Ukrayna’daki Savaşa Dair Bir Uluslararası İlişkiler Teorisi Rehberi - İLKE Analiz

Ukrayna’daki Savaşa Dair Bir Uluslararası İlişkiler Teorisi Rehberi

Stephen M. Walt

Dünya sonsuz derecede karmaşık bir yer. Bu yüzden, dünyada olup bitenleri ve “uluslararası düzenin nasıl işlediğini” anlayabilmek için birçok farklı inanç ya da teoriye başvurmak zorundayız. Var olan tüm teoriler yalınlaştırılmış halde olduğundan, tek bir uluslararası siyaset bakış açısı herhangi bir yerde vuku bulan tüm olayları anlamak, önümüzdeki haftalar ve aylarda neler olacağını tahmin etmek veya başarılı olması kesin bir eylem planı sunmak için hiç yeterli değildir. Yine de var olan teoriler bütünü Ukrayna’daki trajedinin nasıl ortaya çıktığını anlamamıza yardımcı olabilir, neler olup bittiğini bir nebze açıklayabilir, muhtemel tehlikeler ve fırsatları önümüze serebilir ve ileriye dönük sınırları belli bazı eylem planı önerilerinde bulunabilir. En iyi sosyal bilimler teorileri dahi temelde kabataslak olduğu ve en temelli teori ve kanunların bile her daim istisnaları bulunduğu için, erdemli analistler tek bir yaklaşımdan daha fazlasını arayacak ve bu yaklaşımların yorumlarına da her zaman belirli bir şüpheyle yaklaşacaktır.

Yukarıdaki açıklamaları aklımızda tutarak şu soruyu soralım: en bilindik uluslararası ilişkiler teorileri Ukrayna’daki trajik olaylarla ilgili neler söylemektedir? Hangi teoriler (kısmen de olsa) genel kabul görmekte, hangileri eksik bulunmakta ve hangileri devam eden krizin temelindeki bazı konulara ışık tutabilmektedir? Bu makalede, alandan bilim insanlarının bu kargaşa hakkında söylediği, çok da kapsamlı olmayan ve deneme niyetiyle yazılan bir analiz sunuyorum.

Realizm ve Liberalizm

Ben kesinlikle objektif bir gözlemci olma iddiasında değilim. Emin bir şekilde söyleyebileceğim şeylerden biri, bu korkunç olayların uluslararası siyasette realist yaklaşımın hala ne kadar önemli ve güncel olmaya devam ettiğidir. En genel anlamda, tüm realist teoriler devletleri birbirinden koruyabilecek herhangi bir kurum ya da otoritenin olmadığı ve devletlerin gelecekte tehlikeli bir saldırganın onları tehdit edip etmeyeceği konusunda endişelenmesi gereken bir dünyayı tasvir eder. Bu durum devletlerin, özellikle de güçlü devletlerin, güvenlik endişesinin had safhada olması ve güç için rekabet etmesiyle sonuçlanır. Ne yazık ki bu korkular bazen devletleri korkunç şeyler yapmaya iter. Realistlere göre Rusya’nın Ukrayna’yı işgali (tıpkı Amerika’nın Irak’ı 2003’te işgali gibi) bize büyük güçlerin temel güvenlik çıkarlarının tehlikede olduğuna inandıklarında bazen korkunç ve aptalca davrandıklarını hatırlatıyor. Bu yargı, yapılan eylemi elbette haklı çıkarmaz, ancak realistlere göre sadece ahlaki kınama bu eylemlerin önüne geçmeyecektir. Bu bağlamda sert gücün, özellikle de askeri gücün ne kadar önemli olduğuna dair daha ikna edici bir ifade şekli sanırım bulunamaz. Savaş sonrası Almanya’sı bile bu mesajı almış ve ona göre hareket ediyor gibi görünmektedir.

Realistlere göre, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali (tıpkı Amerika’nın Irak’ı 2003’te işgali gibi) bize büyük güçlerin temel güvenlik çıkarlarının tehlikede olduğuna inandıklarında bazen korkunç ve aptalca davrandıklarını hatırlatıyor.

