Dünyada İslam iktisadı tabirinin ilk kullanılışı 1930’lara, bu isim altında müstakil bir alan oluşturulması ise 1970’lere dayanmaktadır. Buna dair dünyadaki gelişmelerden de etkilenen Türkiye’de ise özellikle 1960’lardaki çeviri hareketiyle birlikte söz konusu alanda kıpırdanmalar başlamıştır. Fakat alanın daha duyulur ve görünür olmasını sağlayan asıl olay, 1980’li yıllarda Özel Finans Kurumları’nın kurulmasıdır. O tarihten bu yana da gerek teoride ilgili akademik çalışmaların kaleme alınması gerekse pratikte ilgili kurumların kuruluşu ile alana yönelik gelişmeler devam etmektedir. Tüm bu gelişmelerin yanı sıra İslam iktisadı alanında çözülmeyi bekleyen pek çok problem vardır. Nitekim bu çalışmada bu problemlerin öne çıkanlarını ele alacağız.
İslam iktisadı çeşitli sebeplerle bugün her şeyden önce bir akademik disiplin olma özelliğine haizdir. İşte mevcut sorunların belki de en önemlisi İslam iktisadının akademya açısından yaşadığı sorunlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sorunları da kendi içerisinde iki gruba ayırmak mümkündür. Bunlardan birincisi, müfredat kaynaklı sorunlar; ikincisi ise akademisyen kaynaklı sorunlardır. İlkinden başlayacak olursak, “İslam iktisadı adı altında münferit bölümler/programlar açmak mı yoksa iktisat/ekonomi bölümleri altında İslam iktisadına dair dersler okutmak mı daha münasiptir? Münasipse neden, değilse neden değildir? İslam iktisadı adı altında münferit bölümler açıldığı takdirde –ki halihazırda bu tarz bölümler mevcuttur- burada okutulacak derslerde fıkıh, iktisat, finans gibi alanların sıralamaları ve ağırlıkları nasıl olmalıdır?” gibi sorular derinlikli bir şekilde tartışılıp bunlar hakkında belli bir fikir birliğine varılamamıştır.
“İşte mevcut sorunların belki de en önemlisi İslam iktisadının akademya açısından yaşadığı sorunlar olarak karşımıza çıkmaktadır.”
Akademisyen kaynaklı sorunları içeren ikinci hususla ilgili olarak, Sabri Orman hocanın özetlediği üzere, “1970’li yıllarda akademik İslami iktisat çalışmalarının neredeyse bütünüyle gönüllülük esasına dayanan çalışmalar şeklinde olduğunu ve daha çok esas meşgalesi başka alanlar olan bazı akademisyenlerin adeta birer hobi olarak İslami iktisat çalıştıklarını söyleyebiliriz.” Bu durumun değişmeye başlaması şu geçen birkaç yılda söz konusu olabilmiştir. Bu sebepledir ki alanla ilgili resmi bir eğitim al(a)mamış, tezlerini/makalelerini alanla ilgili yaz(a)mayan, alanla doğrudan ilgilen(e)meyen, vaktinin büyük bir çoğunluğunu bu alana hasredemeyen bir akademisyen güruhunun çoğunluğu bir vakıadır. Bu durum ancak alanın akademik camiada daha fazla yer bulması, alanla ilgili her seviyede yetişmiş insan kaynağının olması gibi gelişmelerle değişecektir.
Akademiyle bağlantılı bir diğer problem de ilgili Türkçe kaynaklardaki yetersizliktir. Zira İslam iktisadının içinde doğup geliştiği coğrafya düşünülecek olursa Urduca, Arapça eserlerin, İngilizce’nin bir süredir yaygın akademik dil olması hasebiyle de özellikle İngilizce eserler alanda ağırlıktadır. Gerek 1960’lar gerekse de son dönemlerdeki hamlelerle Türkçe çeviriler belli bir sayıya erişmiş olsa da bu sayının tatmin edici boyutta olduğunu söylemek zordur. Ek olarak, özgün, telif Türkçe eserlerin sayısı çok daha az miktardadır. Bunun böyle olmasının sebeplerinden bir tanesi de yukarıda zikredilen, akademisyenlerle ve genel itibariyle yetişmiş insan eksikliği ile ilgili problemdir.
