7 Ekim’den beri devam eden, bir halkı kasten ve sistemli bir biçimde yok etmeye yönelik büyük bir saldırıya dönüştüğü için artık ancak soykırım olarak tanımlanabilecek İsrail’in saldırılarında Gazze’deki Sağlık Bakanlığı’nın verdiği bilgiye göre şimdiye kadar (28 Ekim 2023) 7703 Filistinli şehit oldu. Bunların 3038’ini çocuklar, 1726’sını kadınlar ve 414’ünü yaşlılar oluştururken; 2,3 milyon kişinin yaşadığı Gazze’de konutlar, okullar, hastaneler, ibadethaneler de havadan ve karadan bombalanmakta, hayatta kalmaya çalışanların ise en temel ihtiyaç maddelerine ulaşmakta güçlük çektiği acımasız bir abluka sürmektedir.
Ne kadar anlatılırsa anlatılsın Filistin’de yaşanan durumun vahametini tam olarak tasvir etmek mümkün değildir. Fakat olayların sıcaklığıyla dikkatlerden kaçan önemli bir hususun daha fazla altını çizmek gerekir: Filistin direnişinin sosyal temelleri. Zira İsrail’in ısrarla tekrarladığı, Batılı devletler ve hâkim konvansiyonel medya tarafından da benimsenen yaklaşıma göre bir tarafta modern, demokratik bir devlet; diğer tarafta ise halkı temsil etme gücü olmayan bir terör örgütü yer almaktadır. Dolayısıyla bu söyleme göre bir devlet; kendi topraklarında gözü olan, kendi halkının yaşam kalitesini düşüren ve huzursuz eden bir terör örgütüyle mücadele etmektedir. Burada, Soğuk Savaş sonrası taşları döşenmeye başlanan ama özellikle de 11 Eylül sonrasında hâkim hale gelen alışık olduğumuz denklem, farklı mahfillerde farklı derecelerde devreye girmektedir: İslam, İslamcılığa; İslamcılık, şiddete; şiddet, teröre ve terör de Hamas’a eşit görülmüştür. Oysa Hamas, uzun erimli ve köklü bir sosyal hareket bünyesinde ortaya çıkmış bir örgütten ibarettir. 75 yıllık tarihi içerisinde Hamas’tan önce de ve şu anda da birçok örgütü bünyesinde barındıran bu sosyal hareket anlaşılmadan, olaylardaki gerçeklikleri kavramak mümkün değildir. Hamas ortaya çıkmadan önce de İsrail’in yaptıkları ortadadır. Dolayısıyla mesele Hamas’tan ibaret değildir. Öyle olduğu varsayılsa bile çocukların, kadınların, yaşlıların hunharca öldürülmesi, hastanelerin ve ibadethanelerin bombalanması; İsrail’in kendi söylemlerine bile uymayacaktır.
Filistin’de genel olarak, ve özellikle 1967 sonrasında, bir yandan İsrail’in varlığı ve onunla inişli çıkışlı siyasal ilişkiler sürerken diğer taraftan sosyal problemler ve onların çözüm yollarına yönelik farklı yaklaşım ve örgütlenmeler gerçekleşmekteydi. Farklı yöntemler benimseyen bu oluşumların bir kısmı sosyal problemleri çözmekte devletten çok daha başarılıydı. Altyapı, cami ve okulların inşası gibi maddi unsurlar yanında kavgalı aileler arasında arabuluculuk yapma, ihtilafları adil bir şekilde çözme, öğrencileri destekleme ve onlara yurtdışında okuma imkânı oluşturma, sağlık hizmetleri sunma, mevcut yönetimlerin başarısız kaldıkları konularda halka çıkış yolları gösterme gibi faaliyetleriyle sosyal alanda örgütlenmişlerdi. Bunları gerçekleştirirken içeride ve dışarıda mümkün tüm kaynakları seferber etme, çeşitli ülke yönetimleri ve teşkilatlarıyla ilişkiler kurma, hem ülke içi siyasette hem de İsrail’e karşı yeni söylemler ve argümanlar üretme becerileri ile sosyal varlıklarını güçlendirmişlerdi.[1] Bu sosyal hareket içerisinde de tüm hareketlerde olduğu gibi yaklaşım ve yöntem farklılıkları, İsrail ile ve Filistin yönetimi ile ilişkilerin nasıl olması gerektiği konusunda görüş farklılıkları, silahlı mücadelenin olup olmaması gerektiği konusundaki ihtilaflar başından beri var olmuştur. İdeolojik perspektifte ise İslamcılık en baskın karakter olmakla beraber milliyetçilik ve sol söylemler farklı zamanlarda farklı derecelerde yer almıştır.