Maalesef, savaş diğer bir klasik realist kavramı tekrar gündeme getirmiştir: “güvenlik ikilemi”. Bu ikilem, bir devletin güvenliğini artırmak için aldığı önlemler genellikle diğer devletleri daha az güvenli hale getirdiği için ortaya çıkmaktadır. A devleti güvenliğini tehlikede hisseder ve kendisine müttefik arar ya da daha çok silah satın alır; B devleti bu adımdan ötürü tehdit altında hisseder ve aynı şekilde karşılık verir, şüpheler derinleşir, günün sonunda her iki ülke de eskiye nazaran daha fakir ve daha az güvenli hale gelir. Rusya’yla ilgili uzun süredir devam eden endişelerini göz önüne alırsak Doğu Avrupa’daki ülkelerin NATO’ya girmek (veya olabildiğince yakınlaşmak) istemeleri bu yüzden çok mantıklıdır. Fakat -sadece Putin’in değil- tüm Rus liderlerin bu gelişmeyi tehdit olarak algılamasını anlamak da çok zor olmasa gerektir. Bu kumarın sonuç vermediğini artık çok trajik bir şekilde anlamış olduk, en azından Ukrayna ve muhtemelen Gürcistan adına.

Bu gelişmeleri realist bir perspektiften açıklamak, Rusya’nın zalim ve yasa dışı eylemlerini onaylamak anlamına gelmez; sadece bu tür davranışların alçakça da olsa insan ilişkilerinin sürekli tekrar eden bir yönü olduğunu kabul etmek anlamına gelir. Thucydides’ten başlayarak E.H. Carr, Hans J. Morgenthau, Reinhold Niebuhr, Kenneth Waltz, Robert Gilpin, ve John Mearsheimer gibi realistler, dünya siyasetinin trajik doğasını hep kınamışlar, fakat aynı zamanda bir devletin hayati çıkarı olarak gördüğü bir şeyi tehdit ettiğiniz zaman ortaya çıkabilecek riskler de dahil olmak üzere realizmin gözler önüne serdiği tehlikeleri göz ardı etmememiz gerektiğine dair uyarmışlardır. Realistlerin kibrin ve aşırı idealist bir dış politikanın ne kadar tehlikeli olabileceğini, Vietnam Savaşı, 2003’te Irak’ın işgal edilmesi ya da oldukça saf bir çaba olan açık uçlu NATO genişlemesi gibi bağlamlarda sürekli vurgulamaları tesadüf değildir. Ne yazık ki bu örneklerin hepsinde uyarıları göz ardı edilmiş, fakat sonrasında gelişen olaylar tarafından haklılıkları kanıtlanmıştır.

Rusya’nın işgaline verilen inanılmaz hızlı cevap, realist çerçevede yürütülen bir ittifak siyasetine uygun gelişmiştir. Paylaşılan değerler, ittifakları daha uyumlu ve kalıcı hale getirir, ancak toplu savunmaya yönelik ciddi taahhütlerin sebebi ortak bir tehdit algısının var olmasıdır. Buna karşın, var olan tehdit düzeyi ise, güç, yakınlık ve ofansif imkanları ve agresif niyetleri olan bir düşmanın işlevini açıklar. Bu unsurların hepsi Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliğinin Avrupa ve Asya’da neden çok güçlü dengeleyici koalisyonlarla karşı karşıya kaldığını epey iyi açıklar: Sovyetlerin büyük bir endüstriyel ekonomisi, birçok farklı ülkeyle sınırları vardı; askeri gücü çok büyük ve öncelikle saldırgan operasyonlar için dizayn edilmişti ve çok revizyonist ideallere sahipti (komünizmin yayılması gibi). Günümüzde Rusya’nın eylemleri Batı’daki tehdit algısını çarpıcı biçimde artırmıştır ve sonuç da birkaç hafta öncesine kadar çok az kişinin bekleyeceği dengeleyici davranış sergilenmesi olmuştur.

Ne var ki, son dönemlerde Batı dış politikasının temel unsurlarına yön vermiş olan temel liberal teoriler pek de iyi iş çıkaramamıştır. Bir siyaset felsefesi olarak liberalizm, toplumu organize etmek için çok uygun bir temele oturmaktadır ve şahsen ben bu değerlerin hala önemli görüldüğü bir toplumda yaşadığım için minnettarım. Ayrıca Batı toplumlarının kendi otoriter dürtüleriyle flört ettikten sonra liberalizmin erdemlerini yeniden keşfetmesini de cesaret verici buluyorum. Ancak son olaylarla dünya siyasetine bir yaklaşım ve dış politikayı yönlendirecek bir rehber olarak liberalizmin eksikleri bir kez daha gözler önüne serildi.

