Farklı Kültürler Zamanı Nasıl Kavrıyor? - İLKE Analiz

Farklı Kültürler Zamanı Nasıl Kavrıyor?

Richard D. Lewis

Doğu ve Batı kültürleri zamanı farklı perspektiflerle değerlendirilir; hatta kendi içlerinde bile zaman kavramına bakış ülkeden ülkeye değişiklik gösterir. Batı Yarımküre’de, ABD ve Meksika zamanı öylesine taban tabana zıt bir şekilde kullanmaktadır ki, bu durum iki halk arasında yoğun bir sürtüşmeye neden olmaktadır. Batı Avrupa’da İsviçre’nin zamana karşı tutumu komşu İtalya’nınkiyle çok az benzerlik gösterir. Taylandlılar zamanın geçişini Japonlarla aynı şekilde değerlendirmezler. İngiltere’de gelecek önünüzde uzanırken, Madagaskar’da kafanızın arkasından uzanıp ileriye doğru akar.

Doğrusal Zaman

Zamanları oldukça kıymetli olan Amerikalıların zaman anlayışıyla başlayalım. Amerikalı doktorlar, diş hekimleri ya da avukatlarla muhatap olmak zorunda kalan herkesin söyleyebileceği gibi: çünkü en pahalı zaman onlarınki.

Bir Amerikalı için zaman gerçekten para demektir. Kâr odaklı bir toplumda zaman değerli, hatta kıt bir metadır. İlkbahardaki bir dağ nehri gibi hızlı akar ve geçişinden faydalanmak istiyorsanız, onunla birlikte hızlı hareket etmeniz gerekir. Amerikalılar eylem insanıdır, boş durmaya tahammül edemezler. Geçmiş geride kalmıştır; ancak bugünü yakalayabilir, parselleyebilir, paketleyebilir ve yakın gelecekte işinize yaramasını sağlayabilirler. Şekil 1 Amerikalıların zamanı nasıl gördüklerini, Şekil 2 ise nasıl kullandıklarını göstermektedir.

Şekil 1. Amerikan Zaman Akışı
Şekil 2. Amerikan Zamanını Parçalamak

ABD’de para kazanmadığınız sürece bir hiçsiniz. Eğer 40 yıllık kazanç kapasiteniz varsa ve 4 milyon dolar kazanmak istiyorsanız bu, yılda 100.000 dolar demektir. Bunu 250 iş gününde başarabilirseniz, günde 400 dolar ya da saatte 50 dolar eder. Bu yönelimle Amerikalılar zamanlarının saatte 50 dolara mal olduğunu söyleyebilirler. Ayrıca zaman israfından, harcama yapmaktan, bütçelemekten ve tasarruf etmekten de sık sık bahsederler.

Bu durum yeterince mantıklı görünüyor, ta ki bu fikri diğer kültürlere uygulamaya başlayana kadar. İki saat içinde bir balık tutmayı başaramayan Portekizli balıkçı zamanını boşa mı harcamıştır? Perşembe günü birini Hıristiyanlık’a döndüremediği için Sicilyalı rahip önemini yitirmiş midir? Geçen hafta ilhamı gelmemiş Alman besteci, Fransız şair, İspanyol ressam, parasal terimlerle ifade edilebilecek fırsatları kaçırmış mıdır?

Zaman tutmayı kutsallaştıranlar sadece Amerikalılar değildir, zira İsviçre ve Almanya’da da bu, neredeyse bir dindir. İngiltere; genel olarak Anglosakson dünyası; Hollanda, Avusturya ve İskandinavya’yla birlikte, doğrusal bir zaman ve eylem vizyonuna sahiptir. Amerikalılar gibi onlar da, kararlar alınmadan ya da eylemler gerçekleştirilmeden zamanın geçtiğinden (boşa harcandığından) şüphelenirler.

Bu gruplar aynı zamanda monokroniktir; yani bir seferde sadece tek bir şey yapmayı, ona konsantre olmayı ve onu sabit bir program dahilinde yapmayı tercih ederler. Böylece, daha fazla işi daha verimli bir şekilde yapabileceklerini düşünürler. Dahası, Protestan iş ahlakı ile aşılanmış olduklarından çalışma süresini başarı ile eş tutarlar: ne kadar çok çalışırsanız, yani ne kadar çok saat çalışırsanız, o kadar başarılı olursunuz ve bir o kadar da çok para kazanırsınız. Bu fikir Amerikalılar için mükemmel bir anlam ifade ederken, sınıf bilincine sahip İngiltere’de daha az ağırlık taşıyacak ve otorite, ayrıcalık ve doğuştan gelen hakların teoriyi her fırsatta çürüttüğü Güney Avrupa ülkelerinde tamamen gerçek dışı olarak görülecektir. Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi bir toplumda az çalışarak ya da hiç çalışmayarak iyi kazananların en başarılılar olduğu varsayılabilir.