2006 yılındaki milletvekili seçimlerinde Hamas büyük bir başarı göstermiş ancak ABD ve AB ülkeleri başta olmak üzere birçok devlet Hamas ile çalışmayı kabul etmemiş ve Haması’ı terör örgütü olarak tanımlamışlardı. FKÖ ile Hamas arasındaki gerilimler ve çatışmalar sonucunda da FKÖ Batı Şeria’da, Hamas ise Gazze’de yönetimi elinde tutmuştur. Bu süre içerisinde İsrail, sürekli genişleyen bir biçimde yerleşimci politikalarına devam etmiş, Gazze’yi bir açık hapishaneye dönüştürmüştür. Bu, uzun gerilimli tarih içerisinde doğan yeni kuşaklar, giderek daha fazla bu sosyal hareketin içerisinde daha fazla yer almıştır. Hareket, sağlam örgütlülüğü içerisinde gençleri kabiliyetleri, mizaçları, bireysel tercihleri istikametinde farklı alanlara kanalize edebilme becerisini göstermiştir. Hamas işte böyle bir zeminde ortaya çıkmış, hareketin bünyesinde gelişen, organizasyon anlamında büyüyen bir kabiliyete ulaşmıştır. Kendi içerisinde çeşitli evrelerden geçmiş, tartışmalar yürütmüş, silahlı direnişi de mümkün ve gerekli görmüş, siyasal, sosyal ve askeri kanatlar teşekkül etmiştir. Kısaca özetlediğimiz bu sosyal zemini bir tarafa bırakarak, günümüzdeki olayları İsrail-Hamas savaşı olarak görmek yanlış, en azından büyük ölçüde eksik kalacaktır. Gazze’de, uzun yıllardır küçük bir toprak parçasında abluka altında yaşayan 2 milyondan fazla insanın Hamas eliyle kıt ve çok sınırlı imkanlarla ortaya koyduğu direniş ve elde ettiği başarı bir izzet arayışı olarak İslamcılığın da en önemli temsillerinden birini ortaya koymaktadır.
Hangi gerçeklik daha gerçek?