Yine akademya hususuyla ilintili olarak, akademik alanda üretilen bilginin, ortaya atılan teorilerin, öne sürülen fikirlerin pratiğe yansı(ya)maması, eksik ve/veya hatalı yansıması bir başka sorun alanıdır. Bugün gerek dünyada gerekse de Türkiye’de İslam iktisadının pratiğe en çok yansıdığı alan, İslami bankalar olarak adlandırılan katılım bankalarıdır. Çoğunlukla ‘ehven-i şer’ olarak görülen bu kurumların dışında İslam iktisadının etkilerini gündelik hayata taşıyan kurumların, politikaların ve hatta sistemlerin olmaması ya da çok seyrek oluşu sık sık eleştirilmektedir. Bu minval üzere zikredilen alternatif oluşumlara dair (vakıf, mikrofinans kurumu, kooperatif, karz-ı hasen, ahlaki politikalar vb.) geniş ölçekte uygulanabilir, etkin, sürdürülebilir öneriler ortaya koyulduğunu söylemek maalesef pek mümkün değildir.
Öte yandan, İslam iktisadını pratikte en görünür kıldığını dile getirdiğimiz İslami bankalar için ise ayrı tartışmalar mevcuttur. Bu kurumların İslam iktisadının özünü ne dereceye kadar yansıttığının sorgulanmasına ilave olarak söz konusu yansıtmayı daha iyi yapabilmesi için izlenecek yol ve yöntemler hususunda da tartışmalar vardır. Örneğin, “maliyet+kar” ile satış anlamına gelen murabaha yöntemi (katılım bankalarındaki bilinen ismiyle bireysel ve kurumsal finansman) bu kurumların temelini mi oluşturmalıdır? İslam iktisadının paylaşma, yardımlaşma gibi öne çıkardığı hasletleri destekleyen alternatif ürünler mevcut sistem içerisinde geliştirilemez mi? Bunlarla bankacılık mantığı nasıl bağdaştırılabilir? Hatta bir sonraki adımdaki soru olarak, bu tarz alternatifleri İslami bankalardan beklemek yersiz midir? Eğer öyleyse bunları hayata geçirecek başka yapılara mı yönelinmelidir? Bu ve benzeri tüm sorular hala tartışılmakta ve fakat genel geçer çözümlere ulaşılamamaktadır.
İslam iktisadına dair Türkiye özelinde zikretmiş olduğumuz yukarıdaki üç temel probleme ilave olarak görünürde daha basit olan fakat aslında içerik açısından çok daha problemli olduğunu düşündüğüm bir başka husus, alanın son dönemlerde kazandığı ivmeye paralel olarak alanla ilgili yapılanların ve yazılanların niteliğinin de aynı derecede ilerleyip ilerlemediğine dair kişisel ve kurumsal değerlendirilmelerin yapılması gereğine dairdir.
Özetle, özellikle son yıllarda adından daha fazla söz edilir olan İslam iktisadına dair Türkiye’deki temel problemleri ele aldığımız yazımızda şu gibi sorunlara değindik; özelde akademisyen geneldeyse yetişmiş insan kaynağının eksikliği, alanla ilgili özellikle Türkçe telif eserlerin yetersizliği, İslam iktisadı teorisinin pratiğe yansıyamaması ve/veya olumsuz yansımalarının yarattığı problemler ve son olarak ivme kazanan bu alandaki çalışmaların niteliğinin de aynı hızla ilerleyip ilerlemediğine dair değerlendirme eksikliğinin yarattığı ve yaratabileceği problemlerdir.