Sonuç itibariyle karşılaşacağı ağır faturaya rağmen karşılıklı ekonomik bağımlılık Moskova’nın işgali başlatmasına engel olmamıştır.

Geçmişte olduğu gibi, uluslararası hukuk ve kurumlar aç gözlü büyük güç davranışlarına karşı oldukça zayıf bir engel teşkil etmiştir. Sonuç itibariyle karşılaşacağı ağır faturaya rağmen karşılıklı ekonomik bağımlılık Moskova’nın işgali başlatmasına engel olmamıştır. Yumuşak gücün Rusya’nın tanklarını durduramadığı gibi, BM Genel Kurulunun (35 çekimser ile birlikte) 141-5 şeklindeki orantısız kınama oyunun da pek etkisi olmayacaktır.

Daha önce bahsettiğim gibi, bu savaş artık Avrupa’da savaşın “düşünülemez” olduğu mitini ve buna bağlı NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin sürekli büyüyen bir “barış bölgesi” oluşturacağı iddiasını yok etmiştir. Yanlış anlaşılmak istemem: bu hayal gerçek olsa mükemmel olurdu, ancak hiçbir zaman böyle bir ihtimal yoktu ve bu başarılmaya çalışırken izlenen kibirli yol da tabuta çakılan son çiviydi. Bu yüzden, zamanında liberal hikâyeye inanan ve satanların, şimdi tüm suçu Rus Başkanı Vladimir Putin’e atmak istemesi ve NATO genişlemesinin, Putin’in yasa dışı işgal kararıyla hiçbir ilgisi olmadığını iddia etmeleri de şaşırtıcı değildir. Diğerleri ise Batı politikalarının hangi yöne doğru gidebileceğini doğru bir şekilde öngörebilen uzmanlara hunharca saldırmakla meşguller. Bunun gibi tarihi yeniden yazma çabaları kendi hatalarını kabul edip kendisini sorumlu görmek istemeyen dış politika elitlerinin tipik davranışıdır.

Bu savaş artık Avrupa’da savaşın “düşünülemez” olduğu mitini ve buna bağlı NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin sürekli büyüyen bir “barış bölgesi” oluşturacağı iddiasını yok etmiştir.

Bu işgalden Putin’in direkt olarak sorumlu olduğu su götürmez bir gerçektir ve davranışları gücümüzün yettiği tüm kınamaları hak etmektedir. Ancak Rusya’nın sürekli devam eden itiraz ve uyarılarını görmezden gelen ve sonuçlarını hiç düşünmeden Avrupa’da revizyonist bir planda ısrarcı olan liberal ideologlar da bu suçun ortağıdır. Motivasyonları tamamen iyi niyetli olabilir, ancak sorgulamadan kucak açtıkları politikaların istedikleri, niyet ettikleri ve vaat ettiklerinin tam tersini ortaya çıkardığı gün gibi ortadadır. Ve artık bugün, geçmişte birçok farklı olay üzerinden uyarılmadıklarını da söyleyemezler.  

Kurumların rolünü vurgulayan liberal teoriler ise son olaylar karşısında çok hızlı ve tek yürek gelişen Batı tepkisini anlamamıza yardımcı olduğu için nispeten daha faydalı olmuştur. Tepkinin hızlı olması kısmen Amerika ve NATO müttefiklerinin artık çok açık, net ve zalimce karşı çıkılan siyasi değerler bütününü koruma çabasından kaynaklanır. Daha önemlisi, eğer NATO gibi kurumlar olmasaydı ve sıfırdan bir tepki ortaya konulmaya çalışılsaydı, bu kadar etkili ve hızlı olabileceğini düşünmek bile mümkün olmazdı. Uluslararası kuruluşlar temel çıkar çatışmalarını çözemezler veya büyük güçlerin nasıl isterse öyle davranmalarına engel olamazlar, fakat devletlerin çıkarları genel olarak aynı yönde olduğu zaman kolektif ve etkili bir tepkiler bütünü ortaya koyabilirler.