Çoklu Aktif Zaman

Güney Avrupalılar doğrusal aktif olmaktan ziyade çoklu aktiftir.[1] Aynı anda ne kadar çok şey yapabilirlerse, kendilerini o kadar mutlu ve tatmin olmuş hissederler. Amerikalılar, zamanlarını ve yaşamlarını Almanlar ve İsviçrelilerden tamamen farklı bir şekilde düzenlerler. Çoklu aktif insanlar programlarla ya da dakiklikle pek ilgilenmezler. Özellikle doğrusal aktif bir eş ya da iş arkadaşı ısrar ederse, bunlara uyuyormuş gibi yaparlar ancak mevcut gerçekliğin randevulardan daha önemli olduğunu düşünürler. İşleri sıralarken, bir toplantının göreceli heyecanına veya önemine öncelik verirler.

İspanyollar, İtalyanlar ve Araplar, konuşmaların yarım kalacağı anlamına geliyorsa zamanın geçmesini görmezden gelecektir. Onlar için insani bir işlemi tamamlamak, zamanlarını değerlendirebilecekleri en iyi yoldur. Bir İtalyan için zamanı değerlendirmek genellikle insani duygulara tabi olacaktır. Alman meslektaşına “9.30’da geldiğim için neden bu kadar kızgınsın?” diye sorar. “Çünkü ajandamda 9.00 yazıyor,” der Alman. İtalyan “O zaman neden 9.30 yazmıyorsun, o zaman ikimiz de mutlu oluruz?” diye mantıklı bir cevap verir. Yapmamız gereken iş ve yakın ilişkilerimiz o kadar önemlidir ki, saat kaçta buluştuğumuzun bir önemi yoktur. Önemli olan toplantıdır. Almanlar ve İsviçreliler bunu içlerine sindiremezler çünkü bu onların düzen, tertip ve planlama anlayışlarına ters düşer.

Böyle bir durumda bir İspanyol, İtalyan’ın tarafını tutacaktır. İspanyol’un dakikliğe bağlılığının gevşek olmasının bir nedeni vardır. İspanyol her zaman çifte gerçeğin bilincindedir: hem anlık gerçeklik hem de şiirsel bütünlük. Buna karşılık Alman, basit bir gerçeğe inanır: bilimsel gerçek. Alman, Şekil 3’teki gibi göz göze geldiklerini düşünürken İspanyol, çifte hakikat bilinciyle Şekil 4’teki gibi görür.

Şekil 3. Almanlar ve İspanyollar Ne Gördüklerini Sanıyorlar

Toplantılar söz konusu olduğunda, İspanya’daki randevulara kesinlikle zamanında gitmemek daha iyidir. İspanya’da dakiklik, Şekil 5’te gösterildiği gibi programları altüst eder.

Şekil 4. İspanyol Aslında Nasıl Görüyor?
Şekil 5. İspanyol Programları: Teoride ve Gerçekte

Çok az sayıda Kuzey Avrupalı ya da Kuzey Amerikalı zamanın çoklu aktif kullanımıyla uzlaşabilir. Altta yatan psikolojiyi anlamadıkları sürece Almanlar ve İsviçreliler’in dikkatleri dağılacaktır. Almanlar programların, çizelgelerin, prosedürlerin ve üretimin bölümlere ayrılmasını verimliliğe giden en emin yol olarak görürler. Zamana ve düzenlemelere daha da hakim olan İsviçreliler, hassasiyeti ulusal bir sembol haline getirmişlerdir. Saat endüstrileri, optik aletleri, eczacılık ürünleri ve bankacılıklarının gelişmesi bununla ilgilidir. Örneğin; İsviçre’de uçaklar, otobüsler ve trenler tam zamanında kalkar. Onlar için her şey tam olarak hesaplanabilir ve tahmin edilebilirdir.

