Deprem Sahasından Gözlemler ve Sosyal Rollerin Önemi - İLKE Analiz

Deprem Sahasından Gözlemler ve Sosyal Rollerin Önemi

Ahmed Faruk Ergün

13 milyon vatandaşımızı doğrudan etkileyen 6 Şubat depremin neden olduğu acıyı bir nebze de olsa sarabilmek adına binlerce insanımız gibi ben de gönüllü olarak depremin merkez üssü olan Kahramanmaraş’a gittim. Birçok gönüllü gibi gitme kararı aldıktan sonra bir STK vesilesiyle gitmenin daha faydalı olacağını düşünerek, Avrupalı Türkler tarafından kurulan Hasene Vakfı’na müracaat ettim ve onlarla depremin üçüncü gününde deprem mahalline gitme fırsatını buldum.

Depremin gerek madden gerek manen çok ciddi bir yıkıma sebep olduğunu ve orada yaşadığım duyguları olduğu gibi yazıya yansıtamayacağımı belirtmem gerekir. Ancak bu yazıyla deprem bölgesine gidemeyen ve gerek duasıyla gerekse de yardım yollayarak depremzedelerin yanında olmaya çalışan kişilere orada yaşadığım duyguyu ve yaptığım gözlemlerimi kısmen de olsa aktarmayı hedefliyorum.

Depremin üçüncü gününde (Çarşamba) İstanbul’dan 12 genç gönüllüyle Hasene Vakfı vasıtasıyla Sivas’a yola çıktık. Sivas’a uçmamızın nedeni Hasene Vakfı’nın Sivas temsilciliğinin Maraş’a üç tır yardım yollamasıydı. Sivas’a iner inmez yardım tırlarıyla yola çıktık ve gece Hasene’nin Maraş’taki lojistik merkezine vardık. O esnada 100 kişiye yakın gönüllü, gece 02:30’da mevcut tırları boşaltıp ertesi gün için planlama yapıyorlardı. Buna şahit olduğumda kendi kendime durumun medyada yansıtıldığından çok daha dehşet verici olduğunu fark etmiştim. 6 saat sonra Avrupa’dan gelen arama kurtarma ekibi nihayet lojistik merkezine ulaşmıştı. Geç saatte bu kadar kişinin canla başla çalışması zaten başka bir şeye delalet edemezdi. Ancak bir sivil toplum kuruluşunun böyle bir afete insan gücü, lojistik ve yardım malzemesi anlamında hazırlıklı olmasının ne kadar önemli olduğunu da fark ettim. Alanda genel olarak yaşanan koordinasyon sorunlarını birçok STK’nın kendi hazırlıklı yapısıyla bir ölçüde hafiflettiğini söylemek gerekir.

Yazar tarafından arama kurtarma faaliyetleri devam edilirken çekilmiştir.

Tamamen profesyonellerden oluşan (itfaiyeci, polis, maden işçileri vb.) ekibe bir nebze faydam dokunur diye onlarla enkaza doğru hareket ettim. 14 kişilik arama kurtarma ekibiyle merkeze doğru giderken bir şehrin tamamen yok olduğunu, ayakta duran binaların azınlıkta olduğunu ve uzakta olan insanların tahayyül edemeyecekleri kadar büyük bir felaketin Maraş’ı vurduğunu gördüm. Bendeki şokun bu kadar büyük olmasının sebebi şüphesiz pandeminin henüz başlangıcında Maraş’ta mukim olan amcamın yanında 4-5 ay kalmış olmamdı. Adeta yıkılmış olan şehri gördüğümde Maraş’ta geçirmiş olduğum vakitler gözlerimin önünden geçiyordu.

Daha şoku atlatamadan kendimi bir enkazın önünde buldum. Sanki olağanüstü bir durum yokmuş gibi davranan ekip hiç vakit kaybetmeden enkazdaki çalışmalara başladı. Ben de Almanya’daki kurslardan öğrenmiş olduğum kadarıyla onlara yardımcı olmaya çalışıyordum. Bir kişinin canlı veya cansız çıkartılması en az 5-6 saat sürmesinden dolayı uzun bir süre aynı yerde çalışıyorduk. Bu süreçlerde etrafı gözlemleme fırsatı buluyordum. Ancak gördüğüm tek şey enkazların önünde bekleyen ailelerin çaresizliği, annelerin feryadı ve babaların hüzün içinde dik durma çabalarıydı. Enkazlarda kişilere canlı ulaşıldığında adeta tüm şehir tekbirlerle, alkışlarla inliyor sevinç gözyaşları sel oluyordu. Bu gibi mutlu haberlerden dolayı çökmüş evinin önünde kendi çocuğunu, annesini, babasını, akrabasını bekleyenler umutlanıyorlardı.

