Modernizm, sanayi devriminin de getirdiği yeni trendler ve dinamiklerle bireylerin davranışlarında belirgin bir farklılığa neden olmuştur. Yeni dünyanın kapitalist düzeninde artık “kadın” da serbest piyasa ekonomisinin resmî olarak bir “öznesi” konumuna gelmiştir.[1] Eğitim, istihdam ve sosyoekonomik dinamiklerdeki değişimler, kadınların “ulusal kalkınma”ya aktif olarak katılması talebini de beraberinde getirmiştir. Diğer yandan köyden kentlere göçlerin gerçekleşmesiyle geniş ailelerden çekirdek aile yaşamlarına da bir geçiş olmuştur. Dolayısıyla da hem hane içi sorumluluklar hem ebeveynlik hem de çalışma hayatındaki sorumluluklar erkek ve kadın arasında paylaşılması gereken yükümlülükler hâline gelmiştir. Örneğin, geniş ailelerdeki iş bölümü, yaşlıların çocuk bakımına desteği gibi durumlar değişmiştir.
Bunun sonucunda ise kentlerde yaşayan -özellikle- kadınlar hem hane içinde hem de iş hayatında ikili, üçlü roller üstlenmek zorunda kalmıştır. Elbette tüm sorumluluklar arasında dengenin sağlanması oldukça önemlidir. Çünkü herhangi bir dengesizlik gerek kişisel hayatta gerek iş hayatında gerekse aile hayatında zorlanmalara ve yıpranmalara neden olabilmektedir. Bu noktada “denge” kavramının özellikle kadının hem hane içi hem de iş hayatındaki rolünü sağlıklı biçimde sürdürebilmesi noktasında kritik olduğunu düşünüyorum. Buradaki “kadın” ayrıştırmasını toplumsal gerçeklerimiz sebebiyle, dengenin kurulamadığı noktalarda yükün kadınlar üzerinde yoğunlaştığına dikkat çekmek için vurguladığımı belirtmek isterim. Nitekim bu meselenin aslında “kadının çalışması” şeklinde ayrıştırıcı bir noktadan değil; kadın-erkek ayrımından uzak daha üst ve kuşatıcı bir kimlik olarak insan açısından ele alınması gerekmektedir.
Kadının çalışma hayatına katılması başlarda hem toplumsal düzeyde hem de dinî açıdan çok daha tartışılan bir meseleyken, literatürde ilgili çalışmalara bakıldığında kadının iş hayatındaki rolüne ilişkin yaklaşımın giderek daha ılımlı karşılandığı anlaşılmaktadır.
“Devletlerin üretim odaklı millî hasılaları ilerleme kaydettikçe kadınların da iş hayatına katılma oranı artmıştır. Fakat özellikle evli kadınlar söz konusu olduğunda, meslek ve ev arasındaki ikili rol ve sorumlulukların birlikte yürütülmesi aşırı zor karşılanmaktadır. Bu noktada denge unsurunun göz önünde bulundurulması esastır.”
– Tengku Muda, Syed Husin (2020)
İş ile yaşam dengesi kavramı daha sonra kadını; kişisel yaşam, aile yaşamı, sosyal ve hatta zihinsel ve fiziksel sağlığa yönelik olsun, her eylemde dengeli olma duygusu benimsemeye ve göreceli olarak işleri önceliklendirmeye karar vermesine bağlıdır. Ancak elbette gözden kaçırılmamalıdır ki İslam’da dengeli bir hayat fikri yalnızca kadınlar için değil; kadın ya da erkek tüm bireyler için ve hayatın her alanı için gerekli bir edinimdir. Dolayısıyla söz konusu dengenin sağlanabilmesi için “kadının çalışması” meselesinin doğru algılanabilmesi gerekmektedir. Bu algıya ulaşabilmenin ve sorunu doğru konumlandırabilmenin birincil yolunun meseleye kadın ya da erkek ayrımı yapmadan “insan” temelinde bakabilmekten geçtiğini düşünüyorum.
Ayetler Ne Söylüyor?
