Hasarsız ve Kayıpsız Hava Sahası - İLKE Analiz

Hasarsız ve Kayıpsız Hava Sahası

Mine Çatal

Yıkım, etki ve kayıp oranlarına bakıldığında yüzyılın en büyük afetlerinden biri ile karşı karşıyayız. Yaşanan felaketin sosyolojik, psikolojik, ekonomik ve teolojik boyutları yaralar sarıldıktan sonra daha detaylı ele alınacak olsa da söz konusu hasarın ne kadar büyük olduğu açık. 6 Şubat 2023 itibariyle tüm gündemi değiştiren bu büyük deprem, orada olanları büyük bir imtihan ve çaresizliğe, olmayanları da beklenmedik ve sıra dışı sorgulamalara maruz bıraktı.

Yaygın ve kabul gören haber akışları sivil toplum kuruluşlarının da devlet kurumları gibi daha ilk saatlerden itibaren afet alanında yer aldıklarını gösteriyor. Organizasyon ve aksiyon kabiliyetleri oranında bütün zor koşullara rağmen afet alanına ulaşan gönüllüler arama kurtarmadan beslenme ve barınma ihtiyaçlarının giderilmesine, acil ve lojistik destekten insani yardım faaliyetine kadar pek çok alanda aktif rol aldılar. 

Yaşanan afetten doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenen milyonlarca insan için en baştan beri öncelikli olarak iki önemli ihtiyaç söz konusuydu: Arama kurtarma faaliyetleri ve insani yardım. Geçtiğimiz günlerde yaşanan depremde olduğu gibi 24 yıl önce gerçekleşen ölümcül Gölcük Depremi’nde de arama kurtarma ve insani yardım üniteleri temel ihtiyaçlar listesinde en ön sırada yer alıyordu. Hızlı ve aktif bir şekilde sivil aktörlerin de afet sürecine katılımları hiç kuşkusuz şimdiye kadar sadece devlete bırakılmış yüklü bir sorumluluğun Türkiye’nin dört bir yanından hatta dünya ölçeğinde katılım sağlayan geniş bir yardım örgütlenmesiyle yeni ve farklı bir süreci harekete geçirmişti. STK’ların insani yardım düzeyinde oldukça geniş ve derin bir düzlemde sahada yer almaları bir yandan oluşan toplumsal sorumluluğu bir yandan da bu sorumluluğun ürettiği ahlaki başarı grafiğini ortaya koymaktaydı. STK’ların sahada oluşturduğu bu rahatlama görece bu tarihten itibaren ağır ve tahribatı yüksek olaylarda duymaya alışık olduğumuz “Nerede bu devlet?” sorusu da böylece geleneksel yük ve ağırlığını kaybetmeye başlamıştır. Sahada farklı pozisyon ve ünitelerde sorumluluk üstlenen STK’ların varlığıyla birlikte de sorun alanları yumuşamaya ve sakinleşmeye başlamıştır. Bir anlamda STK’lar devletin yükünü hafifletmiş, hatta onun devasa bürokratik ağının sebep olduğu hantallıkla erişmekte geciktiği alanlarda kayda değer bir atılım gerçekleştirmiştir. 

STK’lar devletin yükünü hafifletmek hatta onun devasa bürokratik ağının sebep olduğu hantallıkla erişmekte geciktiği alanlarda kayda değer bir atılım gerçekleştirmiştir. 

Böylece insani yardım eksenli sivil toplum örgütlenmesinin yeni kazandığı bu parlak sicille ortaya çıkışı, topluma verdiği güven ve destek, Türkiye’de sivil toplum olgusunun geniş tabanlı bir şekilde kabul görmesine ve hızla gelişmesine fırsat vermiştir. Gelişen süreç içinde kendini yenileyen ve afet yönetiminde kamu ile birlikte genişleyen bu ağ bugün, etkili bir güç olarak kendine bir yer bulmakta zorlanmamaktadır.

Türkiye olası ve beklenebilir afet fırtınası karşısında her zaman teyakkuzda olmak zorunda. Bir şekilde hemen her fırsatta bizi bulması muhtemel olaylar karşısında hazırlıklı olmak en az afetin kendisi kadar kabullenmemiz gereken bir hakikat olarak karşımızda durmaktadır. Kısaca depremin kendisi kadar onu metanet ve sükunetle karşılamaya yönelik hazırlıklar da ihmal edilmemesi gereken bir duyarlılık zemini olarak kabul görmektedir. 

Hal böyle olunca da olağan akış içerisinde çok kere gündemimizde yer almayan beklenmedik afetlerin hasbelkader gerçekleştiği anda, bütün hayatımızı kuşatıcı biçimde etkisi altına alması da artık kimseye şaşırtıcı gelmiyor. Fakat Kahramanmaraş’la birlikte çok geniş bir coğrafyayı doğrudan etkileyen depremler de gösterdi ki sokağımızda, mahallemizde, şehrimizde ve ülkemizde artık acil olarak bir korunaklı yaşam alanı hatta bir “Hasarsız ve Kayıpsız Hava Sahası” oluşturmamız gerekiyor. “Hasarsız ve Kayıpsız Hava Sahası“yla kastedilen her durumda yaşanılabilecek türlü olumsuzlukların bizi rehin almasını imkansız kılacak bir hazırlık ve tüm bunların üstesinden gelmeyi mümkün kılacak bir direnç alanıdır. Nihayetinde afetler de, kayıp ve yıkımlar da zihnimizde bağışıklık kazandığı ölçüde önüne geçilemeyen bir felaketin habercisi olacaktır. 