Diğer yandan hepsi durumun vahametinin de farkındaydılar. Herhalde ebeveynlerin kabullenmek istedikleri en son şey çocukların ölümü, çocukların da anne ve babalarının ölümü olduğunu düşünerek durumu kabullenmeye çalışıyordum. Bu anlamda böyle acılı durumlarda gönüllü çalışacak ekiplerin moral ve motivasyonlarının bir yandan soğukkanlılıkla gereken arama kurtarma işini yapmak bir yandan da sahadaki yoğun duyguların farkında olarak yerel halkla iletişim kurmak için güçlü olması gerektiğini düşündüm.

Yazar tarafından arama kurtarma faaliyetleri devam edilirken çekilmiştir.

Bir Alman atasözü der ki umut en son ölür (Die Hoffnung stirbt zuletzt). Orada daha henüz ilk günde şahit olduğum durum söz konusu atasözün adeta bir göstergesiydi. Arama kurtarma ekibi olarak bu çalışmalar 4-5 gün çok yoğun bir tempoda devam etti. Bir kişiyi canlı çıkardığımızda sanki kendi akrabamızı canlı çıkarmışız gibi seviniyor, bir kişinin naaşını çıkardığımızda da adeta kendi ailemizden birini çıkartıyormuşçasına üzülüyorduk. Enkazın altında 4-5 gün kalıp canlı bir şekilde çıkabilmek çok zor olması nedeniyle bende maalesef hep ikinci duygu daha belirgindi. Bu süre zarfında arama kurtarma ekibi günde en az 12 saat enkazda çalışmalarına devam ediyordu. Dinlenmek için de ya arabada ya da lojistik merkezinde boş bulduğumuz herhangi bir yerde yatıyorduk.

Arama kurtarma ekibine dahil olduğum günler haricinde 1-2 gün lojistik merkezinde vakit geçirme imkânı buldum. Burada Avrupa’dan ve bütün Türkiye’den gelen yardım tırları boşaltılıyor ve düzenleniyordu. Her gün Hasene’nin onlarca aracı merkeze gelip, malları araçlara doldurup ihtiyacı olan mahallelere ulaştırıyordu. Bu kadar insanın sadece Allah rızası için, bir nebze de olsa depremzedelerin ihtiyaçlarını gidermek için uykusuz bir şekilde gece gündüz çalışması beni sevindirmiş olsa da yetim kalan çocukları, dul kalmış kadınları veya ailenin ihtiyaçlarını gidermek için boynu bükük bir şekilde gönüllülerden bir şey isteyen babaları görünce kısa süren umudun yerini hızlı bir şekilde hüzün, şaşkınlık ve çaresizlik almıştı.

Çocukların psikolojik ihtiyaçlarının da profesyonel ve onarıcı bir yaklaşımla giderilmesi şart görünüyor.

İnsanı asıl etkileyen masum ve hiçbir şeyden haberi olmayan çocuklardı. Bir hafta boyunca gördüğüm çocukların bir kısmının yetim veya öksüz olduklarını bilmek beni ayrıca üzmüştü. Belki de henüz depremin ne olduğunu bilmeyecek kadar küçük yaşta olan çocukların, psiko-sosyal destek ekipleriyle birlikte vakit geçirirken boya kalemleriyle yıkılan binaları çizmeleri aslında depremin neden olduğu psikolojik sıkıntının göstergesi olduğunu düşünüyorum. Çocukların hem can güvenliği hem eğitim gibi haklarına erişimi çok ciddi bir konu olmakla birlikte, psikolojik ihtiyaçlarının da profesyonel ve onarıcı bir yaklaşımla giderilmesi şart görünüyor.

Özellikle arama kurtarma ekibinde gördüklerimi maalesef burada yazamayacağımı veya bu süreçte duygularımı tam manasıyla ifade edemeyeceğimi başta söylemiştim. Ancak oradaki gözlemlerimden hareketle bu yıkımın en az hasarla onarılabilmesi için hem kamu kurumlarının hem de STK’ların hızlı adımlar atmaları son derece önemli olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

İnsanlar bir anda işsiz, evsiz ve eşyasız kaldıkları için kendilerini mağdur ve toplumda bir rolleri yokmuş gibi hissediyorlardı.