Nitekim Kur’an ayetleri göz önünde bulundurulduğunda Mümtehine Sûresi 12. ayette Hz. Peygamber’in kadınlardan bizzat biat alma hadisesi anlatılmaktadır. Bu bağlam, ilgili çalışmaların hemen hepsinde, İslam’da kadının hür ve iradesinin bağımsız oluşuna delil kabul edilen verilerden biridir. Buradan anlaşılacağı üzere yalnızca kadın olmak, gerek hak ehliyeti gerek fiil ehliyeti açısından olsun ayrıştırıcı bir kıstas değildir. Diğer yandan yine zekât ve hac gibi mali yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde erkek ya da kadın ayrımı bulunmamaktadır.
Dolayısıyla bir kadının sahip olduğu maddi-manevi hakların tümü bütün sorumluluklarıyla beraber bizzat kendisine aittir. Diğer yandan ayetlerde genel olarak çalışma ve bir kazanç elde etme noktasında kadınları ayıran herhangi bir ifade bulunmamaktadır:
“İnsan ancak çalıştığı için vardır.”
– Necm, 53/39
“… Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır; kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allah’ın lütfundan nasibinizi isteyin…”
– Nisa, 4/32
“Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi helâk etmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir.”
– Nisa, 4/29
Tüm bu ayetlerde açıkça herhangi bir kadın erkek ayrımının olmadığı gözlemlenmektedir.
Türkiye’de Diyanet Nasıl Yaklaşıyor?
Türkiye’de Diyanet’in yaklaşımında ise, kadının çalışma hayatındaki yerine ilişkin 2002 yılındaki yayımlanan “Kadınların İş Hayatında ve Yönetimde Yer Almaları” başlıklı kurul kararındaki fetvaya göre;
- İslam’da erkeklere tanınan temel hak ve hürriyetler, aynı derecede kadınlara da tanınmış olup kadın olmak hak ve fiil ehliyetini daraltan bir sebep değildir.
- İslam’ın öngördüğü temel prensip ve hükümlere göre, genel ahlak kurallarına uymak kaydıyla, kadın-erkek herkes çalışma, ticaret yapma ve iş hayatına katılma hakkına sahiptir.
- Fıtrî donanıma haiz liyakatli kadınların, devlet başkanlığı da dâhil her türlü yönetimde görev almasında dinî açıdan bir sakınca yoktur.
Diyanet İşleri Başkanlığı bu yaklaşımla kadınların iş hayatında etkin bir şekilde rol alabileceğini ortaya koymaktadır.
Akademik Literatür Ne Söylüyor?
Kadının iş hayatındaki rolüne ilişkin birçok makale tartışmalar yürütmüştür. Özellikle din ve dindarlık merkezli çalışmalarda kadının çalışmasının birtakım şartlara bağlandığı görülmektedir. Bu şartlar genelde koca izni, kadının bakıma muhtaç çocuğunun olmaması ve evi geçindirecek bir erkeğin olmaması şeklinde başlıklar altında toplanmıştır.
Ancak bu şartların dinî ilkelerden beslendiği ise tartışmalıdır. Zira Hz. Peygamber’in eşlerinden Hz. Hatice iyi bir tüccar, Hz. Zeynep iyi bir zanaatkâr, Hz. Aişe iyi bir ilim kadını, Hz. Sevde ise öğretmen olarak bilinir. Yine aynı şekilde sahabeden Rayta bt. Abdullah zanaatkâr bir kadın, Şifa el-Adeviyye Medine pazarında pazar sorumlularından biri, Kayle el-Enmariyye tüccar, Muleyke Ümmü’s-Saib es-Sakafiyye, Esma bint Muharribe ve Havla bint Tuveyt attar olarak çalışıyorlardı. Bu durumda çalışıp meslek edinmek, ilim sahibi olmak ve bunları icra etmek isteyen eşine Müslüman erkeğin izin verip vermeme hakkına sahip olmasının dayanağının ancak kültürel kodlardan ibaret olabileceğini söylemek gerekir. Bu konuda tercihin -eşler arası istişare ve karşılıklı rızanın gözetilmesiyle birlikte- nihai olarak kadına bırakılması en makul yol olacaktır. Kadınların çalışmasında öne sürülen şartlardan bir diğeri “evin geçimini sağlayacak erkeğin olmaması” gerekçesidir. Bu gerekçe, çalışmayı sadece gelir getirici bir faaliyet ile eşleştirdiği için oldukça sıkıntılı bir yaklaşımdır. Zira bir mesleği icra etmek, hiçbir kimse için “hayatını başka türlü idame ettirememe” şartına bağlanamaz. Kişi, mali durumunu daha da iyileştirmek, sosyal saygınlık kazanmak veya kazancı ile toplum yararına işler yapmak için de çalışabilir.
