Amerika’nın Afganistan’dan kaotik tahliyesi ve yenilgisinin ABD açısından birçok sonucu var. Kabil’in düşmesi, Türkiye’ye bölgedeki varlığını görünür kılma fırsatı da sunuyor. Amerikan yönetimleri, Soğuk Savaş’ın ardından uluslararası politikanın temel akışının takibini ve bu değişken arenadaki prestijini yitirmiş görünüyordu. Capitol Hill veya Foggy Bottom’daki Amerikan yapısalcı akademisyenlerin ve Jacksonian destekçilerinin uluslararası ilişkilerde üstünlük ve prestij arasındaki ilişkinin değiştiğini anlamasıyla geleneksel Amerikan düşüncesinde de bu ilişki değişmiş görünüyor.
ABD’nin Afganistan’dan çıkma kararı, Taliban’ın beyaz bayraklarını gösterebileceği çeşitli olaylar yarattı. Aynı zamanda, Amerikan bayrağı, Afgan başkentinin çevresindeki ve nihayetinde Kabil’deki çeşitli askeri ve sivil noktalardan aceleyle indirildi. 1975’te Saigon’un düşüşü ve ardından gelen yansımalar Amerikan vatandaşları için ne kadar travmatikse, Kabil’in tahliyesi de, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana Amerika’nın uluslararası ilişkilerdeki etkisinin yalnızca parlak tarafına aşina olanlar için aynı derecede travmatikti.
“Kabil’in tahliyesi, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana Amerika’nın uluslararası ilişkilerdeki etkisinin yalnızca parlak tarafına aşina olanlar için oldukça travmatikti.”
Bazı neo-Marksist analistler ilk gününden bu yana, Kabil’in tahliyesi örneğinin Amerikan üstünlüğünün Batı açısından sona erdiğine işaret ettiğini öne sürüyorlar. Bu görüşe katılmıyorum. Amerikan kapasitesinin güncel nitel ve nicel verilerine odaklanılırsa, sonuç tartışılmaz olacaktır. ABD hala askeri, ekonomik ve teknolojik açıdan en güçlü Batı devletidir.
Ayrıca, Amerikan yumuşak gücü hala küresel olarak en etkili güçtür. Dolayısıyla benim argümanım Amerika’nın itilaf devletlerinin yanında I. Dünya Savaşı’na girmesiyle başlayan Amerikan yüzyılının -Afganistan’da görüldüğü gibi- sonu olduğunu destekliyor. Çünkü çağdaş siyasette bu durum, diğer NATO güçlerinin veya bölgesel müttefiklerin desteği olmadan, dünya çapındaki askeri krizlere dahil olma konusundaki Amerikan hevesinin sona erdiğini gösteriyor. Buradaki yaklaşımım, Amerikan dış politikasının Primusinter Pares (eşitler arasında ilk) doktrinini, yani sözde Amerikan yüzyılını “ekipten biri” olarak nitelendiren doktrinini yeniden tanımlıyor. Afganistan örneği, bugün ABD’deki birincil eğilimin -yani Amerika’nın küresel olarak aktif olamayacağı ve olmaması gerektiği yönündeki Jacksoncu doktrinin- yükseldiğini açıkça göstermektedir.
Ancak, uluslararası ilişkiler boşluktan nefret eder. John J. Mearsheimer’a göre, sistemik çok kutupluluktaki büyük güçler, sorumluluğu başkasına yükleme eğilimindeler. ABD, bu sorumluluğu almaya hazır olacak hevesli aktörler arıyor. Bu süreçten ortaya çıkacak kazanımlarla birlikte, yükü de kabul etmek için mutlaka çok yetenekli ve istekli unsurlar gerekir. ABD bu konuda Obama’dan bu yana, Çin’in revizyonist bir devlet olduğu ve Pekin’in küresel hakimiyeti hedeflediği yönündeki sübjektif analizlerin yarattığı sinofobik bir saplantı içinde yaşıyor.
