Öğretmen açığı ve öğretmen atama problemleri Osmanlı’da okulların yaygınlaşmaya başlamasından bu yana çözmeye çalışılan bir konudur. II. Meşrutiyet döneminde Darülmuallim mekteplerinin öğretmen ihtiyaçlarını karşılayamadığı görüldüğünde Darülmuallimat mektepleri kurulmuştur. Bu mekteplerle birlikte kadınlar da öğretmen olmaya başlamış ve artan öğretmen ihtiyaçlarına cevap bulunmaya çalışılmıştır. Fakat bu çözüm tek başına yeterli olmamıştır.
Osmanlı’nın son döneminde eğitimde yaşanan gelişmelerden payını alan cumhuriyet dönemi ise öğretmen açığını kapatmak için çeşitli yöntemler uygulamıştır. Öğrencilerini köylerden seçen ve köyün sosyoekonomik kalkınmasına da katkıda bulunması beklenen öğretmenleri yetiştirmek üzere kurulan Köy Enstitüleri, cumhuriyetin ilk yıllarında ortaya çıkan öğretmen açığı ihtiyacına cevap verebilecek bir model olma özelliğiyle öğretmen yetiştirme tarihimizde önemli bir yer tutmaktadır. 1953 yılına kadar sayıları 21’i bulan Köy Enstitüleri lise seviyesindeki 3 yıllık Öğretmen Okulları ile ilkokulların öğretmen ihtiyacını karşılayan en önemli iki kurum olmuştur.
Öğretmen açığı cumhuriyetin ilk yıllarında özellikle köylerde ve ilkokul düzeyinde hissedilirken, 1950’li yıllardan 1970’li yıllara doğru ortaokul ve liselerde hissedilmeye başlamıştır. Artan öğretmen açığını kapatmak amacıyla özellikle kısa süreli öğretmen yetiştirme uygulamalarını içeren farklı yöntemler denenmiştir. Bu uygulamalar yedek subay öğretmen yetiştirme programı, mektupla öğretmen yetiştirme programı ve hızlandırılmış programla öğretmen yetiştirme şeklinde sınıflandırılabilir.
Bahsedilen bu üç uygulama, öğretmen ihtiyacını karşılayabilmek amacıyla olması gerekenden daha kısa sürede öğretmen yetiştirilmesini hedeflemektedir. Bu durum, normal eğitim programlarının kısaltılarak eksik ve yetersiz eğitim verilmesine ve sayıları 120 bin civarında olduğu öngörülen öğretmenlik becerileri açısından görece yetersiz kişilerin göreve gelmesine neden olmuştur. Bahsedilen uygulamalar öğretmenlik mesleğinin özüne ve eğitim sistemine yarar sağlamanın aksine zarar vermiştir. Öğretmenlik mesleğine zararlı bu uygulamalar sık sık eleştirilmektedir.
Üniversitelerin sayılarının artmasına paralel olarak 1990’lı yıllardan itibaren artan üniversite mezunlarıyla öğretmen ihtiyacı karşılanmaya çalışılmıştır. Öğretmen yetiştirme programlarının üniversiteler bünyesine alınmasıyla öğretmen eğitiminde yeni bir boyuta geçilmiştir.
“Öğretmen yetiştirme programlarının üniversiteler bünyesine alınmasıyla öğretmen eğitiminde yeni bir boyuta geçilmiştir.”
1990 sonrası Türkiye’sinde öğretmen yetiştirme iki farklı yolla gerçekleştirilmektedir. Bunlardan ilki eğitim fakülteleri aracılığıyla, diğeri ise yükseköğretim lisans programı mezunlarına pedagojik formasyon eğitimi verilmesiyle öğretmen yetiştirilmesidir. Öğretmen yetiştirmede uygulanan bu politika, çok fazla öğretmen olmasına ve bu öğretmenlerin de maalesef işsiz kalmasına yol açmaktadır.