Doğrusal aktif insanların yaşadığı ülkelerde zaman saat ve takvimle ilgilidir; rahatlığımız, ölçebilmemiz ve tasarruf edebilmemiz için soyut bir şekilde bölümlere ayrılmıştır. Arap ve Latin dünyası gibi çoklu aktif kültürlerde ise zaman, olay veya kişilikle ilgilidir; saatin ne dediğine bakılmaksızın manipüle edilebilen, şekillendirilebilen, esnetilebilen veya vazgeçilebilen öznel bir metadır.

“Acele etmeliyim,” der Amerikalı, “zamanım doldu.” İspanyol ya da Arap, plana bu kadar itaatkar olmayı küçümseyerek, bu ifadeyi ancak ölüm yakınsa kullanır.

Döngüsel Zaman

Hem doğrusal aktif Kuzeyliler hem de çoklu aktif Latinler zamanı mümkün olan en iyi şekilde yönettiklerini düşünürler. Ancak bazı Doğu kültürlerinde insanların zamana uyum sağlaması uygulanabilir bir alternatif olarak görülmektedir. Bu kültürlerde zaman ne doğrusal ne de olay-ilişki bağlantılı olarak görülür. Zaman döngüseldir; güneş her gün doğar ve batar, mevsimler birbirini takip eder, gök cisimleri etrafımızda döner, insanlar yaşlanır ve ölür, çocukları ise yaşam döngüsünü yeniden başlatır. Bu döngünün 100.000 yıl ve daha uzun süredir devam ettiğini biliyoruz. Döngüsel zaman kıt bir meta değildir. Her zaman bir sonraki virajın hemen ötesinde sınırsız bir kaynağı varmış gibi görünür. Doğu’da dedikleri gibi Tanrı zamanı yarattığında, ondan bolca yaratmıştır.

O halde, iş kararlarının Batı’dakinden farklı bir şekilde alınması şaşırtıcı değildir. Batılılar genellikle bir Asyalının hızlı karar vermesini veya geçmişte ne olduğuna bakmaksızın mevcut bir anlaşmayı mevcut değerlerine göre ele almasını bekler. Asyalılar bunu yapamaz. Geçmiş, şimdiki kararın bağlamsal arka planını oluşturur ve her halükarda Asyalılar olarak uzun vadeli düşünmek zorundadırlar, elleri birçok yönden bağlıdır. Amerikalılar kararlar alınmadan ya da eylemler gerçekleştirilmeden geçen zamanı “boşa harcanmış” olarak görürler. Asyalılar ise zamanı doğrusal bir gelecekte kullanılmadan akıp giden bir şey olarak değil; aynı fırsatların, risklerin ve tehlikelerin insanların günlerce, haftalarca ya da aylarca daha bilge oldukları bir zamanda yeniden ortaya çıkacağı bir çember içinde dönüp duran bir şey olarak görürler. Zamanın döngüsel doğasının doğruluğunun bir kanıtı olarak, biz (Batı’da) ne kadar sıklıkla “Şimdi bildiklerimi o zaman bilseydim, yaptıklarımı asla yapmazdım.” diyoruz?

Şekil 6, Batı eylem zincirlerinin hızını Asya yansımasıyla karşılaştırmaktadır. Amerikan, Alman ve İsviçreli tüm görevlerin tamamlandığından emin olarak evlerine gider. Fransız ya da İtalyan ise ertesi güne biraz “temizlik” bırakabilir. A Common Core: Thais and Americans kitabının yazarı John Paul Fieg, Taylandlıların zamana karşı tutumunu tanımlarken, onu yavaş yavaş etrafında dolaşılabilen bir havuz olarak görmüştür. Bu metafor, sorunları hemen sırayla ele almak yerine, kendilerini adamadan önce birkaç gün veya hafta boyunca etraflarında dolaşan Asyalıların çoğu için geçerlidir. Uygun bir düşünme döneminden sonra A, D ve F görevleri gerçekten de takip edilmeye değer görünebilirken B, C ve E görevleri sessizce bırakılabilir (Şekil 6’ya bakınız). Bununla birlikte, tüm olaylar üzerine düşünmek, belki de daha önce hiç öngörülmemiş olan G görevinin hepsinden daha önemli olabileceğini göstermiştir.

