İnsan hakları, insanın sırf insan olmasından kaynaklanan yetkileri, hakları, daha doğrusu özgürlüğü ifade eder. Kavram olarak insan hakları pozitif hukuku da kapsar ama onu aşar. Bu bağlamda insan hakları çok geniştir ve en üstün ahlaki değerleri ifade eder.
Ahlaki ve felsefi bir kavram olarak insan haklarının birtakım özelliklere sahip olduğu kabul edilir. Buna göre insan hakları evrenseldir; tüm insanlar, zaman ve mekana bağlı olmaksızın insan haklarına sahiptir. Doğuştandır; varoluşun ayrılmaz parçasıdır. Mutlaktır; herhangi bir şarta bağlanamaz ve vazgeçilmezdir; bunlardan feragat edilemez.
Kavram 1789 Fransız İhtilali’nin ardından, ihtilalin ideolojik çerçevesi bağlamında kurumsallaşır ve anaysalara girerek yaygınlık kazanmaya başlar. Ancak zamanla önemli itirazlarla karşılaşır. İlki insan haklarının sınıfsal karekterine yani burjuva özelliğine atıf yapar. İkincisi onun sadece belli bir medeniyet çerçevesinin, Batı’nın değerlerini yansıttığını vurgular. Üçüncüsü ise millet ve aile hayatını dışarıda bırakarak kapitalist toplum düzeninin bir gereği olarak olarak, sadece bireyi ve onun kişisel ihtiyaçlarını esas alan hümanist bir anlayışı yansıttığını söyler. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından itirazlar marjinalleşir ve insan hakları, “serbest piyasa” ve “demokrasi” ile birlikte küreselleşen kapitalist dünya sisteminin üç temel umdesinden birisi olarak kabul edilir.
Doğrusu felsefi bir kavram ya da ideal olarak insan hakları hayli cazip gözükür. Fakat soyuttur ve hukuki bir anlam ifade etmesi, gerçekten işler kılınması hukuki düzenlemelere bağlıdır. Bu noktada karşımıza kamu özgürlükleri kavramı çıkmaktadır. Kamu özgürlükleri, insan haklarının pozitif hukuk aracılığı ile uygulamaya taşınmış kısmıdır. Bazan bunun yerine; anayasal haklar, temel hak ve özgürlükler, hak ve özgürlükler kavramları da kullanılmaktadır.
İnsan hakları hukuk hayatına düzenleme ile girer. Anayasalar hak ve özgürlükleri belirler, çerçeveyi çizer. Yasa koyucu kullanımı somutlaştırır, yasalar marifetiyle insan haklarını işler kılar. İnsan haklarının hukuk diliyle ifadesi sınırlamaları da beraberinde getirir. Çünkü düzen içinde özgürlük sınırlı bir özgürlüktür. Pratikte önemli olan, sınırları hangi değer ya da değerlerin belirleyeceği ve sınırların nerede başlayıp nerede biteceğidir. Teorik açıdan bakıldığında egemen devletlerin, anayasalar marifetiyle hem hakları hem de sınırlarını kendi toplumlarının değer ve ihtiyaçları çerçevesinde belirlediği söylenebilir. Ancak pratikte dünyanın; merkez çevre ilişkisi bağlamında, başka ülkelerden insan haklarına riayet etmesini talep etme yetkisine sahip ülkelerle, bu taleplere karşılık vermek zorunda bırakılan ülkeler biçiminde ayrıldığını ifade edebiliriz.
“Çünkü düzen içinde özgürlük sınırlı bir özgürlüktür. Pratikte önemli olan, sınırları hangi değer ya da değerlerin belirleyeceği ve sınırların nerede başlayıp nerede biteceğidir.”
Elbette bu tespit, dışarıdan insan haklarına uyma talebi ile karşılaşan ülkelerde hak ihlallerinin yaşanmadığı anlamına gelmez. Ancak insan haklarının denetlenen ülkeler üzerinde adeta bir sopa işlevi gördüğü gerçeğini de gözden ırak tutmamak gerekir.
Türk toplumunun modern insan hakları anlayışı ile temasını Tanzimat Fermanı’na kadar götürmek mümkündür. Ferman’ın, Türk topraklarını kapitalizme açtığı kabul edilen 1838 tarihli Balta Limanı Antlaşması’ndan (Osmanlı-İngiliz Ticaret Sözleşmesi) hemen sonraya rastlaması da son derece ilginçtir. Tanzimat Fermanı’nı Islahat Fermanı, 1876 Anayasası ve 1909 anayasa değişikliklerinin izlediğini biliyoruz. Cumhuriyet dönemi gelişmenin yoğunlaşarak devam ettiği bir süreci ifade etmiş ve bütün anayasalar, biraz fazla biraz eksik, liberal insan hakları anlayışını esas almıştır. Ancak bu dönemlerde anayasal düzenlemeler insan hakları açısından eleştirilmiş, bunun ötesinde uygulama açısından da kritikler hiç eksik olmamıştır.
21. yüzyıla girerken başlayan AB ile tam üyelik müzakereleri ve girişilen uyum süreci, insan hakları konusunda hızlı adımların atılmasına neden olmuştur. Türkiye bu süreçte, başta Medeni Kanun, Ceza Kanunu ve Ceza Yargılaması Kanunu olmak üzere, nerede ise bütün temel kanunlarını değiştirmiş, pek çok uluslararası insan hakları sözleşmesini iç hukukunun parçası haline getirmiş, dahası insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmeleri kanunlara üstün kılan bir anayasa değişikliği yapmıştır. Bu arada AİHM kararları bütün taraf devletler gibi Türkiye’de de ciddi etkiler doğurmuş ve bu doğrultuda Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunulabilmenin yolu açılmıştır.