7 Ekim sonrasında İsrail’in giriştiği soykırım teşebbüsünde küresel bağlamda ortaya çıkan yeni ve çok önemli bir durumdan daha bahsetmek gerekir. İsrail’in uzun yıllardır yatırım yaptığı ve ABD ve AB ülkelerinin destekleriyle küresel ölçekte oluşturduğu söylem gücünü yitirdi. Büyük ölçüde küresel konvansiyonel büyük medyanın aracılığıyla üretilen bu suni gerçeklik, halklar nezdinde kabul edilir olmaktan çıktı. Beyrut’tan Sana’ya, Berlin’den Kuala Lumpur’a, İdlip’ten Paris’e, New York’tan Rabat’a, Karaçi’den Amsterdam’a, Sidney’den Atina’ya, Mumbai’den Kopenhag’a, Lyon’dan Tokyo’ya, Kahire’den Londra’ya, Frankfurt’tan İstanbul’a kadar doğuda ve batıda birçok şehirde Gazze’ye destek içerikli kitlesel eylemler yapıldı. Bazı Avrupa ülkelerinde Filistin bayrağı taşımak yasaklandı, birçok kişi gözaltına alındı. Söz konusu eylemler, bardağı taşıran bir nokta olarak İsrail’in el-Ehli Baptist hastanesini bombalaması ve yüzlerce insanı katletmesi sonrası gerçekleşti. Bu kitlesel eylemlerin organizasyon ve katılımında gençlerin ağırlıkta olduğu ise rahatlıkla gözlenebilmektedir. Kitlelerin, aslında sadece İsrail’in ortaya koyduğu vahşeti telin etmek için değil, küresel ölçekte hâkim olan söz konusu bu suni gerçekliği tanımadıklarını haykırmak için de toplandığını söylemek mümkün. Özellikle de Batılı ülkelerde halkların kendi yönetimlerinin tersine ortaya koydukları irade; aynı zamanda kendilerinin güdülen ve pasif konumda olmadıklarını, aktif ve özne olduklarını ilan eden eylemler niteliğindedir.
Arap Baharı sürecinde, sosyal hareketler literatüründe özellikle sosyal medyaya vurgu yapılmış ama sonra etkisinin abartılmaması gerektiği konusunda bir ortak kanaat oluşmuş ve oldukça temkinli yaklaşımlar geliştirilmişti. Fakat bugün, İsrail karşıtı kitlesel eylemlere yol açan görüntü ve haberlerin aracılığını sosyal medyanın yaptığını, yine kitlelerin harekete geçmesinde ve örgütlü hareket etmesinde sosyal medyanın çok büyük bir rol aldığını söylemek gerekmektedir. Her ne kadar sosyal medya, dezenformasyondan yankı odalarına kadar birçok sakıncayı bünyesinde barındırsa da genç kuşakların birincil iletişim aracı haline gelmiştir. Sosyal medya ile konvansiyonel medya arasındaki ilişkiyi karşıt kutuplar olarak algılamamak gerekir, zira bir yönüyle birbirini besleyen ve devam ettiren şeylerdir. Ancak aralarındaki farklılıkları da göz ardı etmemek gerekir. Bu kitlesel eylemler bir yandan Filistin’e destek ve İsrail’i telin içerirken, diğer taraftan devletlerin ve sermayenin desteğiyle konvansiyonel medyanın söylemine bir başkaldırıdır. Sosyal medyanın kakofonik yapısına ve her halükârda dolayım oluşturmasına rağmen gerçek olana konvansiyonel medyadan daha yakın olduğu da şüphesizdir. Bugün ortaya çıkan tabloda gençlerin daha ön planda olduklarını, hem bireysel hem de kitlesel düzeyde özne olduklarını her fırsatta hatırlattıklarını ve bunu ortaya koymak için sosyal medya gibi aracıların açtıkları alanları sonuna kadar kullandıklarını, kendi ulusal sınırlarını aşarak küresel ilişki ağlarının içerisinde yer aldıklarını ve değişim talebinde bulunduklarını söylemek mümkündür. Kısa vadede konvansiyonel yöntemlerin baskın olmaya devam edeceğini öngörsek de mızrak artık çuvala sığamaz hale gelmiştir. Gazze ortaya koyduğu izzetli direnişle sadece kendilerini ve topraklarını savunmakla kalmıyor aynı zamanda tüm dünya üzerine çekilmiş ve gerçeğe ulaşmamızı engelleyen perdenin yırtılmasına da sebep oluyor.
***
[1] Keleşoğlu, Erhan. “Filistin’den Bir Toplumsal Hareket: Hamas”, Toplumsal Hareketler: Tarih, Teori ve Deneyim. Derleyen: Y. Doğan Çetinkaya, İletişim Yayınları, 2021, (ss.513-531).
Fotoğraf: Henry Nicholls / AFP