Şekil 6. Batı Eylem Zincirleri / Asya Yansıması

Tayland ve Tibet gibi Budist kültürün hakim olduğu yerlerde sadece zaman değil, yaşamın kendisi de bir daire içinde döner. Ne planlarsak planlayalım, kendi dünyamızı nasıl düzenlersek düzenleyelim nesiller, hükümetler ve yöneticiler birbirini takip eder; ekinler hasat edilir; muson yağmurları, depremler ve diğer felaketler tekrarlanır; vergiler ödenir, güneş ve ay doğar ve batar, hisse senetleri yükselir ve düşer. Amerikalılar bile bu tür olayları aceleye getirerek değiştiremeyeceklerdir.

Çinliler

Çoğu Asyalı gibi Çinliler de iyi düşünülmüş kararlar vermek için havuzun etrafında dolaşırlar ancak zamanın değeri konusunda da keskin bir anlayışa sahiptirler. Bu, özellikle başkalarının zamanını çalma konusundaki tutumlarında fark edilebilir, bunun için sık sık özür dilerler. Çin’de bir toplantının sonunda katılımcılara değerli zamanlarını ayırdıkları için teşekkür etmek adettendir. Diğer pek çok Asya ülkesinde olduğundan daha fazla dakiklik de önemli kabul edilir.

Gerçekten de, iki kişi arasında bir toplantı planlandığında, bir Çinlinin işi randevu saatinden önce bitirmek için 15-30 dakika erken gelmesi alışılmadık bir durum değildir, böylece diğer kişinin zamanından çalmamış olur! Çin’de ayrıca, bir toplantı başladıktan 10 ya da 15 dakika sonra, yakında gitmek zorunda kalınacağını duyurmak da kibarlık olarak kabul edilir. Yine söz konusu amaç, onların sizin zamanınızı kullanmalarından tasarruf etmektir. Çinliler elbette işlem tamamlanana kadar gitmeyecektir, ancak amaç hasıl olmuştur.

Bu gerçekten de bir çifte standarttır. Çinlilerin alçakgönüllülüğe olan eğilimi, diğer kişinin zamanının değerli olarak görülmesini gerektirir; öte yandan Çinliler, bir işte yer alan kişisel bağların dikkatlice geliştirilmesi ve ayrıntıların tekrar tekrar düşünülmesi için bolca zaman ayrılmasını talep etmektedir. İş yapmak üzere Çin’de bulunan Amerikalıların sık sık “tartışmanın ortasında” ABD’ye dönmek üzere uçağa binmek zorunda kalmalarından şikayet ederler. Amerikalılar gerçeklerin yeterince tartışılmış olduğunu düşünür; Çinliler ise anlaşmanın ve gelecekteki diğer işlemlerin temelini oluşturan yakınlık derecesine, yani tatmin edici ortak güven ve niyet duygusuna henüz ulaşamadıklarını hissederler.

Japonlar

Joy Hendry’nin Wrapping Culture adlı kitabında çok iyi şekilde betimlediği gibi Japonlar, zamanın nasıl akıp gittiğine ya da çözüldüğüne dair derin bir farkındalığa sahiptir. Japonya’yı tanıyanlar, bir yanda Japon fabrika işçisinin sürdürdüğü yüksek tempo ile diğer yanda Japon bahçelerinde gözlemlenen telaşsız tefekkür ya da bir Noh oyununun acı verici yavaş temposu arasındaki zıtlığın farkındadır. Ancak Hendry’nin vurguladığı şey, Japonların zamanı bölümlere ayırma konusundaki titiz ve kararlı tutumlarıdır. Bu bölümleme, görevlerin maksimum verimlilik ve uygulama hızını hedefleyen mantıksal bir sırayla verildiği Amerikan veya Alman modelini takip etmez. Japonlar bir şeyin ne kadar sürede gerçekleştiğiyle değil, zamanın uygunluk, nezaket ve geleneklere göre nasıl bölündüğüyle ilgilenirler. Örneğin; emeklilik partileri, düğünler, okul aile birliği toplantıları gibi çoğu Japon sosyal toplantılarda çeşitli aşamalar ve katmanlar, başka bir deyişle belirgin başlangıçlar ve bitişler vardır.

Japonya’nın konformist ve dikkatle düzenlenmiş toplumunda insanlar her zaman nerede durduklarını ve nerede konumlandıklarını bilmek isterler: bu hem sosyal hem de iş durumları için geçerlidir. Birbirleriyle ilk kez tanışan yöneticiler arasındaki zorunlu iki dakikalık kartvizit alışverişi, bir ilişkinin başlangıcını işaretlemek için kullanılan bir zaman etkinliği segmentinin en açık örneklerinden biridir. Bir başka örnek de Japonya’da her türlü dersin başlaması ve bitmesidir; burada ders, öğrencilerin öğretmenin başlaması için resmi bir talepte bulunmadan başlayamaz. Benzer şekilde, dersin sonunda ritüelistik bir takdir ifadesi sunmaları gerekir.