Toplum afetten sonra belli aşamalar sırasıyla veya iç içe meydana gelebilir: Şok, fedakârlık, öfke, kabullenme, anlam yitirilmesi, restorasyon veya hayata dönüş. Depremin üçüncü ve dördüncü gününden itibaren şok aşaması bitmiş ve öfke aşamasına geçilmişti. Maraş muhafazakâr bir yer olmasından dolayı evini, ailesini kısaca her şeyini kaybetmiş olan insanlar bu felaketi genellikle bir imtihan olarak kabul ediyorlardı. Bu duruma şahit olan gönüllüler de hem moral buluyor hem de yıkımdan dolayı üzülüyordu.

Ancak bu teslimiyete rağmen insanların yüzlerindeki çaresizlikler ve bazıların müteahhitlere bazılarının da yetkililere duydukları öfke ve tepki yüzlerinden okunur şekildeydi. Evsiz kalan depremzedelerin tamamı yardımda bulunan tüm STK’lara ve gönüllülere bir yandan teşekkür ederken diğer yanda da birkaç ay sonra hepsinin gideceğini ve Maraşlı olarak yine tek başına kalacaklarını ifade ediyorlardı. Bu da kısa vadede acil yardım ve destekler yapılsa da insanların uzun vadede çok boyutlu ve kalıcı bir planlamaya ihtiyaç duyduğunu ve bunun da bilincinde olduklarını gösteriyordu.

Bunun haricinde insanlar bir anda işsiz, evsiz ve eşyasız kaldıkları için kendilerini mağdur ve toplumda bir rolleri yokmuş gibi hissediyorlardı. Depremzedelerin birçoğu rutin sosyal rollerini kaybettiklerinin farkındalar. Şu an için iş sahibi ve öğrenci gibi yerleşik sosyal rollerin hepsi rafa kalkmış durumda. Herkes deprem bölgesinde belirsizlik anlamında bir anominin var olduğunu bilmekte ve geleceğe umutsuz bir şekilde bakmakta. Sahada gördüğüm ve temas ettiğim insanların şok ve öfke süreçlerinden sonra yeniden yapıcı ve anlamlı sosyal rollerine dönmeye, yaralarını bu roller içinde sarmaya ihtiyacı var.

Hem bu şehirlerin uzun vadede boşalmasının önüne geçmek hem de insanların yeniden hayata tutunup anomi durumun ortadan kalkması için bölgedeki sanayinin ve ilgili iş kollarının canlanması son derece önemli

STK’lar depremzedelerin ihtiyaçlarını gidermek için farklı eylem planları yaparken kamu kurumları da bu süreçte insanların hızlı bir şekilde yeniden hayata dönmeleri için detaylı bir yol haritası belirlemek zorunda. Hem bu şehirlerin uzun vadede boşalmasının önüne geçmek hem de insanların yeniden hayata tutunup anomi durumun ortadan kalkması için bölgedeki sanayinin ve ilgili iş kollarının canlanması son derece önemlidir.

Maraş’ta kurulması planlanan konteyner şehirlerin bir kısmı sanayi bölgesine yakın olursa konteyner kentlerinde yaşayanlar sanayide istihdam edilebilir. Böylece bir taraftan insanlar para kazanarak, ailelerin ihtiyaçlarını gidererek yeniden kendilerini değerli ve anlamlı hissedebilecek, diğer taraftan da sanayinin canlanmasıyla beraber kitlesel göçün önüne geçilebilecektir. Her alanda ne kadar çok istihdam sağlanırsa, o kadar çok insan kendi ihtiyacını giderir ve mağdur rolünden çıkarak yeni sosyal rollerini benimser. Böylece öfke, yas, çaresizlik gibi hislerin akut bir şekilde kalması muhtemel olan mevcut belirsizlik ve güvensizlik durumu aşılabilir.

Halihazırda konteyner bölgelerinde çöpleri toplayan, yemeği dağıtan/yapan vb. depremzedeler bu işleri büyük bir yüce gönüllülük ve yardımlaşma örneği olarak yapıyor ancak orta vadede bu tür işlerin tanımlanması, belli bir maddi karşılığa kavuşması ve insanlara sosyal rol olarak kazandırılması mümkün. Mağdur ve ihtiyaç sahibi rolünden aktif ve yerleşik sosyal rollere geçişin sağlanması şuan yapılacak en önemli işlerden biri gibi görünüyor.

***

Görsel: 67 yaşındaki Mehmet Nasır Duran, Gaziantep Nurdağı’nda beş aile üyesinin mahsur kaldığı bir binanın enkazını ağır makineler kaldırırken bir sandalyede oturuyor. (AP / Petros Giannakouris)

0 yorum

Diğer Yazılar