Diğer yandan yaygın bir görüş ise kadının öncelikli işinin, ev idaresi, çocuk bakımı ve eğitimi, erkeğin öncelikli işinin ise fizik gücüne dayanan işler olduğu şeklindedir. İhtiyaç ve zaruri hâllerde ise kadının çalışabileceği savunulmaktadır. İslam hukukçularının kadınların çalışma hayatı ile ilgili çok kapsamlı çalışmaları bulunmaktadır. Bu çalışmalar genel itibariyle İslam’da kadının kocasına karşı sorumluluklarını aksatmadan; çalışmak, ticaret yapmak, icar, hibe, şirket kurma gibi birçok hakkının var olduğunu, bunlar için kadının kocasından izin almak zorunda dahi olmadığını belirtmektedir. Bunun yanında nikâh, hibe, şuf’a, icâre, iâre, vekâlet, şirket, kısmet, dava, sulh, vasiyet gibi sosyal ve ekonomik tüm haklarda erkekle eşit kabul edilmiştir. Bununla birlikte elbette ki fıtrat farklılıklarından dolayı kadın ve erkek arasında yatkınlıklar arasında bazı farklılıkların olabileceği de gözden kaçırılmamalıdır.
Acarlıoğlu’na göre ise İslâm’da önemli olan, kadının çalıştığı ortamın haram ve helal sınırlarına dikkat edilen yerler olmasıdır. Hatırlatılması gereken diğer bir mesele ise harama ve helale uyması gerekenlerin sadece kadınlar olmadığıdır. Şayet çalışılan ortam İslâm’ın temel kaidelerine uygun yerler değilse, böyle bir mekânda elbette ki kadın-erkek fark etmeksizin Müslüman bireylerin hiçbirinin çalışması uygun olmayacaktır.
Çıkarım ve Bazı Notlar
Bu bağlamda erkek ya da kadın fark etmeksizin, Müslüman olan ve İslami hassasiyetlere bağlı olduğunu dile getiren tüm bireylerin helal ve meşru yollardan kazanç elde etmesi esastır. Bu açıklamalar ışığında dikkat edilebilecek yegâne şey “koşullar”dır. Koşullar ise tüm Müslümanlar ve hayattaki tüm davranışlar için olduğu gibi bu hususta da sadece bireylerin kendisini ilgilendiren bir husustur. Kararı alacak olan da kararlarının sonuçlarına katlanacak olan da sorumluluklarının yerine getirmenin de getirmemenin de hesabını verecek olan da kişilerin bizzat kendisidir. Burada yalnızca Müslüman toplumlar olarak “cemaat” ruhuna sahip olmanın sunduğu bir farklılıkla bireyler birbirlerine maruf tavsiyelerde bulunabilirler ve “emri bil maruf nehyi anil münker” ilkesini yerine getirebilirler. Ancak burada da dil ve üslubun büyük önem taşıdığını hiçbir zaman hatırdan çıkarmamak büyük önem arz edecektir.
Diğer önemli bir husus, para kazandıran emek ile kazandırmayan emeğin giderek kesin çizgilerle ayrılmasından sonra, kadının bir eş, bir anne, bir birey olarak ürettiği değerin ve çalışmasının karşılığında parasal bir karşılık olmadığından, yapılan katkı çalışma kategorisi dışında kalmıştır. Bunu en kesin biçimde ev kadını ile çalışan kadın ayrımında görmek mümkündür. Her gün evinin temizlik, ütü ve yemek işlerini yapan kadın ev kadını olarak görülürken, bir fabrika veya iş yerinde aşçı, ütücü veya temizlikçi olup aynı işleri ücret karşılığı yapan kadın, çalışan kadındır. Matematik bölümü mezunu olduğu hâlde öğretmenlik yapmayan ve para kazanmayan kadın, kendi çocuğuna matematik dersi verirse ev kadınıdır, ama başka çocuklara ücret karşılığı aynı dersi verdiğinde çalışan kadındır. Yani çalışan kadın dendiğinde, evinde çalışan kadın değil para kazanan kadın kastedilmektedir.