Şu an karşılaştığımız vahim duruma rehber olabilecek en iyi teori realizm olabilir, ancak tüm hikâyeyi görmemize yetmeyecektir. Örneğin, realistler büyük güçlerin davranışında çok önemli bir sınırlayıcı unsur olarak normların rolünü haklı olarak önemsiz göstermektedir, ancak normlar Rusya’nın işgaline verilen global tepkileri açıklamada önemli bir rol oynamıştır. Putin, güç kullanımına dair (BM Antlaşmasında geçenler gibi) var olan normların birçoğunu belki de hepsini yerle bir etmiştir, bu da ülkelerin, şirketlerin ve kişilerin Rusya’nın eylemlerini ivedilikle yargılamalarına ve çok sert tepki vermelerine sebep olmuştur. Bir ülkeyi global normları ihlal etmekten alıkoyabilecek hiçbir şey yoktur, ancak net ve açık ihlaller, bu ülkenin niyetlerinin nasıl yargılanacağını büyük oranda etkileyecektir. Eğer Rusya’nın güçleri gelecek haftalarda daha da gaddarca bir şekilde hareket etmeye devam ederse, ülkeyi yalnızlaştırma ve dışlama çabalarının daha ciddileşeceği kesindir.

Realistler, büyük güçlerin davranışlarında normların rolünü önemsiz göstermesine rağmen normlar Rusya’nın işgaline verilen global tepkileri açıklamada önemli bir rol oynamıştır.

Yanlış Algılar, Yanlış Hesaplar

Yanlış algılar ve yanlış hesaplamaların payını düşünmeden bu yaşananları tam anlamıyla kavrayabilmek de pek mümkün değildir. Realist teorilerin bu noktada çok bir faydası dokunmuyor, çünkü onlara göre devletler, çıkarlarını sakin bir şekilde hesaplayan ve görece pozisyonlarını iyileştirebilmek adına fırsatlar arayan az çok rasyonel aktörler olarak resmediliyor. Bu varsayım çoğunlukla doğru olsa bile, hükümetler ve şahsi liderler hala mükemmel olmayan bir bilgi ağı ile hareket etmekte ve kendi kapasiteleri ile başkalarının yapabilecekleri ve potansiyel tepkilerini kolayca yanlış hesap edebilmektedir. Eldeki bilgi bol olsa dahi, psikolojik, kültürel veya bürokratik sebeplerden ötürü sonuçta çıkan algı ve kararlar hala önyargılı olabilir. Hiç de mükemmel olmayan insanlarla dolu belirsiz bir dünyada, bazen bir şeyleri yanlış yapmak, doğru yapmaktan çok daha kolaydır.

Yanlış algılar hakkında yazılmış geniş literatür- özellikle de merhum Robert Jervis’in çığır açan eseri– bu savaş hakkında bizlere aslında çok şeyi açıklayabilir. Putin’in bazı konuları çok ciddi bir şekilde yanlış hesapladığını artık görmek mümkün: Batı’nın Rusya’ya duyduğu düşmanlığı kendince abarttı, Ukraynalıların dayanma gücünü aşırı bir biçimde görmezden geldi, ordusunun hızlı ve masrafsız bir zafer kazanma kapasitesini fazlaca gözünde büyüttü ve Batı’nın muhtemel cevabını oldukça yanlış yorumladı. Burada görmekte olduğumuz korku ve kendine fazla güven birleşimi aslında oldukça tipik; bu yüzden de devletler amaçlarına hızla ve nispeten düşük maliyetle ulaşabileceklerine kendilerini ikna etmedikçe savaş çıkarmazlar demek ise adeta aşikarı yeniden söylemek oluyor. Hiç kimse, uzun, kanlı, pahalı ve muhtemel yenilgileri ile sonuçlanacak bir savaşı başlatmaz. Dahası insanlar takaslarla uğraşmaktan pek hazzetmedikleri için, ancak kesinlikle gerekli olduğu zaman savaşa gitmek yönünde güçlü bir genel eğilim vardır. Jervis’in bir defasında söylediği gibi, “karar verici kişi politikalarını gerekli gördüğü zaman, bu sonuç başkalarının neler yapabileceğine dair eldeki verileri çarpıtsa bile muhtemelen bu politikanın başarılı olabileceğine inanıyordur.” Eğer karşıt görüşlere sahip olan kişiler karar verme mekanizmasından saf dışı bırakılırsa bu tür bir yönelimde uzlaşmak gayet mümkündür, bunun sebebi de ya herkesin aynı çarpık dünya görüşünü paylaşması ya da altların üstlere görüşlerinin aslında yanlış olduğunu söylemekten çekinmesidir.