Açıkça tanımlanmış başlangıç ve bitişlerin yanı sıra geçiş aşamaları belirsiz olmayan etkinlikler çay seremonisi, yeni yıl rutinleri, yıllık ev temizliği, kiraz çiçeği izleme, bahar grevleri, yaz ortası şenlikleri, hediye verme rutinleri, şirket piknikleri, sake içme seansları; hatta judo, karate ve kendo seanslarını çevreleyen çevresel ritüellerdir. Bir Japon, yukarıdaki etkinliklerin hiçbirine bir Batılının benimseyebileceği rahat ve doğrudan bir tavırla giremez. Amerikalı ya da Kuzey Avrupalı, olayların özüne hızlı bir şekilde yaklaşma eğilimindedir. Japonlar ise bunun tam tersine, olayın önemli aşamalarının açılmasını ya da çözülmesini deneyimlemek zorundadır. Bunun Asya dolaylılığıyla ilgisi vardır ancak Japonya’da aynı zamanda prosedürün bölümlere ayrılmasına, geleneğe ve ritüelin güzelliğine duyulan sevgiyi de içerir.

Özetlemek gerekirse, Japonlarla iş yaparken size veya işleminize ayıracakları zaman konusunda cömert davranacaklarını varsayabilirsiniz. Buna karşılık, “doğru zamanda doğru şeyi” yapmaya çalışmanız tavsiye edilir. Japonya’da biçim ve semboller içerikten daha önemlidir.

Geleceğe Doğru

Doğrusal aktif, sanayileşmiş Batı kültürlerinde zaman, üzerinde ilerlediğimiz bir yol olarak görülür. Yaşam bazen bir “yolculuk” olarak adlandırılır; ölüm ise genellikle “yolun sonu” olarak anılır. Kendimizi yolun arkamızda kalan kısmı geçmişte seyahat etmiş olarak hayal ederiz ve önümüzde uzanan geleceğin ayak basılmamış yolunu görürüz.

Doğrusal yönelimli insanlar geleceği tamamen bilinmez olarak görmezler çünkü titiz bir planlamayla onu zaten belirli kanallara yönlendirmişlerdir. Amerikalı yöneticiler, üç aylık tahminleriyle size önümüzdeki üç ay içinde ne kadar para kazanacaklarını söyleyeceklerdir. İsviçreli istasyon şefi hiç tereddüt etmeden Zürih’ten Luzern’e giden trenin yarın sabah 9:03’te kalkacağını ve tam 10:05’te varacağını söyleyecektir. Muhtemelen de haklıdır. Saatler, takvimler ve bilgisayarlar sadece dakikliği teşvik etmekle kalmayıp aynı zamanda bizi hedefler ve son tarihler doğrultusunda çalışma alışkanlığı kazandıran cihazlardır. Bu yüzden biz, bir anlamda geleceği gerçekleştiriyoruz. Her şeyi bilemeyiz (bu at yarışları ve dedektif hikayeleri için felaket olurdu) ancak elimizden geldiğince gelecekteki bilinmeyenleri ortadan kaldırırız. Kişisel programımız bize önümüzdeki yıl boyunca belirli saatlerde kalkacağımızı, şu kadar saat çalışacağımızı, belirli sürelerle tatil yapacağımızı, cumartesi sabahları tenis oynayacağımızı ve vergilerimizi belirli tarihlerde ödeyeceğimizi söyler.

Döngüsel zaman, ayaklarımızdan ufka uzanan düz bir yol olarak değil, bir yıl içinde bizi şu anda deneyimlediklerimize çok benzer “manzara” ve koşullardan geçirecek kavisli bir yol olarak görülür. Döngüsel zaman gözlemcileri geleceğe dair planlamalarında daha az disiplinlidirler çünkü bunun yönetilemeyeceğine ve insanların doğanın yasaları ve döngüsel olaylarıyla “uyum sağlayarak” hayatı kendileri için kolaylaştırdıklarına inanırlar. Yine de bu tür kültürlerde genel bir planlama biçimi hala mümkündür çünkü pek çok şey oldukça düzenli ve iyi anlaşılmıştır.

