COP29’dan COP30’a: Küresel Riskler ve Sürdürülebilir Gelecek için Yol Haritası - İLKE Analiz

COP29’dan COP30’a: Küresel Riskler ve Sürdürülebilir Gelecek için Yol Haritası

Serhat Şahap

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) kapsamında düzenlenen Taraflar Konferansı (COP), küresel iklim politikalarının şekillendirilmesinde en önemli uluslararası zirvelerden biri olarak öne çıkmaktadır. 1995 yılından bu yana her yıl gerçekleştirilen bu zirveler, devletler, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları için iklim değişikliğiyle mücadele konusunda yol haritası belirleyen kritik platformlar niteliğindedir. Ancak küresel iklim krizinin giderek derinleştiği günümüzde, COP zirvelerinde alınan kararların uygulanma süreçleri yeterli hızda ilerlememektedir.

Dünya, iklim krizinin eşiğinde olup küresel karar vericiler için zaman giderek daralmaktadır. COP zirveleri, iklim eylemi ve sürdürülebilir bir dünya için politika oluşturma ve taahhütte bulunma açısından kritik bir platform sunmasına rağmen, hedeflenen ölçekte dönüşümü sağlayamamaktadır. Bu çalışmada, COP29’un çıktıları ve küresel etkileri değerlendirilecek; ABD’nin Paris Anlaşması’ndan çekilmesi, Küresel Riskler Raporu 2025’in bulguları, 2025 Avrupa Sürdürülebilir Kalkınma Raporu’nun önemli verileri ve COP30’a giden süreç ele alınacaktır.

COP29: Küresel Finansman Açığı ve İklim Politikalarındaki Belirsizlikler

11-24 Kasım 2024 tarihlerinde Bakü’de gerçekleştirilen COP29, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki finansman uçurumunu gözler önüne seren tartışmalara sahne olmuştur. Zirvede, karbon piyasalarının genişletilmesi ve metan emisyonlarının azaltılması gibi konular ele alınmıştır. 22 Kasım’da tamamlanması planlanan toplantı, yaşanan anlaşmazlıklar ve sivil toplumun daha etkili sonuçlar alınmasına yönelik baskısı nedeniyle iki gün gecikmeli olarak sona ermiştir.

Zirvede öne çıkan en önemli gelişme, gelişmekte olan ülkelere 2035 yılına kadar yıllık 300 milyar dolar iklim finansmanı sağlama taahhüdü olmuştur. Ancak bu rakam, küresel ölçekte ihtiyaç duyulan 1,3 trilyon dolarlık hedefin oldukça gerisinde kalmaktadır. Üstelik bu taahhüt, 2009’da COP15’te belirlenen ve 2020 yılına kadar gelişmekte olan ülkelere yıllık 100 milyar dolar sağlanmasını öngören önceki hedefin üç katı olmasına rağmen, söz konusu hedefe ulaşılması dahi iki yıl gecikmeyle ancak 2022’de mümkün olmuştur. Bu durum, iklim finansmanındaki ilerlemenin hâlâ ihtiyaç duyulan hızdan uzak olduğunu göstermektedir.

Ayrıca, önerilen finansman önceki taahhütlerin üç katına çıkmış gibi görünse de 2021-2035 döneminde yaşanacak enflasyon dikkate alındığında, gerçek etkisinin çok daha sınırlı olacağı öngörülmektedir. Üstelik, 2022 yılında yalnızca doğaya zarar veren ekonomik faaliyetlere yönelik kamu teşviklerinin 1,7 trilyon dolar seviyesinde olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu rakam iklim finansmanı açısından yetersiz olarak değerlendirilmektedir.

Türkiye’nin COP29’da sunduğu Biennial Transparency Raporu’na göre, iklim hedeflerine ulaşmak için 2025 yılı itibarıyla Gayrisafi Yurt İçi Hasıla’nın (GSYH) %1,7’sine denk gelen yıllık ilave yatırıma ihtiyaç duyulmaktadır (MoEUCC, 2024). Bu oranı yakalayabilmek için özel sektörden 14 milyar dolar, kamudan ise yaklaşık 10 milyar dolar ek finansman sağlanması gerekmektedir.