Çalışma kavramı, çalışmanın bir türü olan ücret karşılığı çalışma ile özdeşleşmiş durumdadır. Yapılan bir alan araştırmasında çalışan kadın ifadesinden toplumun neredeyse yüzde yetmişinin “ücret karşılığı bir iş yerinde çalışan kadını” anladıklarını bildirmişlerdir. Dış görünüşü itibariyle dindarlığı ile temayüz etmeyen kadın sadece kadın olmak yönüyle dahi çalışma hayatında bazı engellerle karşılaşmaktadır. Diğer yandan dış görünüşüyle dindarlığı da temayüz eden kadın ise buna ek olarak -Türkiye’nin yaşadığı politik tartışmalar vs. sebebiyle- hem kadın olması açısından bazı engeller hem de dindarlığı sebebiyle bazı engeller gibi ikili bir zorluk içinde mücadelesini sürdürmek zorunda kalmıştır.
Sonuç olarak, Müslüman toplumlarda genelde kadının ücretli işlerde çalışmasına negatif bir tutum takınılmasının ardındaki gerekçeleri kültürel ve dinî olmak üzere ikiye ayırmak gerekir. Fakat kritik bir mesele olarak bu iki gerekçenin ayrıntılarına bakılması hangisinin baskın olduğunun iyi fark edilmesi gerekir. Sahiden neye ya da kime göre tavır alıyoruz bu meselede? Dolayısıyla bugün yapılması gereken şey kültürel kodlar, töresel öğretiler gibi İslam’ın özünden olmayan yaklaşımların ve özellikle Türkiye açısından cinsiyetçi ayrımlar, erkek çocuklar ile kız çocukların yetiştirilme farklılıkları gibi hatalı toplumsal gerçeklerimizin İslam’ın özünde sunulan ilkeler; ayet ve hadisler ile Hz. Peygamberin içinde yaşadığı her an bizzat yetiştirdiği örnekler ile uyuşmadığını fark edebilmek ve sadece Müslümanca bakabilmektir. Bunu başarabildikten sonra denge meselesinde de önemli bir iyileşme kaydedileceği ve hem aile hayatlarının hem de iş hayatlarının daha sağlıklı yürütülebileceği kanaatindeyim.
Tüm bunların sonucunda da çalışma hayatındaki sıkıntılar, çalışma hayatındaki cinsiyet ayrımcılığı problemleri, kadınların çalışma hayatına katılmasının işgücü dengelerine ve ücretlere olumsuz etkisi iddiaları gibi konularda araştırmaların yapılmasına da belki de zamanla gerek dahi kalmayacaktır. Çünkü kadının artık ötekileştirilmeden, olumlu olumsuz tüm yanlarıyla, iş hayatındaki avantajları ve dezavantajlarıyla, tüm güçlü ve zayıf yönleriyle kabul görmesi bir zorunluluktur. En önemlisi de ister ücret karşılığı çalışan olarak isterse hane içinde “ev hanımı” tabiriyle ev yönetiminin bir parçası olarak tarih boyunca daima “ekonomik bir değer üreten, emeği ve çıktıları olan bir paydaş” olageldiğinin farkında olmak gerekmektedir. Bu kabullenmeler ve farkındalıklar çalışma boyunca bahsi geçen pek çok problemin çözümünde ışık olacaktır. Işığı görmek istemek ise ilk adım…
[1] Burada modernizm sonrası kadınların çalışma hayatında tüm hak ve sorumluluklarıyla var olmaya başlaması kısmı gündem edilmektedir; yoksa erken dönemlerden beri kadın daima hem evde hem bahçede/tarlada çalışan, ev yönetiminde emeği olan ve bir ekonomik değer üreten birey olagelmiştir.
***
Editör Notu: Bu yazı, ilk olarak 4 Kasım 2022 tarihinde İLKE Vakfı İKAM bünyesindeki islamiktisadı.net‘te yayımlanmıştır.
Görsel: Independent, Workplaces must make room for Muslim women – starting with our toxic drinking culture