Putin’in bazı konuları çok ciddi bir şekilde yanlış hesapladığını artık görmek mümkün: Batı’nın Rusya’ya duyduğu düşmanlığı kendince abarttı, Ukraynalıların dayanma gücünü aşırı bir biçimde görmezden geldi, ordusunun hızlı ve masrafsız bir zafer kazanma kapasitesini fazlaca gözünde büyüttü ve Batı’nın muhtemel cevabını oldukça yanlış yorumladı.

İnsanların kazanç elde etmektense kayıpları önlemek için risk almaya daha eğilimli olduğunu öne süren beklenti teorisi de burada etkin olmuş olabilir. Eğer Putin Ukrayna’nın Amerika ve NATO ile kademeli bir ittifaka doğru ilerlediğine inandıysa -ve böyle düşünmesi için birçok sebep olduğunu biliyoruz- geri getirilemez bir kayıp olarak gördüğü şeyi önlemek böylesine büyük bir risk almaya değer gibi duruyor. Benzer bir şekilde, kendi davranışlarımızı belirli durumların sonuçları olarak görürken başkalarının davranışlarını insan doğasından bilmek anlamına gelen atıf yanlılığı da bu bağlamda önemli ve ilgilidir: artık Batı’daki birçok kişi Rusların davranışını Putin’in nahoş karakterinin bir yansıması olarak görüyor ve Batı’nın önceki eylemlerine bir cevap olabileceği ihtimalini hiç hesaba katmıyor. Görünüşe göre Putin ise Amerika ve NATO’nun eylemlerini köklü bir kibir ve Rusya’yı zayıf ve savunmasız bırakma arzusundan kaynaklandığını ve Ukraynalıların da ya yanlış yönlendirildikleri için ya da faşist ögelerin etkisi altında oldukları için direndiklerini düşünüyor.

Savaşın Bitmesi ve Taahhüt Problemi

Modern Uİ teorileri, taahhüt problemlerini de oldukça etkin birer faktör olarak görmektedir. Anarşinin hüküm sürdüğü bir dünyada devletler birbirlerine birtakım sözler verebilir, fakat bunların yerine getirilip getirilmeyeceğinden asla emin olamazlar. Örneğin NATO Ukrayna’nın üyeliğini tamamen ve ebediyen masadan kaldırmayı teklif edebilirdi (savaştan hemen önceki birkaç hafta içerisinde de bunu yapmadı) ancak Putin, Washington ve Brüksel bu konuda yazılı taahhüt verse dahi NATO’ya inanmayabilirdi. Sözleşmeler önemlidir fakat günün sonunda birer kâğıt parçasından ibarettirler.

Ayrıca, savaşın sona erdirilmesine dair bilimsel literatüre göre taahhüt problemleri, savaşan taraflar beklentilerini gözden geçirse ve savaşı bitirmenin yollarını arıyor olsalar da uzun süre devam edecektir. Eğer Putin Ukrayna’dan yarın çekilmeyi önerse ve bir yığın Rus Ortodoks İncil’ine elini basıp Ukrayna’yı sonsuza kadar rahat bırakacağına yemin etse bile, Ukrayna, Avrupa ya da Amerika’da çok az bir insan bu taahhütlere öylece inanırdı. Barış sözleşmelerinin bazı ilgili dış aktörler tarafından garanti edildiği bazı iç savaşlardan farklı olarak, bu örnekte varılma ihtimali olan herhangi bir anlaşmanın ihlali halinde yaptırım uygulayabilecek bir dış güç yoktur. Şartsız teslim harici ortaya çıkacak olan muhtemel bütün sonuçlar, tüm tarafları tamamıyla tatmin etmelidir ki, şartlar değişir değişmez anlaşma maddelerini değiştirme ya da terk etme arayışına gitmesinler. Ve tek bir taraf taviz verse dahi, “galibin barışını” dikte etmek ileride ortaya çıkabilecek bir rövanş duygusunu tetikleyebilir. Maalesef bugünkü durum, herhangi bir görüşme ve anlaşmadan çok uzakta gibi görünüyor.

