Bugünlerde üniversite sınav sonuçları, kontenjanlardaki değişiklikler ve üniversite tercihleri temel gündemlerden birisidir. Bu yazının amacı bahsedilen konuları yükseköğretimde yıllardır devam eden arz ve talebin uyumu meselesi bağlamında analiz etmektir. Yazıda yükseköğretimde arz ve talep uyumunu merkeze alan bir yaklaşımla kontenjanlardaki değişime odaklanılmaktadır. Bu bağlamda arz ve talepteki uyumsuzluğu azaltmak ve gidermek adına yapılan düzenlemelerin sonuçları ve kısıtları üzerinde durulmaktadır. Bu çalışmada yükseköğretim programlarındaki kontenjan düzenlemeleri ve bölüm tercihleri kariyer yönetimi perspektifinden ele alınmaktadır.
Yükseköğretimde Arz ve Talep Uyumunu İyileştirme İhtiyacı
Türkiye’de yükseköğretimde arz ve talep arasındaki uyumsuzluğun azaltılması önemli bir mesele olarak 1970’li yıllarda öne çıkmaya başlamıştır ve bu konudaki tartışmalar halen devam etmektedir. Türk yükseköğretim sistemi gecikmeli de olsa 2000’li yılların başından itibaren öğrenci sayıları bakımından en fazla büyüyen sistemlerden birisi olmasına rağmen, sorun nitelik değiştirerek devam etmektedir. Yükseköğretimde arz ve talep uyumunu sağlamada öncelik daha fazla eğitim kalitesi, mesleki yönlendirme, beceri uyumu ve mezuniyet sonrası istihdam gibi alanlara doğru kaymaya başlamıştır. Son on yıl dikkate alındığında başvuran aday sayısında yavaş artış devam ederken yerleşen sayıları küçük değişiklikler olmakla birlikte neredeyse aynı düzeyde kalmıştır. Grafikte yükseköğretim sınavına başvuran aday sayısının 2024 yılında 2023’e göre yaklaşık 500 bin azaldığı dikkat çekmektedir. Kontenjanlar da 2024 yılında bir önceki yıla göre 67 bin civarında azalmıştır. Bu azalışın belli ölçüde yerleştirme sayılarına da yansıyacağı ifade edilebilir. Sayısal olarak bakıldığında yükseköğretim kurumları sınavlarına başvuran adayların yaklaşık üçte biri bir yükseköğretim kurumuna yerleşmektedir. Yükseköğretimde büyüme ve kapasite artışı ile sayısal bakımdan arz ve talebin dengesi belli ölçüde sağlanmış, kontenjan, yerleşme ve mezun sayıları 900 bin ile 1 milyon bandında seyretmeye başlamıştır.
Yükseköğretim kurumlarında kapasiteyi ve buna bağlı olarak kontenjanları artırmak Türkiye için bir gereklilik iken gelinen noktada niceliksel genişleme çözüm olarak yetmemektedir. Kontenjanların dolmaması yükseköğretime erişimde nitelik sorununu açık biçimde gözler önüne sermiştir. Bunun yanında sınava başvurduğu halde sınava katılmayan öğrenci sayılarının artması, çok az sayıda soru çözerek başvurduğu programın gerektirdiği altyapıya sahip olmadan yükseköğretim kurumlarına yerleşmeler, birden fazla yükseköğretim programına kaydolmak gibi gelişmeler de arz ve talep uyumsuzluğunun çeşitli yansımaları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yükseköğretime Girişte Arz ve Talep Uyumsuzluğunu Gidermeye Yönelik Düzenlemeler
Yükseköğretime girişte arz ve talep uyumsuzluğunu gidermek için yapılan çalışmaların başında kontenjanlara yönelik düzenlemeler ile açıköğretimin ağırlığının azaltılması ve ikinci öğretimlerin kapatılması gelmektedir. Bu yıl ise genel ve özel kontenjanlarda azalma yanında bazı bölümlerde kontenjanların ciddi biçimde azaltıldığı görülmektedir. Geçen yıl 1 milyon 15 bin 840 olan kontenjan sayısı bu yıl 960 bin 249’a düşürülmüştür. Toplamda genel ve özel kontenjanlarda 67 bin 709 azalma olmuştur. Türk Dili ve Edebiyatı, Tarih, İlahiyat, Beslenme ve Diyetetik, Hukuk, Elektrik-Elektronik Mühendisliği, Mimarlık ve Psikoloji gibi alanlarda kontenjanlar düşürülmüştür. Kontenjanları plansız artan/artırılan bu bölümlerde şimdi de kontenjan düşürülmesi yoluna gidilmiştir. Özellikle Türk Dili ve Edebiyatı ile Tarih bölümünde kontenjan azaltılması oldukça yüksektir. Buna karşılık İşletme, Yazılım Mühendisliği, Ebelik, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon gibi alanlarda ise kontenjan artışı yapılmıştır. Bu düzenlemelerin kontenjanları yüksek bölümlere yönelik olduğu dikkat çekmektedir. YÖK’ün karar ve düzenlemeleri yanında öğrenci gelmediği için kapanan lisans ve önlisans programları da dikkat çekmektedir.