Bu durum nedeniyle pedagojik formasyon sertifika programı 2020 yılı itibariyle kaldırılmıştır ve sadece eğitim fakültesi mezunlarıyla öğretmenlik alanında lisansüstü eğitim alanların öğretmenlik yapılmasına müsaade edilmiştir. Bu durum fen-edebiyat fakültelerine olan rağbetin azalmasına neden olabilir. Çünkü pedagojik formasyon belgesi alarak öğretmen olmayı hedefleyen fen-edebiyat fakültesi öğrencilerinin bu alanda tercih yapması engellenmiştir. Ayrıca eğitim fakültelerinde öğretmenlik eğitimi alan kişilerin iş hayatına girmesi artarken öğretmen sayısı azalacağı için de yüksek rekabet ortamında daha nitelikli insanların öğretmen olması sağlanmış olacaktır. Nitekim şu anda kendi alanında öğretmenlik sertifikasına sahip olan herkes KPSS ve mülakat yoluyla devlet okullarında çalışma imkanına sahip olabilmektedir.
Öğretmen istihdamı, diğer ülkelerde de benzer şekillerde yapılmaktadır. Her ülke Türkiye gibi merkezi bir sınava tabi tutmasa da bu yöntemi uygulayan ülkeler de mevcuttur. Örneğin Güney Kore, devlet kurumlarında öğretmen olarak çalışabilmek adına 4 yıllık öğretmenlik sertifikasına sahip olanların Kore Eğitim Bakanlığı’nın düzenlemiş olduğu öğretmen yerleştirme sınavına girmelerini istemektedir. Bu sınava ek olarak kişilik testine de girip başarılı olmaları beklenmektedir. Bu sisteme bakıldığında ülkemizde uygulanan KPSS ve mülakat sistemine benzerliği göze çarpmaktadır. Fakat bunun yanı sıra birçok ülkede de atama sırasında sınav yapılmadığı ve referans, sertifika ya da diploma notunun atama için yeterli olduğu görülmektedir. Finlandiya, Kanada, Singapur ve İngiltere bu ülkelere örnek olarak gösterilebilir.
Türkiye’de bulunan öğretmen sayısı öğretmen ihtiyacını karşılayacak düzeydedir. Pek çok gelişmiş ülkede branş bazında yeterli sayıda öğretmen bulunmamaktadır. Eğitim-Bir-Sen’in 2016 yılında yayımladığı rapora göre; 2015 yılında eğitim bilimlerinin farklı alanlarından KPSS’ye girenlerin sayısı 417 bin civarındadır. Şubat 2016 verilerine bakıldığında kurum bazında öğretmen ihtiyacı 130 bin civarındadır. Norm fazlası öğretmenler de işin içine alındığında, öğretmen ihtiyacı 90 bin civarına düşmektedir. Bu durum, öğretmenlerin %5’inin ihtiyaç bulunmayan okullarda görevlendirilmesinden kaynaklanmaktadır.
Tüm bunlar dikkate alındığında içerisinde bulunduğumuz pandemi şartları düşünülerek eğitim şeklinin değiştiği söylenebilir. Osmanlı’dan günümüze değin uygulanmakta olan klasik eğitim sistemi artık geride kalmıştır. Bunun yerine öğretmen ve öğrencinin bir arada bulunma mecburiyetinin bulunmadığı, farklı ortamlarda da eğitimin devam edebileceği dijital bir eğitim sistemine geçilmiştir. Bu durumda öğretmenin çocuğa sadece öğrenmeyi öğretmesinin yeterli olacağı zamanlar gelecektir. Ayrıca bir öğretmenin dijital ortamda binlerce öğrenciye aynı anda ulaşabilmesi durumu göz önüne alındığında öğretmene olan ihtiyaç azalacaktır ve öğretmen görevlendirmeleri de bu duruma göre yapılacaktır. Bu durum ülkemizde 2020 yılının atama sayısının az olmasından da öngörülebilir. Eğer dünya bu sistemde devam etmek üzere değişirse eğitim fakültelerinin ders içerikleri de dahil birçok alanda yeni düzenlemeler yapılması gerekecektir.