Fred Iklé’nin Every War Must End ve Sarah Croco’nun Peace at What Price? Leader Culpability and the Domestic Politics of War Termination gibi bu sorunu irdeleyen diğer çalışmalar bir savaşı bitirmeyi zorlaştıran içsel faktörlere ve engellere odaklanmaktadır. Vatanseverlik, propaganda, batık maliyetler ve düşmana karşı gitgide büyüyen nefret bir araya gelince rasyonel bir devletin vakitlice bitireceği bir savaşı uzattıkça uzatır. Iklé’ye göre bu sorunun temelinde “şahinlerin ihaneti” kavramı bulunur: savaşı bitirmeyi destekleyenler genellikle ülkesini sevmemekle veya daha kötüsüyle itham edilirler ancak gereksiz bir şekilde savaşı uzatma taraftarı olan radikaller, savunduklarını iddia ettikleri ulusa daha büyük zarar vermektedir. Acaba Moskova’da mevcut bir Rusça tercümesi var mıdır, merak içindeyim. Ukrayna’ya uyarladığımız zaman görünen tablo şudur: başarısız bir savaş başlatan bir lider, hatalı olduğunu kabul etmek istemediğinden savaşı da bitirmeye isteksiz olacaktır. Durum buysa, savaş ancak savaşı başlatan kararda payı olmayan yeni liderler ortaya çıktığında son bulacaktır.

Başarısız bir savaş başlatan bir lider, hatalı olduğunu kabul etmek istemediğinden savaşı da bitirmeye isteksiz olacaktır.

Ancak bir sorun daha var: Yenilgi ve rejim değişikliği ile yüz yüze gelen otokratlar “yeniden diriliş için kumar” oynamaya niyetlenebilir. Dış politikada ülkesini bozguna uğratan demokratik liderler bir sonraki seçimle gönderilebilir, ancak suçları ve yanlış muhakemelerinden ötürü hapis ya da daha kötü cezalara çarptırılan neredeyse hiç yoktur. Otokratlar için ise, özellikle de savaş sonrası dönemde savaş suçlarından dolayı yargılanacaklarından korktukları bir dünyada, kolay çıkış yolu yoktur. Bu yüzden de eğer kaybediyorlarsa, savaşmak ya da tüm dezavantajlarına rağmen tansiyonu yükseltmek için bir sebepleri vardır, çünkü görevden atılmak hatta hapis ve ölüm gibi sonuçları bir şekilde tersine çevirebilecek bir mucize olmasını umut ederler. Bazen bu tür bir kumar sonuç verir (Beşar Esad örneği gibi) bazen de vermez (Adolf Hitler, Muammer Kaddafi gibi). Ancak böyle bir mucize bekleyişi içinde gerginliği artırma yönündeki motivasyon savaşı normalde olduğundan çok daha zor bir hale getirir.

Tüm bu ihtimalleri göz önünde bulundurursak, ne istediğimize çok dikkat etmemiz gerektiğini anlıyoruz. Putin’i cezalandırma ve aşağılama isteği kesinlikle anlaşılır bir şeydir ve bu korkunç kâbusun bitmesi için hızlı ve kolay bir çözüm olarak Putin’in görevden atılmasını görmek epey cezbedicidir. Ancak nükleer silah sahibi bir ülkenin otokrat liderini dünyanın tek bir köşesinde sıkıştırmak çok tehlikelidir, yaptıkları ne kadar korkunç ve gaddarca olursa olsun. Sadece bu sebepten ötürü bile Batı’da Putin’e suikast çağrısında bulunanlar ya da ayaklanıp Putin’i devirmezlerse sıradan Rus vatandaşların da sorumlu tutulabileceğini iddia eden kişilerin çok sorumsuzca davrandığını söyleyebiliriz. Talleyrand’ın savaş konularında karar vermeye dair tavsiyesini hatırlamakta fayda var: “Her şey bir yana fazla hararetlenmeye gerek yok”