Hasarsız ve Kayıpsız Hava Sahası“yla kastedilen her durumda yaşanılabilecek türlü olumsuzlukların bizi rehin almasını imkansız kılacak bir hazırlık ve tüm bunların üstesinden gelmeyi mümkün kılacak bir direnç alanıdır.

Peki burada sorumluluk kime düşüyor? Hasarsız ve kayıpsız bir hava sahası oluşturmak ne ölçüde mümkün? Mümkün ise de ne ölçüde gerçekleştirilebilir? Bu sahayı oluşturmak belki zor ve çetrefilli bir sürece gebe. Taşın altına konacak binlerce, on binlerce ele muhtaç lakin tamamen imkansız olduğunu söylemek de sorumluluktan kaçmak olacak. Afet sonrası ortaya koydukları çalışmalarla birbirinden değerli emeklere öncülük eden STK’ların daha afet ortaya çıkmadan ve yaşanmadan neler yapılabileceği konusuna ağırlık vermeleri Türkiye’de pek çok şeyin kalıcı bir şekilde değişmeye başladığını göstermesi açısından oldukça önemli bir başlangıç etabı. Sivil toplum, profesyoneller ve gönüllüler eşliğinde değişimin, inşa ve devamlılığın nasıl sağlanacağı yönünde adımlar atarken bundan sonrası için afet konusunda oluşturulacak politika ve ortaya konacak faaliyetlerde STK’lar neden öncü olmasın?

Afet konusunda oluşturulacak politika ve ortaya konacak faaliyetlerde STK’lar neden öncü olmasın?

Sahada varlık gösteren STK’ların olanca yılın tecrübesiyle ortaya koyduğu çaba her şeyden önce giderek artan ve daha da artacağı anlaşılan deprem gerçekliği konusunda daha verimli çabaların ortaya konabilmesi açısından oldukça umut verici bir zemin üretiyor. Deprem ve diğer afetler karşısında devletin ortaya koyduğu düzenleyici çabalara karşılık daha sivil ve kuşkusuz sürprizlere daha açık bir hazırlık planlamasıyla STK’lar korku ve endişelerimizin azaltılmasında önemli katkılar üretebilir. Nitekim öyle de oluyor. Mesela son deprem tecrübesinde STK’lar, sahaya akan rahatlatıcı ve besleyici katkılarıyla toplumda kayda değer bir rahatlamanın öncüsü olmayı başarmış durumda. STK’lar, sivil inisiyatif ve platformlar hem afet öncesi politika yapım süreçlerinde hem de afet yönetiminde öncü rol üstlenebilir.

Peki STK’lar mevcut katkılarının yanında afet konusunda sürdürülebilirliği nasıl sağlayabilir?

  • Afet meselesinin her zaman ülke gündeminde tutulması için çaba gösterebilir.
  • Karar alıcıların dahil edileceği ve afet konusunun çok yönlü olarak ele alınacağı yapılandırılmış toplantılar düzenleyebilir ve ilgili projeler geliştirebilir.
  • Kamu, akademi ve meslek grupları ile işbirliği içinde afet konusunda sürdürülebilir bir politika hazırlığı yapabilir.
  • Afet konusunda duyarlı STK ve sivil inisiyatifler ortak çatı bir kuruluş oluşturularak politika yapım sürecine dahil olabilir veyahut politikacılar için baskı unsuru oluşturabilir.
  • Potansiyel gönüllü gücünün afet sonrası arama kurtarma, müdahale, maddi ve psiko-sosyal destek, lojistik gibi işlerde hangi meslek ve becerilere sahip olduğu verisini oluşturabilir.
  • Faaliyet alanlarına göre arama kurtarma, acil yardım, psiko-sosyal destek gibi alanlarda gönüllü katılımları koordine edebilir.
  • Afet bilinci ve duyarlılığı noktasında eğitim faaliyetleri geliştirebilir ve ulaştığı kişilere afet bilinci noktasında duyarlılık kazandırabilir.
  • Savunuculuk faaliyetlerini afet konusu üzerine odaklayabilir.
  • Kamunun afet bilincinin oluşturulması adına sunduğu proje çağrılarına hem kurumsal kapasitesini artırmak hem de afet konusunu gündemde tutmak için başvurabilir.

Sivil toplum kuruluşlarının yıllık planlarına eklemlenmiş, mevcut gündemlerine dahil edilmiş, faaliyetlerine entegre edilmiş bir sistem pekala mümkün. Bunun için de sadece STK öncülerinin çaba ve gayretleriyle yetinmeksizin, hepimizi sarabilecek bir tehdit ve tehlike sarmalına karşı çalışmaların sahici takipçisi olmak gerekiyor.


0 yorum

Diğer Yazılar