2021 öncesinde Türkiye’nin Körfez ülkeleri ile ilişkileri sınıflandırılırken üç blok göze çarpmaktaydı: Türkiye’nin iş birliğini birçok alanda artırıp stratejik bir ortak olarak gördüğü Katar, belli alanlarda ilişkilerinin olduğu, diplomatik olarak da sıcak karşılandığı Kuveyt ve Umman ve bazı zamanlarda husumet gibi yorumlanabilecek bir bölgesel rekabet içinde olduğu Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan ve Bahreyn. 2021 yılından sonraki değişiklikler temel olarak Katar’ın üzerindeki ablukanın kaldırılmasıyla başlamış gibi görünse de, daha önceki yazıda da belirttiğimiz üzere, başta ABD seçimleri olmak üzere küresel ve bölgesel dinamiklerdeki değişiklikler; bu ülkeler ve Türkiye arasındaki ilişkilerde de yeni bir dönem başlatmıştır. Bu yazımızda Körfez İşbirliği Konseyinin (KİK) üç oyun kurucu ülkesi BAE, Katar ve Suudi Arabistan ile Türkiye’nin 2021’den günümüze ilişkilerini inceleyeceğiz.
Birleşik Arap Emirlikleri
Katar’a yönelik ambargoyu kaldırma aşamasına giden diplomatik sürecin daha çok Katar ve Suudi Arabistan arasında ilerlemesi; BAE yönetiminin dışlanmış hissetmesine, hatta ablukayı bitiren Al Ula Anlaşması’ndan hoşnut olmadığına varan yorumlara sebep olmuştur. Anlaşmanın imzalandığı hafta, dönemin BAE Dışişleri Bakanı’nın esen olumlu rüzgârlara yönelik “Güven ve uyumun yeniden inşası noktasında gerçekçi olmalıyız.“ sözleri bu yorumları doğrular nitelikte görülebilir. 2021 başlangıcında Abu Dabi yönetimi, Katar’ın izlediği stratejiye benzer bir stratejiyle anlaşmalarını bölgesel düzeyde de farklılaştırmak amacıyla Türkiye ile diplomatik yakınlaşma sürecine girdi. BAE Ulusal Güvenlik Danışmanı Şeyh Tahnun’un ziyareti ile de BAE ve Türkiye normalleşme süreci diplomatik olarak başlamış oldu. Her ne kadar ambargo sürecinde Türkiye’ye karşı tutunulan tavır, karşılıklı ekonomik ilişkileri kötü etkilemiş olsa da BAE Türkiye’nin Körfez’deki en büyük ticari hacme sahip ülke olma özelliğini devam ettirmiştir. Bu bağlamda özellikle 2021 yazından sonra ilerleyen ilişkiler, son olarak Türkiye ve BAE arasında imzalanan 50 milyar dolarlık hacme sahip bir anlaşma ile artarak devam etmektedir. Ancak bunların yani sıra, özellikle Libya konusundaki karşıt taraflara verilen destek, tam manasıyla paralel bir bölgesel stratejiye de sahip olunmadığını göstermektedir. Özellikle Suriye’deki rejimle ilişkilerini, İsrail’le olan normalleşme sürecindeki baş aktör olma rolünü ve benzeri bölgesel hamleleri de göz önüne aldığımızda BAE’nin diplomatik bir merkez olma çabası içinde olduğu söylenebilir.
Öte taraftan, Suudi Arabistan ve Katar ortaklığı da düşünüldüğünde KİK içi dinamikler noktasında; BAE’nin, Katar’ın Arap Baharı’ndan ablukaya giden süreçte yaşadığına benzer bir uzaklaşma yaşadığından söz edilebilir. Hatta bazı yorumcular bunun da ötesinde yaşanılabilecek bir anlaşmazlık durumunda, Suudi ve Emirlik yöneticilerinin hırsları göz önüne alındığında daha onarılmaz yaralar açabileceğini öne sürmektedir. Bu aşamada BAE’nin de, o süreçte Katar’ın uyguladığı stratejiye benzer bir şekilde, Türkiye gibi bir partnere ihtiyaç duyduğunun farkındalığı ile ilişkileri yeniden tasarlamaya çalıştığı söylenebilir. Ekonomik ilişkilerin yanı sıra savunma endüstrisinde de Türkiye ile envanter ve teknoloji noktasında ciddi ilişkiler kurmaya çalıştığı görülmektedir. Özetle, Türkiye’nin izlediği Orta Doğu’da normalleşme stratejileri açısından BAE ile olan ilişkilerin karşılıklı fayda üzerine inşa edildiği ve böyle devam edeceği de söylenebilir.