Finansman konusundaki belirsizlikler sürerken, COP29’da öne çıkan bir diğer kritik konu metan emisyonlarının azaltılması olmuştur. Küresel metan emisyonlarının %51’ini temsil eden 50 ülke, metan gazı salımını sınırlama taahhüdünde bulunmuştur. Ancak bu taahhütlerin uygulanabilirliği ve takip mekanizmalarının etkinliği halen belirsizliğini korumaktadır. Küresel ısınmaya en büyük etkiye neden olan sera gazlarından biri olan metan açısından, bu taahhütlerin somut adımlara dönüşüp dönüşmeyeceği büyük önem taşımaktadır.

COP29’un bir diğer eleştiri konusu ise birçok ülkenin güncellenmiş ulusal katkı beyanlarını (Nationally Determined Contributions – NDCs) sunmamış olmasıdır. Normal şartlarda COP29’da ülkelerin güncellenmiş ulusal katkı beyanlarını sunması ve COP30’da bu beyanların somut aksiyon planlarına dönüştürülmesi beklenmekteydi. Ancak birçok ülkenin bu süreci geciktirmesi, iklim hedeflerine yönelik yol haritasını belirsizleştirirken küresel iklim politikalarının uygulanabilirliği konusunda ciddi soru işaretleri yaratmaktadır. Bu durum, 2025 yılında Brezilya’da gerçekleştirilecek olan COP30’un yalnızca yeni taahhütlerin belirlenmesi değil, aynı zamanda eksik beyanların tamamlanması ve somut eylem adımlarının netleştirilmesi gereken bir zirve olacağını ortaya koymaktadır.

Finansman açığı, metan emisyonları ve karbon piyasalarına ilişkin belirsizlikler, iklim kriziyle mücadelede atılması gereken daha pek çok adım olduğunu ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, COP30’a giden süreçte küresel karar vericilerin atması gereken adımların kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesi kaçınılmaz hale gelmektedir. Aşırı hava olaylarının son on yılda dünya ekonomisine 2 trilyon dolara mal olduğu göz önüne alındığında (International Chamber of Commerce [ICC], 2024), asıl meselenin yalnızca finansman sağlamak değil, mevcut kaynakları etkin ve doğru bir şekilde konumlandırmak olduğu daha net anlaşılmaktadır.

ABD’nin Paris Anlaşması’ndan Çekilmesi ve Küresel İklim Eylemine Etkisi

Donald Trump’ın ABD başkanlığını devralmasıyla birlikte Paris İklim Anlaşması’ndan çekilme kararı alması, küresel iklim eylemi açısından kritik bir dönüm noktası olmuştur. Bu adım, uluslararası iklim politikalarına olan güvenin sarsılmasına yol açarken, iklim finansmanına yönelik uluslararası desteğin azalmasına ve fosil yakıt yatırımlarının hız kazanmasına neden olacağı öngörülmektedir.

Bu gelişmelere paralel olarak, ABD’nin en büyük altı bankasının BM destekli Net Sıfır İttifakı’ndan çekilmesi, finans sektöründe sürdürülebilirlik hedeflerine yönelik belirsizliği artırmış ve yeşil finansman açısından endişeleri derinleştirmiştir.

Küresel Riskler Raporu 2025: COP29’un Çıktıları ile Bağlantılı Riskler

COP29’un hemen ardından yayımlanan Küresel Riskler Raporu 2025, küresel istikrarı tehdit eden jeopolitik, çevresel, toplumsal ve teknolojik riskleri kapsamlı bir şekilde ele almaktadır. Rapora göre, kısa vadede yanlış bilgi ve dezenformasyon, aşırı hava olayları ve toplumsal kutuplaşma en büyük tehditler arasında yer alırken; uzun vadede biyoçeşitlilik kaybı, ekosistem çöküşü, doğal kaynak kıtlığı ve teknoloji temelli yeni belirsizlikler dünya düzeni üzerinde derin etkiler yaratacaktır.

Öne Çıkan Küresel Riskler:

  • Yanlış Bilgi ve Dezenformasyon: Küresel ölçekte bilgi akışının manipüle edilmesi, toplumların iklim değişikliğiyle ilgili gerçekleri kavramasını zorlaştırmaktadır. Sosyal medyanın etkisiyle yayılan yanıltıcı bilgiler, iklim krizinin ciddiyetini küçümseyen veya bilimsel gerçekleri çarpıtan söylemler oluşturabilmektedir. Bu durum, iklim politikalarına olan güveni zedeleyerek siyasi liderlerin ve karar alıcıların harekete geçmesini geciktirmekte, aynı zamanda toplumlar arasındaki kutuplaşmayı artırarak iklim krizine karşı kolektif eylemin önündeki en büyük engellerden biri hâline gelmektedir.
  • Aşırı Hava Olayları: Küresel ısınmanın etkisiyle şiddetlenen fırtınalar, kuraklıklar ve sıcak hava dalgaları, gıda güvenliği ve ekonomik istikrar açısından ciddi riskler oluşturmaktadır. Tarımsal üretimde verim kaybına yol açarak gıda fiyatlarının yükselmesine sebep olurken, aynı zamanda altyapı ve enerji sistemleri üzerinde baskı yaratarak ekonomik kırılganlıkları derinleştirmektedir. Ayrıca, aşırı hava olaylarının sıklığı ve şiddeti arttıkça, toplumların bu felaketlere uyum sağlama kapasitesi azalmaktadır ve uzun vadeli sürdürülebilir kalkınma hedefleri tehlikeye girmektedir.
  • Biyoçeşitlilik Kaybı ve Ekosistem Çöküşü: Doğal yaşam alanlarının yok olması, ekosistem dengesinin bozulmasına yol açarak tarımsal üretimi, su kaynaklarını ve hava kalitesini olumsuz etkilemektedir. Ekonomik açıdan bakıldığında, ekosistemlerin zarar görmesi tarım, balıkçılık ve ormancılık gibi sektörlerde büyük kayıplara neden olmaktadır. Biyoçeşitliliğin azalması, gıda güvenliğini riske atarak küresel tedarik zincirlerinde kırılganlık yaratmakta ve uzun vadede ekonomik istikrarsızlığa yol açmaktadır.
  • Teknoloji Temelli Belirsizlikler: Yapay zekâ, büyük veri ve otomasyon gibi teknolojiler küresel ekonomiye yeni fırsatlar sunmakla birlikte, yanlış kullanımları ciddi riskler oluşturmaktadır. Siber güvenlik tehditleri, devletler ve şirketler için büyük güvenlik açıkları yaratırken, veri manipülasyonu seçim süreçlerinden kamu politikalarına kadar geniş bir yelpazede toplumları etkilemektedir. Yapay zekâ destekli dezenformasyon kampanyaları, yanlış bilgilerin hızla yayılmasını sağlayarak toplumsal güveni zedeleyebilir. Bu nedenle, teknoloji alanında düzenleyici politikaların güçlendirilmesi ve etik kuralların oluşturulması büyük önem taşımaktadır.

Raporda, iklim krizinin yalnızca çevresel bir tehdit olmadığı, aynı zamanda ekonomik ve toplumsal bir kriz niteliği taşıdığı vurgulanmaktadır. Özellikle aşırı hava olayları, zorunlu göçü ve gelir eşitsizliklerini artırarak küresel kırılganlıkları derinleştirmektedir. COP30’un başarılı olabilmesi için, bu risklerin doğrudan iklim politikalarıyla ilişkilendirilmesi gerekmektedir.

Türkiye ve Küresel Riskler: COP30 Öncesi Öne Çıkan Başlıklar

Malum olduğu üzere, Türkiye hem bölgesel hem de küresel dinamiklerin ve krizlerin kesişim noktasında yer almakta olup, özellikle ekonomik, toplumsal ve çevresel kırılganlıklar açısından önemli risklerle karşı karşıyadır. Türkiye için önümüzdeki iki yıl içinde öne çıkan başlıca riskler şu şekilde sıralanmaktadır:

  1. Enflasyon: Makroekonomik istikrarsızlık, finansal riskleri artırmaktadır.
  2. Zorunlu Göç: Büyük mülteci nüfusu, sosyal uyum ve kaynak yönetimi üzerinde baskı oluşturmaktadır.
  3. Ekonomik Durgunluk: Küresel resesyonun etkileri, Türkiye’de ekonomik kırılganlıkları derinleştirmektedir.
  4. Gelir Eşitsizliği: Ekonomik fırsatların adil dağılımı zorlaşmakta, bu durum toplumsal kırılmaları artırmaktadır.
  5. İş Gücü ve Yetenek Eksikliği: Yeşil ekonomiye geçiş sürecinde en büyük darboğazlardan biri olmaya devam etmektedir.

COP30’a giden süreçte, tüm paydaşların, özellikle de Türkiye’deki ilgili otoritelerin mevcut riskleri göz önünde bulundurarak politikalarını şekillendirmesi ve yeni aksiyon alanlarında daha iddialı adımlar atması kritik önem taşımaktadır.