Ekonomik Yaptırımlar

Bu savaşın nasıl son bulacağını anlamaya çalışan herkes ekonomik yaptırımlar üzerine olan literatürü de okumalıdır. Bir yandan, geçtiğimiz haftalarda uygulanan ekonomik yaptırımlar Amerika’nın “karşılıklı bağımlılığı silahlandırma” konusundaki olağanüstü yeteneğini bizlere bir kez daha hatırlatmış oldu, özellikle de bir ülke diğer önemli ekonomik güçlerle uyumlu davrandığı zaman. Öte yandan, ciddi bir başka literatür ise ekonomik yaptırımların devletlerin eylemlerini hemen değiştirmesinde pek de etkili olmadığını ifade etmektedir. Trump yönetiminin İran’a karşı “azami baskı” kampanyasının başarısızlığı bunun çok açık bir örneğidir. Yöneten elitler genellikle yaptırımların ani sonuçlarından etkilenmez ve Putin bu yaptırımların çok açık bir şekilde uygulanacağını biliyordu fakat belli ki mevzubahis jeopolitik çıkarların beklenen maliyete değeceğini düşündü. Yaptırımların bu kadar hızlı ve ağır bir biçimde gelmesine şaşırmış ve bundan rahatsızlık duymuş olabilir ancak Moskova’nın yakın zamanda eylem planını değiştirmesini kimse beklemelidir.

Putin yaptırımların bu kadar hızlı ve ağır bir biçimde gelmesine şaşırmış olabilir ancak Moskova’nın yakın zamanda eylem planını değiştirmesini kimse beklemelidir.

Bu örnekler, çağdaş UI literatürünün bu olayları anlamamıza yapabileceği katkıları çok yüzeysel bir şekilde resmetmektedir. Caydırma ve zorlama alanındaki muazzam literatürden, yatay ve dikey gerginlik dinamiklerine değinen önemli çalışmalardan, kültürel ögelerden elde edebileceğimiz önemli yorumlardan (erkekliğe dair kavramlar ve Putin’in kendi maço “kişilik kültünden”) daha bahsetmedim bile.

Sonuç itibariyle uluslararası ilişkiler hakkındaki literatür karşı karşıya bulunduğumuz duruma dair daha çok fazla yorumda bulunabilir. Ne yazık ki alanında uzman akademisyenler kamusal alanda bu konuya dair düşüncelerini paylaşsa bile, güç sahibi hiç kimse bunlara pek de önem vermeyecektir. Siyasette en kısıtlı ve değerli şey zamandır, özellikle de kriz anlarında; bu yüzden de Jake Sullivan ya da Antony Blinken veya ekiplerinin International Security ya da Journal of Conflict Resolution gibi başucu eserleri okumaya başlayacaklarını hiç sanmam.

Savaşın kendi mantığı vardır ve düşünce özgürlüğü ve açık tartışma gibi kavramların hala önemli olduğu toplumlarda bile savaş, alternatif sesleri susturmaya çalışan siyasi güçleri ortaya çıkarır. Tehlikede olan çok fazla şey olduğu için, savaş zamanı kamu görevlileri, medya ve vatandaşlar basmakalıplara karşı durmak, sakin ve dikkatli düşünmek, basite indirgeyen klişelerden kaçınmak ve haksız olabilecekleri, bu yüzden de farklı bir yol izlenmesi gerektiği ihtimaline her zaman açık olmak zorundadırlar. Ancak kurşunlar bir kez atılmaya başlandığı zaman, genellikle vizyon daralması ve Maniheist ideolojiye aşırı hızlı bir düşüş yaşanır, farklı sesler marjinalleştirilmeye ve susturulmaya çalışılır, nüanslar bir kenara atılır ve her ne pahasına olursa olsun inatçı bir zafer tutkunluğu ortaya çıkar. Putin’in Rusya’sında bu süreç tüm hızıyla devam ediyor gibi görünmektedir ancak bunun biraz daha hafifi de Batı’da yaşanmaktadır. Her şey göz önünde bulundurulduğunda bu tavır zaten feci olan vaziyeti daha da kötüleştirmenin reçetesidir.

***

Stephen M. Walt’ın 8 Mart 2022 tarihinde Foreign Policy için yazdığı makale Firdevs Bulut Kartal tarafından İLKE Analiz okurları için tercüme edildi. Yazının orijinal haline buradan ulaşabilirsiniz.

Ukraynalı vatandaşlar tarafından olası bir Rus saldırısından korumak için Richelieu Dükü anıtının çevresine kum torbaları konulması Odessa kentinde sembolik bir görüntü ortaya çıkardı. (Görsel: Salwan Georges – The Washington Post)

***

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve İLKE Analiz’in editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

0 yorum

Diğer Yazılar