Suudi Arabistan
Türkiye’nin Körfez ilişkileri anlamında en çok önemsediği ülkenin Suudi Arabistan olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Bunun temel sebebinin de Körfez’deki baskın Suudi etkisi olduğu söylenebilir. Başka bir deyişle, gerek nüfus yoğunluğu gerek tarihi, siyasi ve dini konumu göz önüne alındığında KİK’in başaktörünün Suudi Arabistan olduğu su götürmez bir gerçektir. 2017 Körfez krizinden önce bu anlayış ile Türkiye, Suudi Arabistan ile ilişkilerini her zaman sıcak tutmaya çalışmıştır. Ancak Körfez krizinde Suudi Arabistan’ın agresif tavrı ve Katar’a Türkiye ile olan ilişkilerini azaltmayı dayatması olumsuz bir doöemi beraberinde getirmiştir. Yine de Türkiye’nin krizin ilk anından itibaren gerek arabuluculuk arzusunu dile getirmesi gerekse de Kuveyt’in oynadığı arabuluculuk rolüne destek vermesi, bölgesel anlamda krizin Türkiye’nin istemediği bir durum olduğunu göstermiştir. Bu anlamda her ne kadar Suudi Arabistan ile ilişkiler oldukça yıpranmış olsa da Türkiye, Suudi Arabistan ile husumetli olmaktan hoşnut olmamıştır denilebilir. Suudi Arabistan tarafında ise; Türkiye’nin bölgesel lider olarak görülmesinin oluşturduğu rahatsızlıktan kaynaklı daha fevri çıkışlar ile gerilen ilişkilerin, Katar ile sağlanan anlaşmadan sonra iyileşme sürecine girdiği söylenebilir. Bu anlamda, Suudi cephesinde de ABD yönetimine duyulan güvenin azalmasıyla birlikte Türkiye’ye yönelik daha ılımlı bir tavır takınıldığı görülmektedir. Aynı zamanda karşılıklı fayda ilişkisine dayalı bir dönemin de sinyallerini görebiliriz.
Her ne kadar Körfez krizinden sonra dengelerin bir daha değişeceği ve Suudi Arabistan’ın bu sefer de Türkiye’ye karşı Katar’ı yanına çekeceği öngörüleri ortaya atılsa da hem Türkiye tarafında hem de Suudi Arabistan tarafında diplomatik uzlaşının özellikle bu dönemde elzem olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Türkiye’nin bu siyasetinin arkasında Körfez’den gelecek yatırımlara duyulan ihtiyaç ve yeni bir bölgesel güvenlik denkleminde Körfez ülkelerini karşısına almama arzusu; Suudi Arabistan’da ise keskin reformların yapıldığı bir dönemde iç siyaseti denge altında tutmak için önemli hamlelere ihtiyacı olan Muhammed bin Selman’ın, Körfez krizinde bölgesel bir güç olduğunu kabullendiği Türkiye’nin karşısında durmanın içeride ve dışarda kaybettirdiklerinin bilinci ile daha yapıcı bir tutum izlediği söylenebilir.