COP30’a Giderken

Brezilya’nın ev sahipliği yapacağı COP30, kaybedilen ivmenin yeniden kazanılması için kritik bir fırsat olarak değerlendirilmektedir. Lula yönetiminin Amazon yağmur ormanlarını koruma ve iklim finansmanını artırma hedefleri, COP30’un daha etkili olabileceğine dair umutları artırmaktadır. Ancak, COP29’da ortaya çıkan finansman açıkları ve taahhütlerdeki yetersizlikler göz önüne alındığında, COP30’un başarısı için aşağıdaki adımların atılması gerekmektedir:

  • İklim finansmanı konusunda daha iddialı hedefler belirlenmelidir. Gelişmekte olan ülkelerin beklentileri göz ardı edilmemelidir.
  • Yanlış bilgi ve dezenformasyonla mücadele edilmelidir. İklim politikalarının manipülasyona açık hâle gelmesi engellenmelidir.
  • Ekosistem çöküşü ve doğal kaynak kıtlığına karşı somut çözümler geliştirilmelidir. Yeşil ekonomiye geçiş süreci hızlandırılmalıdır.
  • Sivil toplum ve özel sektör, COP süreçlerine daha fazla dahil edilmelidir. Karar alma mekanizmaları genişletilmelidir. Bu tür zirvelere katılım, özellikle sivil toplum kuruluşları için ciddi maliyetler doğurduğundan, kaynak geliştirme birimlerinin şimdiden bu zirvelere katılımı kolaylaştıracak çalışmalar yürütmesi gerekmektedir. Ayrıca, uluslararası etki fonlarının, sivil toplum kuruluşlarının bu zirvelerde etkin bir şekilde yer almasını sağlayacak mekanizmaları hayata geçirmesi büyük önem taşımaktadır.

Tüm bu gelişmeler ışığında, COP29’un sonuçları küresel risklerin boyutlarını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Finansman açığı, metan emisyonları ve karbon piyasalarına ilişkin belirsizlikler, iklim kriziyle mücadelede atılması gereken pek çok adımın bulunduğunu ortaya koymaktadır. COP30, yalnızca yeni taahhütlerin verildiği bir zirve olmamalı; aynı zamanda iklim krizine karşı kolektif sorumluluğun somut eylemlere dönüştüğü bir dönüm noktası hâline gelmelidir. Küresel risklerin hızla arttığı bu süreçte, ertelenen kararlar ve yetersiz uygulamalar yalnızca geleceğimizi değil, bugünümüzü de tehdit etmektedir. Bilim insanları, aktivistler ve politika yapıcılar uzun süredir iklim değişikliğinin kaçınılmaz sonuçlarına dikkat çekmekte, ancak artık sözlerin eyleme dönüşme zamanı gelmiştir. COP30’da alınacak kararlar, yalnızca ulusal yönetimlerin değil, küresel toplumun geleceğini de belirleyecek nitelikte olmalıdır.

Eğer somut eylem planları hayata geçirilmezse, iklim krizinde geri dönülemez bir noktaya hızla yaklaşılacaktır. Bu durum yalnızca çevresel bir tehdit değil; küresel ekonomi, sosyal istikrar ve insan sağlığı açısından da büyük bir kriz anlamına gelmektedir. Geri dönüşü olmayan bir noktaya sürüklenmemek için COP30, gerçek anlamda bir kırılma anı olmalı ve uluslararası iş birliğinin merkezi hâline gelmelidir. Küresel risklerin giderek arttığı bu kritik süreçte, gecikmelerin ve yetersiz taahhütlerin yaratacağı olumsuz etkiler göz ardı edilemez. İklim krizine karşı gerçekçi ve etkili çözümler geliştirilmezse, dünya geri dönüşü olmayan bir noktaya sürüklenebilir. Bu nedenle COP30’un yalnızca taahhütlerin yenilendiği değil, gerçek ve uygulanabilir politikaların oluşturulduğu bir zirve olması tüm aktörler için bir zorunluluktur.

Son olarak, henüz nerede gerçekleştirileceği kararlaştırılmayan COP31’in ev sahipliği için adaylığını açıklayan Türkiye’nin, bu zirveye ev sahipliği yapmasını diliyorum. Türkiye, doğu ile batı, kuzey ile güney, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında bir köprü konumunda olup, küresel iklim eylemini hızlandırmak için önemli bir potansiyele sahiptir. COP31’in Türkiye’de gerçekleştirilmesi hem bölgesel hem de küresel ölçekte iklim eylemine ivme kazandıracaktır.

0 yorum

Diğer Yazılar

Yorum yap