Bu makalenin kapsamı, benim görüşüme göre revizyonist olmayan ancak uluslararası düzeyde Amerikan çıkarları için ekonomik ve kültürel olarak zorlayıcı olan Çin dış politikasını analiz etmek değildir. Bununla birlikte, bu sinofobi saplantısı nedeniyle ABD, mevcut krizlerde başrolü devretmek için dünya çapında kapasitesi olan, yetenekli ve istekli devletler arıyor.
Bunlardan biri Türkiye, mekan ise Taliban yönetimindeki Afganistan. Amerikan planı, Batı kampında, yani NATO’da yeri olan Türkiye’yi, Afgan ilişkilerinin merkezinde tutmak ve bunu yaparken de Taliban ile etkili bir çalışma tarzı bulmak üzerine kurulu. Peki bu mümkün mü? Türkiye, Taliban ile ortak bir iletişim dili bulamıyor. Sonuçta, Taliban’ın İslam’a yaklaşımı hem kavramsal hem de ampirik olarak Türk yaklaşımından uzakken bu nasıl mümkün olabilir? Bununla birlikte, Afganistan; Taliban kampındaki iç gelişmeleri hala katalitik olarak etkileyebilen Pakistan ve yeni durumda önemli bir rol oynayan Katar ile yakın bağlantılara da sahip.
Ankara, Afganistan’ın geleceğini farklı yönlerden etkileyen bu iki tarafla açık iletişim yollarına sahip. Böylece Washington, Türkiye’nin Taliban tarafından yönetilen Afganistan ile Batı arasında bir köprü rolü oynayabileceğine gerçekten inanıyor. Ancak, Washington neden Taliban ile iletişim kurma ihtiyacı duyuyor?
“Washington, Türkiye’nin Taliban tarafından yönetilen Afganistan ile Batı arasında bir köprü rolü oynayabileceğine gerçekten inanıyor.”
Son birkaç yılda Washington’da, özellikle Dışişleri Bakanlığı’nda ve Pentagon’da, Taliban’ın 20 yıldan fazla bir süre önce olduğu gibi gerici bir güç olmadığı algısı yaratıldı. Ayrıca ABD’nin, Türkiye’nin askeri yardımıyla IŞİD ve El Kaide’yi yenebileceğine inanıyorlar. Böyle bir gelişme, Afganistan’ın Rus etkisinden uzak durarak ve İran’a karşı bir denge unsuru olarak bölgede önemli bir devlet haline gelmesini sağlayacaktır.
Karmaşık mı? Evet. Dolayısıyla gerçekçi de değil. Gerçekten de Türkiye’nin Pakistan ve Katar ile yakın ilişkileri var. Ancak bu ülkelerin Moskova ile de açık iletişim yolları var ve Türkiye de Rusya ile de yakın bir ilişki sürdürüyor. Bu, Washington’un her zaman unutmaya istekli göründüğü bir şey. Ayrıca, Taliban’ın El Kaide veya IŞİD’e karşı tutumu, Kabil’de ortaya çıkan iç güç mücadelesinin sonunda hangi hizbin hakim olacağı ile netleşecektir. Bunu kimse tam olarak tahmin edemez. Son olarak, Afganistan’ın İran’ı dengeleyebileceği fikri son derece saçma. Özellikle de ABD’nin, Barack Obama dönemindeki gibi Tahran’a yönelik hoşgörülü yaklaşımına geri dönmeye hazır olduğu bu süreçte…
Washington -Abraham Anlaşmaları hariç- Donald Trump’ın ilk günlerinden beri sürekli kötü karar alma döngüsüne girdi. Türkiye, kendisini yükselen büyük bir güç olarak görüyor ve uluslararası statüsünü yükseltme hedefine katkıda bulunmak için tüm bu güçlerle yakın çalışmaya hazır. Görünüşe göre Jacksonculuk, bugün Amerikan dış politikasında hâlâ hüküm süren ideoloji. Ve ne yazık ki Jacksoncular, Mary Shelley’nin Frankenstein hikayesini hiç duymamışlar.
Çeviri: Hatice Küçükalp
Orijinal metin için tıklayınız.