Katar
Türkiye’nin Katar ile olan olumlu ilişkileri Körfez krizi dönemindeki stratejik iş birliğinin de verdiği güven ve liderler arasındaki bireysel iletişimle kriz sonrasında da artmaya devam etmiştir. Her ne kadar Körfez krizinin bitmesine yakın zamanlarda Katar’ın Arap ülkeleriyle, özellikle de Suudi Arabistan ile, olan yakınlaşması bazı yorumcular ve bürokratlar tarafından ilişkilerin zayıflayabileceği gibi bir düşünceye sebep olsa da ilişkilerin yönü pozitif yönde seyretmeye devam etmiştir. Bu aşamada altını çizmemiz gereken nokta, Doha ve Ankara yönetimlerinin birbirini kader ortağı olarak gördükleri anlayışı olabilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Katar Emiri Temim bin Hamad El Sani başta olmak üzere, iki ülke yöneticileri de ilişkileri tanımlarken bölgesel dinamikleri aynı perspektifle okuma noktasının altını çizmektedirler. Bu bağlamda, Katar’ın özellikle Körfez krizinden herhangi bir taviz vermeden çıkmasının en önemli destekçilerinden sayılan Türkiye’ye sırtını döneceği yorumu, çok gerçekçi gelmemektedir. Bunun da ötesinde, Türkiye’nin Katar’a verdiği politik ve askeri desteğin Katar tarafından ulusal güvenliğin garantisi olarak görüldüğü söylenebilir. Salt gerçekçi bir bakış açısıyla baktığımızda bile bu durumda iki tarafında faydasına bir durum söz konusu değildir.
Bunun yanı sıra, özellikle diğer KİK ülkelerinin farklı ortaklıklarla diplomatik gücünü artırmaya çalıştığı bir dönemde Katar-Türkiye ilişkilerinin de güçleneceği ihtimalinin yüksek olduğunu belirtmekle beraber, Türkiye cephesinden olaylara baktığımızda da Ankara yönetiminin ekonomik sıkıntıların aşılması için önemli girişimlerde bulunduğuna şahit olduğumuz bu dönemde daha ılımlı bir dış politika izleyeceğini, bu politikaların önemli bir aktörünün de Katar olacağını söylersek yanılmış olmayız. Bu noktada, her ne kadar uzun yıllardır süregelen ilişkiler kişisel düzeyde olumlu devam etse de kurumsal düzeyde bir ortaklığın sağlanması, daha rasyonel bir strateji olarak görülebilir.
Sonuç
Körfez krizi sonrası Türkiye’nin üç bölgesel aktörle ilişkilerini incelediğimiz bu yazımızda, BAE ile ilişkilerin karşılıklı çıkar merkezli; Suudi Arabistan ile olan ilişkilerin iki ülkenin de iç ve dış politikalarına uygun bir ılımlılıkla, son olarak Katar ile olan ilişkilerin ise stratejik ortaklıktan da öte bir kader ortaklığı olarak devam ettiği şeklinde özetleyebiliriz. Bu noktada BAE ile olan ilişkilerin ekonomik yönünün yanı sıra siyasi ve savunma yönleri öne çıkmaktadır. Suudi Arabistan’ın küresel düzeyde birtakım farklı serüvenler içerisine girdiği bu dönemde, Türkiye ile olan ilişkileri de farklı bir önem kazanmaktadır. Riyad yönetimi, her ne kadar farklı ortaklıklar kazanmış olsa da, Körfez krizi ile Türkiye’yi karşısına almanın KİK veya Körfez’in geneli, hatta ve hatta geniş Ortadoğu dinamikleri açısından rasyonel olmadığının farkına varmıştır. Katar’la olan ilişkilerde ise her ne kadar olumsuz bir durum gözlenmiyorsa da kişisel düzeyde kurulan iyi ilişkilerin kırılganlığının giderilmesi açısından her alanda kurumsallaşmaya gidilmesi, daha sağlam ve öngörülebilir bir ortaklık getirecektir. Ayrıca, daha sonraki yazılarda incelenebilecek önemli bir başlık olarak; KİK ülkeleri ile kurulan ilişkilerin Türkiye’nin iç işlerine yansımaları noktasında da bazı çalışmaların yapılması, ilişkilerin rahat bir şekilde devam edebilmesi için önemli görülmektedir.
***
Görsel: Reuters.