Tıp, Diş Hekimliği, Mühendislik ve Hukuk gibi bazı programlara girebilmek için alınması gereken en düşük sıralamaya girme şartı konulması son yıllarda çözüm olarak öne çıkan bir başka düzenleme olmuştur. Düzenlemenin ağırlıklı olarak bir mesleğin icrası için ilgili bölümden mezun olma şartı olan bölümlere yönelik olduğu görülmektedir. Bu kapsamda Tıp Fakültesi programlarına sayısal en düşük 50 bininci, Diş Hekimliği sayısal en düşük 80 bininci, Eczacılık sayısal en düşük 100 bininci, Hukuk eşit ağırlık en düşük 125 bininci, Mimarlık sayısal en düşük 250 bininci, Mühendislik sayısal en düşük 300 bininci, Öğretmenlik ilgili puan türünde en düşük 300 bininci olmak bu programlara yerleşebilmek için gerekmektedir. En düşük sıralamaya girme şartı konulan bu bölümlere belli düzeyde altyapıya sahip öğrenci gelmesi ve eğitimin niteliğinin artması imkanı doğmaktadır. Bu düzenlemeye konu bölümler için en düşük sıralamanın olumlu bir gelişme olduğu ifade edilebilir. En düşük sıralama şartı olan bölümlerin eğitim kalitesini artırma, beceri uyumu, istihdam ve mezunların çalışma koşullarının iyileştirilmesi gibi konularda da paydaşları ile işbirliği içinde iyileşme sağlama çabası içinde olmaları önem arz etmektedir. Aksi halde en düşük sıralama şartının bir tür korumacılığa dönüşme ihtimali artacaktır.
En düşük sıralamaya girme şartının başka bölümler için neden konulmadığı sorusunun cevabı bilinmemektedir. Düzenlemeye tabi olmayan bölümler için çalışma hayatının kendi koşulları ya da piyasa mekanizmasının getireceği doğal seleksiyon öngörülmese de sürecin buraya doğru gitmesi ihtimali yüksektir. Örneğin, Psikoloji gibi uzmanlık gerektiren bazı mesleklere hazırlayan alanlarda bu şart neden konulmamıştır. Psikoloji örneğinde olduğu gibi öğrencilerini eşit ağırlık sıralamasında ilk binden alan bölümler yanında 1 milyon 500 bininci sıradan öğrenci alan bölümler de bulunmaktadır. Böyle geniş bir aralıktan öğrenci alınması bir yandan bu mesleği icra edecek kişilerin niteliğine dair sorunlar doğuracak diğer yandan bu bölümden mezun olacakların istihdamı sorununu oluşturacaktır. Öğrenci cazip bulduğu için programa yerleşmek, üniversite ise gelir getirici gördüğü için programı açmak isteyebilir. Ancak aynı mesleğe yönelik eğitim için öğrenci alımında bu kadar fark olması normal değildir. Sorun tek başına sıralama sınırı konularak aşılabilecek bir sorun da değildir. Psikoloji örneğinde olduğu gibi özellikle mesleki ve etik standartların önemli olduğu profesyonel meslek alanlarına yönelik düzenleyici kuruluşların yapacağı çalışmalar önemli ve belirleyici olmakla birlikte meslek örgütleri ve bireylerin de daha fazla sorumluluk alması gerekmektedir. Meslek örgütleri ve bireylerin çalışma hayatında yaşanan değişimler ve istihdam durumunu dikkate alan bir anlayışla konuya yaklaşmaları gerekmektedir. Her şeyi kontenjanları azaltmak ya da sınırlamaya indirgemek büyük resmi kaçırmak ve sorumluluktan kaçmak anlamına gelecektir.
