça ve öğrendikçe, artıları ve eksileri de görecek ve daha iyi değerlendirilecektir. Dolayısıyla karar üniversitelere yani bölümlere bırakılmalıdır.
Bence ülkemizdeki temel sorun doktoranın tez veya çoklu makale ile yapılıp yapılmaması değildir. Sorun akademik görgü ve kültürün üniversitelere yayılmaması ve etik kuralları ihlal edenlere gerekli cezanın verilmemesidir Bir hâkim veya polisin rüşvet aldığı, bir hekimin tıp etiğine aykırı davrandığı tespit edildiği takdirde meslekten hiç vakit kaybetmeden uzaklaştırılırken akademideki en büyük suç olan intihal yapanların akademiden atılmamalarıdır. Bu da sistemi çürütmektedir.
Bu arada neden Batı’daki uygulamayı taklit ediyoruz diyenlere de şu soruyu sormak isterim. Doktora, doktor, doçent, profesör, üniversite, dekan, rektör, fakülte, enstitü, kampüs ve daha birçok kavram ve isimden de anlaşılacağı üzere üniversite tepeden tırnağa her yönüyle bir Batı, hatta Ortaçağ kurumudur ve ilk kurulduğu tarihten bu yana geçen sekiz asırda hep Batı’da gelişmiş ve değişmiştir. Dolayısıyla bu iddia biraz garip kaçmaktadır.
Bir de meselenin zamanın ruhu tarafı var. Batı’daki ve dünyadaki gelişmelere karşı kayıtsız kalmak zamanı ve ruhu görememek anlamına gelir. Dünya, elli yıl önce yazılmış ve hâlen atıf almaya devam eden makaleleri kabul edip hazırlayana doktor unvanı verirken, doktora tezi olarak kabul edilecek durumda olan çalışmaların başvurulması halinde değerlendirilip uygun ve yeterli bulunduğu takdirde kabul edilip doktor unvanı verirken bizim hâlâ üç makale ile tez bir midir, diye eleştirmemiz da meselenin garip olan bir diğer yönüdür. Kimin tarafından yazıldığını bilmediğimiz dosyalara bakarak doçent unvanını vermede sıkıntı olmazken yazıp yazmadığını ölçmek için bir sınav olan sistemi neden kabul etmiyoruz?
Doktora ile ilgili dikkat çekmesi gereken bir husus daha var. Son kırk-elli yıla kadar sadece üniversitede hoca olabilmek için yapılan doktoraların artık belli bir alanda uzmanlaşmak için de yapılması, dolayısıyla mezunlarının akademi yerine iş hayatına devam etmesidir. Konu değerlendirilirken bu durum da göz önünde bulundurulmalıdır.
Bu yazıyı okuduktan sonra benim çoklu tezi desteklediğimi düşünebilirsiniz. Günümüzdeki dergiler, o dergilerde yayın yapmak için numaralar çevrildiği, farklı isimler altında paralar alındığını, kimi dergilerin gönderilen makaleleri yeterince değerlendirmediğini, bazı özgün fikirlerin yayınlanmadan önce alınıp kullanılma tehlikesinin olduğunu biliyorum. Ama konu yine dönüp dolaşıp akademik ahlaka ve geleneğe dayanıyor. Eskiler, “Sebeb-i rif’at olur ilm ü edep” diyerek ilim ve edebi hep birlikte zikretmişlerdir.
Doktora yapmanın maddi ve manevi sorumluluğu olduğunu hissettirmemiz gerekiyor. Bugün Türkiye’de doktora hazırlamada görülen eksiklik akademik teamüllerin ihlal ve itlaf edilmesi ile akademik ahlakın yeterince oturmamasıdır.