Anayasal ve yasal düzenlemelerin tatmin ediciliği konusundaki tartışmalar bir yana, Türkiye insan hakları pratikleri bakımından, özellikle AİHM kararları bağlamında hep eleştirilerin odağında olmuştur. Suriye ve Irak’taki istikrarsız durum, öteden beri yürütülen terörle mücadele ve özellikle 15 Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişimi karşısında bu eleştirilerin sıhhati sorgulanabilir. Tam da koşullar içinde Türkiye, “Özgür Birey, Güçlü Toplum; Daha Demokratik Bir Türkiye” alt başlığı ile sunulan İnsan Hakları Eylem Planını devreye sokmuştur.
Plan, 11 temel ilke, 9 amaç , 50 hedef ve 393 faaliyeti içermektedir. Planın nihayi amacının ise yeni bir anayasa olduğu belirtilmektedir. Planda yer alan ilkeler, Anayasa ve Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası insan hakları sözleşmelerinde güvence altına alınan soyut prensipleri içermektedir. Plana göre, devletin tüm kurum ve kuruluşları faaliyetlerini; insan onuru, eşitlik, hukuk devleti, hukuki güvenlik, adalete erişim, ifade özgürlüğü, sosyal devlet ilkesi çerçevesinde korunacak serbest piyasa ekonomisi gibi ilkeleri gözeterek yerine getireceklerdir. Bu noktada en dikkat çekici husus ekonomik özgürlükler, serbest piyasa ekonomisi ve sosyal devlet ilkesi arasına kurulan ilişkidir. Bu ilke özellikle yoksul ve korunmaya muhtaç yurttaşların piyasa koşullarına terk edilmeyeceğine işaret etmektedir.
Planda yer alan amaçlar ise yukarıda zikredilen ilkelerin nasıl hayata geçirileceğini göstermektedir. Daha güçlü bir insan hakları koruma sistemi, yargı bağımsızlığının güçlendirilmesi, hukuki öngörülebilirliğin temini, ifade, din ve vicdan özgürlüğünün geliştirilmesi, kişi güvenliğinin kuvvetlendirilmesi, kişinin maddi/manevi varlığının ve özel hayatının korunması, mülkiyet hakkının korunması, kırılgan kesimlerin gözetilmesi, toplumsal refahın güçlendirilmesi ve insan hakları konusundaki farkındalığın artırılması bu bağlamda sayılan amaçlar arasındadır. Planın bu noktada dikkat çeken yanı, amaçlara daha ziyade bireysel ve kişisel hak temelinden bakılmış olmasıdır. Bunun tek istisnası kırılgan kesimler ve sosyal refahın artırılmasıdır. Oysa bu noktada sosyal haklara daha fazla vurgu yapılabilirdi.
Plan amaçları bu şekilde ortaya koyduktan sonra bunlarla ilgili hedefleri sıralamakta ve bu hedeflere hangi faaliyetlerle erişileceğini göstermektedir. Sözgelimi daha güçlü bir insan hakları koruma sisteminin ilk hedefi insan haklarına dayalı hukuk devleti anlayışının güçlendirilmesidir. Bunun için yürütülecek faaliyetler ise, mevzuat ve uygulamanın düzenli olarak gözden geçirilmesi ve gerekli tedbirlerin alınması, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’ndan kurumlara gönderilen talep, değerlendirme ve tespitlerin hızlı ve etkin biçimde karşılanmasının sağlamak gibi faaliyetlerdir. Amaca ulaşmak için belirlenen hedeflerin tespiti ve bu hedeflere ulaşılmasını sağlayacak faaliyetlerin ayrıntılarıyla açıklanması planı sade ve anlaşılır kılmaktadır.
Planda yer alan hedeflerin bir kısmı yasal düzenlemeyi gerektirirken bir kısmı daha alt düzenlemelere ihtiyaç duymaktadır. Hedeflerden bazıları ise uygulamadaki aksaklıkların giderilmesi suretiyle ulaşılabilecek özelliktedir. Bu bağlamda özellikle uygulama konusunun altını çizmek gerekir. Yasalar uygulanmak için vardır. Planda yer alan hedeflerden bir kısmı mevcut yasaların uygulanması ile çözülebilecek sorunlardır. Planın adil yargılanma hakkı ile ilgili kısmında yer alan kararların gerekçeli yazımını sağlamaya yönelik hedef bunun tipik örneğidir. “Adil yargılanmanın en temel özelliği kararların gerekçesidir. Kişilerin hangi karara ne için muhatap olduğunu bilmesi ve anlaması vazgeçilmez bir esastır”. Doğrusu bunu anlamak için asgari bir hukuk kültürüne sahip olmak yeterlidir.
“Yasalar uygulanmak için vardır. Planda yer alan hedeflerden bir kısmı mevcut yasaların uygulanması ile çözülebilecek sorunlardır.”
Temelde AİHM kararları, Avrupa Konseyi ve AB kurumlarının raporları ile Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerin denetim organlarının karar ve raporlarında vurgulanan hususları içeren; ancak yurt içinde de konu ile ilgili akademisyenler dahil olmak üzere, pek çok kamu kurum ve kuruluşu ile sivil toplum örgütünün görüşü alınarak oluşturulduğu anlaşılan İnsan Hakları Eylem Planı, bu alandaki somut sorunları göstermesi açısından son derece faydalı olmuştur. Kuşkusuz sorunların çözümü açısından yararlı olup olmayacağı planın uygulamaya taşınıp taşınmayacağı ile ilgili bir durumdur.