Yükseköğretime girişte yapılan düzenlemelere paralel biçimde eğitim ve öğretim alanları bazında öğretim elemanı sayı ve niteliklerinin kontenjanlarla uyumunun artırılması dikkate alınması ve iyileştirilmesi gereken önemli bir meseledir. Mevcut durumda eğitim ve öğretim alanlarına göre öğrenci ve öğretim elemanı sayılarının dağılımında dengesizlik mevcuttur. Öğrenci ve öğretim elemanlarının temel alanlara dağılımı grafikte görülmektedir. Bu sayılara açıköğretim öğrenci sayıları dahildir. Mevcut dağılımda görülen dengesizlik bazı alanlarda oldukça yüksektir. Bu ise eğitim ve öğretim kalitesini önemli ölçüde etkilemektedir. Bu grafik aynı zamanda kontenjanlara yönelik düzenlemeler için de önemli bir veridir.
Grafik 2 incelendiğinde İş, Yönetim ve Hukuk alanında öğrenim gören öğrencilerin toplam öğrenci içindeki oranı %32,5 iken bu alandaki öğretim elemanlarının toplam içindeki oranı sadece %9’dur. Buna karşılık Sağlık ve Refah alanında öğrenim gören öğrencilerin toplam öğrenciye oranı %14 iken bu alandaki öğretim elemanlarının toplam öğretim elemanlarına oranı %29’dur. Alanların kendine özgü koşulları olmakla birlikte öğrenci kontenjanları ve öğretim elemanı planlamalarında alanlar bazında dağılımın dengesizliğini gidermeye yönelik adımların atılması gerekmektedir.
Günümüzde öğrenci sayıları artmakla birlikte istihdamdaki üniversite mezunu sayıları ekonomik ve sosyal olarak rekabet etmek istediğimiz ülkelere göre daha düşüktür. Sağlık, adalet, eğitim, mühendislik ve Ar-Ge gibi uzmanlık temelli meslek alanlarında çalışan uzman sayısını nüfusumuza oranladığımızda (100 bin kişiye düşen doktor sayısı vb.) mesleği icra eden kişi sayıları açısından da durum aynıdır. Bu kapsamda bir yandan yükseköğretimde eğitim kalitesini yükseltmek adına kontenjanları sınırlamak ve baraj koymak gibi kararları verirken bir yandan da bu alanlardaki uzman açığının nasıl kapatılacağını birlikte düşünmek ve planlamak gerekmektedir. Bu yüzden kontenjanları düzenlerken konuya daha geniş bir perspektiften bakmak, çalışma hayatındaki değişimleri ve ihtiyaçları dikkate almak ve ülke olarak hedeflediğimiz mesleklerin/işlerin yürütülme norm ve standartlarına yönelik kabuller üzerinden ilerlemek gerekmektedir.
Yükseköğretime girişe yönelik yapılan düzenlemeler arasında yer alan önemli ve olumlu bir gelişmeden bahsetmekte yarar var. Son yıllarda teknoloji ve yapay zekâ kapsamında yeni bölümler açılmaya başlandığı ve bu yıl daha da arttığı görülmektedir. YÖK Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar dijital teknolojiler alanında yaşanan hızlı gelişmelere paralel olarak, ilgili bütün sektörlerde istihdam edilmek üzere nitelikli insan gücüne duyulan ihtiyacı karşılamak adına yapay zekâ, yapay zekâ çözümleri, dijitalleşme ve büyük veri alanlarında yeni lisans ve ön lisans programlarının açılmasına karar verdiklerini belirtmiştir. Yeni açılmaya başlayan bölümlerin istihdamı önceleyen bölümler olması önemlidir. Bununla birlikte değişimin hızlı olduğu alanlara yönelik açılacak bölümlerin eğitim süresi, müfredatı ve öğretim yaklaşım ve teknikleri önemli olacaktır.