Hem doğrusal hem de döngüsel zaman kavramlarını gözlemleyen kültürler geçmişi arkamızda bıraktığımız, geleceği ise önümüzde uzanan bir şey olarak görür. Madagaskar’da ise durum tam tersidir (bkz. Şekil 7). Madagaskarlılar geleceği kafalarının arkasına doğru akan ya da arkalarından geçen, sonra da önlerine doğru uzanarak geçmişe dönüşen bir şey olarak hayal ederler. Geçmiş gözlerinin önündedir çünkü görünür, bilinir ve etkilidir. Ona bakabilir, ondan zevk alabilir, ondan öğrenebilir, hatta onunla “oynayabilirler”.

Malgaş halkı atalarına danışmak, kemiklerini çıkarmak ve hatta onlarla parti yapmak için aşırı miktarda zaman harcarken geleceği de bilinemez olarak görürler. Gelecek, gözlerinin olmadığı başlarının arkasındadır. Bu bilinmeyen bölge için yaptıkları planlar titizlikten uzak olacaktır çünkü neye dayanabilirler ki? Madagaskar’da otobüsler önceden belirlenmiş bir zaman çizelgesine göre değil, otobüs dolduğunda hareket eder. Durum, olayı tetikler. Bu sadece ekonomik açıdan mantıklı olmakla kalmaz, aynı zamanda çoğu yolcunun ayrılmayı seçtiği zamandır. Sonuç olarak, Madagaskar’da stoklar raflar boşalana kadar yenilenmez, benzin istasyonları ancak benzinleri bittiğinde gaz siparişi verir ve havaalanında bekleyen yolcu orduları, biletleri olmasına rağmen gerçekte herkesin bekleme listesinde olduğunu görür. Koltukların fiilen tahsis edilmesi, check-in masasının açılması ile uçağın nihai kalkışı arasında gerçekleşir.

Şekil 7. Madagaskar Zaman Kavramı

Zaman Kavramlarının Geçerliliği

Malgaşlar, Taylandlılar, Japonlar, İspanyollar ve diğerleri zamanı, sosyal ve iş alanlarında doğrusal yönelimli kültürlerle çatışacak şekillerde kullanmaya devam edeceklerdir.

Bununla birlikte, zaman ve onun ardışık etkileri hakkındaki nesnel görüş, tarihselliğe ve sanayileşmiş organizasyonla bağlantılı her şeye elverişlidir. Nesnelleştirilmiş zamanımızı geçmişte olduğu gibi gelecekte de uzanıyormuş gibi algıladığımız gibi tahminlerimizde, bütçelerimizde ve programlarımızda geçmişe dair kayıtlarımızı yansıtırız. Zamana göre orantılı değerlere dayalı bir ticari yapı inşa ederiz: zaman ücretleri, kira, kredi, faiz, amortisman ücretleri ve sigorta primleri.

Genel olarak Kuzey Amerika ve Kuzey Avrupa’da zamanın optimum yönetimine yaklaştığımızdan eminiz. Çin, Japonya ve Güneydoğu Asya gibi geleceğin güçlü ekonomileri de dahil olmak üzere birçok kültür, doğrusal yönelimli zaman kavramının davranışlarını sadece sınırlı ölçüde belirlemesine izin verecektir. Endüstriyel organizasyon, programların ve hedeflerin belirli bir ölçüde senkronize edilmesini gerektirirken zamanın en iyi ve en verimli şekilde kullanılmasına ilişkin temel felsefeler kökten farklılık gösterebilir.

***

Bu anekdot dilbilimci ve kültürler arası çalışmalar uzmanı Richard Lewis tarafından sağlanmıştır. Çalışmalarını “When Cultures Collide” kitabında ayrıntılı olarak okuyabilir ve CrossCulture sitesinden Lewis Modeli’ni inceleyebilirsiniz.

__________

Editör Notu: 2 Haziran 2014 tarihinde Richard Lewis’in Insider’da yayınlanan “How Different Cultures Understand Time?” başlıklı yazısı İLKE Analiz okurları için Elif Feyza Dinç tarafından tercüme edildi. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve İLKE Analiz’in editöryal politikasını yansıtmayabilir.


[1]  Lewis’in kültürleri çoklu-aktif, doğrusal-aktif ve reaktif olarak ayırdığı analizi için tıklayınız.

0 yorum

Diğer Yazılar