Kariyer Yönetimi Yaklaşımıyla Kontenjanlardaki Değişimi Konumlandırmak
Üniversite ve bölüm tercihini daha geniş bir açıdan bakarak kariyer tercihi ve hayata hazırlık olarak ele alabiliriz. Kariyer bağlamında üniversite ve bölüm tercihi çalışma hayatı için önemli bir başlangıçtır. Meslek ve kariyer kavramları gündelik dilde zaman zaman birbirinin yerine kullanılsa da birbiriyle yakından ilişkili ancak ayrı kavramlardır. Kariyer, meslekten daha geniş bir anlama sahiptir. Kariyeri gelişimsel bir süreç olarak ele almak, üniversitede okunacak bölümün seçimi, üniversitede yan dal ve çap imkanları, üniversite ve bölümün sunduğu imkanlar ile çalışma hayatında işler, meslekler, işletmeler ve sektörler arası geçişi de dikkate alan bütüncül bir yaklaşım önem kazanmaktadır. Üniversite ve bölüm tercihi yaparken bölüm ve mesleklerin sadece günümüzdeki durumuna odaklanmak, kısa vadeli ve durağan bir tercihi ifade edecektir. Çünkü insanlar başlangıçta bir meslek seçseler bile, zaman içinde iş ve meslek değişiklikleri yapabilmektedir. Bölüm ya da meslek tercihi bir defa yapılan ve ömür boyu devam edecek bir tercih olmaktan çıkmaya başlamıştır. Hayatlarının değişik evrelerinde bireylerin istek ve beklentileri değişmekte yeni bilgi, beceri ve deneyimler kazandıkça yeni arayış ve tercihler yapmaktadır. Yine çalışma hayatında iş ve mesleklerin niteliği zamanla değişmekte, kişiler de yeni tercihlerle karşı karşıya kalmaktadır. Bu yüzden hem kişinin gelişip değiştiği hem de çalışma hayatı, işler ve mesleklerin değiştiğini kabul ederek, kişi iş/meslek eşleştirmesini süreklilik gösteren dinamik bir seçim olarak kabul etmek gerekmektedir. Bunun için çevremizdeki gelişmelerin izlenmesi ve buna göre kariyer yolculuğunun şekillendirilmesi önem kazanmaktadır. Değişim ve gelişmeler biraz da kişilerin hazırlıklı olmasına bağlı olarak fırsat ya da tehdide dönüşmektedir. Kontenjanlarda yapılan azaltma veya artışı biraz da bu çerçevede değerlendirmek faydalı olacaktır.
Üniversite ve bölüm tercihini yapacak kişinin kendisinin merkezde olması, bu süreçlerde aktif rol alması ve tercih kararını sahiplenmesi kritik hususlar arasındadır. Üniversite ve bölüm tercihi öncesi adayın kendini değerlendirmesi ve şu soruları kendisine sorması tercihlerini daha nitelikli ve sağlıklı yapmasını sağlayacaktır. Bu kapsamda kolay ve sıradan gibi görünse de cevabı kolay olmayan şu sorulara cevap aranmalıdır: Ben kimim? Benim için hayatta neler önemli? Çalışmanın benim hayatımdaki yeri nedir? Neleri yapmaktan hoşlanıyorum? Hangi alanlarda daha kabiliyetliyim? Ne tür sorumluluklar üstlenmeliyim? Bu sorular üzerine düşündükten sonra bölüm ve üniversite kararı verilmesi daha nitelikli bir tercih imkanı verecektir.
Tercih döneminde adayların kendisini tanımanın yanında çalışma hayatı, işler ve meslekler hakkında gerçekçi bilgiye sahip olarak tercih yapabilmesi çok önemlidir. Ancak tercih sürecinde çalışma hayatının ve mesleklerin dinamikleri hakkında kısıtlı bilgi ile karar verildiği görülmektedir. Bölüm ve üniversite tercihi öncesi mesleğin çalışma koşulları, geleceği ve çalışma hayatındaki değişimlere yönelik gerçekçi bilgilere ihtiyaç duyulmaktadır. Bunu çalışma hayatındaki kontenjanların değişimini takip etmek olarak da ifade edebiliriz. Kişinin kendini analiz ve çalışma hayatını ve meslekleri analiz sonrası somut tercihlere geçilmesi daha sağlıklı karar vermeyi sağlayacaktır. Bu analizler sonrası daha somut düzeyde üniversite ve bölümün eğitim kalitesi, öğretim üyesi kadrosu, öğrencilik sırasında sağladığı ortam ile mezuniyet sonrası sağlayacağı imkanların araştırılması önemlidir. Bu araştırmalardan sonra uygun üniversite ve bölümlerin belirlenmesi ve karşılaştırılması sonrasında en uygun tercihin yapılması daha sağlıklı olacaktır. Üniversite ve bölüm karşılaştırmalarında sadece bugünkü durumlarını değil, geleceğe dair yaklaşımları ve planlarına özel bir önem vermek gerekmektedir. Üniversiteler ve bölümleri araştırırken kullanılabilecek bilgi ve veri sağlayan kaynakların sayısında da son yıllarda artış olmuştur. Bu kapsamda üniversitelerin tanıtım çalışmaları yanında YÖK Atlas, Cumhurbaşkanlığı İnsan Kaynakları Ofisi ve MEB Üç Adım Rehberlik kılavuzu gibi sürece yönelik bilgi ve veri sağlayan kaynakların varlığı önemlidir. Yine bu alanda çok sayıda dijital kaynağa erişmek ve karar süreçlerinde kullanmak mümkündür.
Sonuç Yerine
Yükseköğretimde 2000’li yılların ortasından sonra yaşanan hızlı büyüme sonucu yükseköğretime başvuran aday, kontenjan ve yerleşen aday sayılarında önemli bir artış yaşanmıştır. Hızlı büyümenin getirdiği olumlu gelişmeler yanında mezunların istihdamı, eğitim kalitesi, yükseköğrenimin finansmanı gibi yeni sorunlar da ortaya çıkmıştır. Eğitim kalitesi ve süresi, hayat boyu öğrenme, dijital dünyadaki gelişmeler, mezuniyet sonrası istihdam sorunları gibi faktörlerin etkisiyle yükseköğretim ve diplomaların geçerliliğinin tartışıldığı bir dönem yaşanmaktadır.
Son yıllarda yükseköğretime girişte arz ve talep uyumsuzluğunu gidermek için bazı düzenlemelerin yapıldığı görülmektedir. Bu kapsamda program kapatma veya yeni program açma, programlar için en düşük sıralama sınırı koyma, programlarda kontenjanı azaltma veya artırma gibi düzenlemeler yapılmaktadır. Bu düzenlemelerin bugüne dair sonuçları ve etkileri yanında uzun vadeli sonuçları ve etkileri de olmaktadır. Bu çalışmaların çok boyutlu ele alınması, her düzenlemenin getireceği olumlu sonuçlar kadar doğuracağı yeni sorunları da dikkate almak gerekmektedir. Kontenjanlardaki azalma sayıları içinde hızlı büyüme sürecinde bazı bölüm ve alanlarda plansız büyüme (kontenjan artışının) hatasını düzeltmenin de payı olduğunu hatırlatmakta yarar var.
Arz ve talep dengesizliğini gidermeye yönelik çalışmalarda hem yatay hem de dikey nitelik uyuşmazlığı dikkate alınması gereken önemli bir meseledir. Değişimlerin hızlandığı bir çağda bazı bölümlerde sadece müfredatın güncellenmesi değil eğitim sürelerinin kısaltılması üzerinde de düşünülmesi ve harekete geçilmesi gerekmektedir. Özetle yükseköğretimde arz ve talep dengesini sağlamada kısmi ve reaktif yaklaşım yerine daha bütüncül, proaktif ve yapısal düzenlemeler gerekmektedir. Bunların başında ise yükseköğretim kurumlarını çeşitlilik temelinde yeniden yapılandırmak ve farklı ihtiyaçlara ve önceliklere cevap verebilen bir yükseköğretim sistemi oluşturabilmek gelmektedir. Bireylerin ise kendi özelliklerinin farkında, yaşanan değişimler ve istihdam koşullarını dikkate alarak tercihlerini yapmaları gerekmektedir. Yükseköğretimde arz ve talebin uyumlaştırılması sürecinde YÖK gibi düzenleyici kurumlar, iş dünyası, meslek örgütleri ve bireylerin sorumluluğu başkasına atmadan sorumluluk üstlenmesi, birbiriyle iletişim ve iş birliği içinde çalışması gerekmektedir.