Dünyadaki herkesi besleyebilecek kadar bilgi birikimine ve imkana sahipken bunu neden başaramıyoruz?
Her gece olduğu gibi bu gece de 828 milyon insan yatağına aç girecek. 49 ülkede 49 milyon insan açlık sınırında yaşıyor. Bu sadece buzdağının görünen kısmı: Afrikalıların yüzde 58’i, Latin Amerika ve Karayipler’in yüzde 41’i, Asyalıların yüzde 25’i, Okyanusya’nın yüzde 13’ü ve Avrupalılar ile Kuzey Amerikalıların yüzde 8’i gıda güvencesinden yoksun; yani neyi, nasıl ve ne zaman yiyeceklerinden emin değiller.
Bu durumu takriben, beş yaşın altındaki çocukların yaklaşık yüzde 30’u gelişememiş ve çok daha fazlası temel vitamin ve minerallerden yoksun. Dünya genelinde kadınlarda ise bu durum, üçte birinin anemik olması ile karşımıza çıkıyor. Tüm bu sorunlar çoğunlukla yoksulluğun belirtileri ve sonuçlarıdır.
Buna karşılık, dünyadaki bir milyar obez insanın önemli bir kısmı yoksullardan oluşmaktadır. Günlük 2.100 dengeli kaloriden oluşan sağlıklı bir diyet beş kat daha pahalı olabildiği için yoğun enerji içeren temel gıdalara ve minimum besin değerine sahip ucuz yağlı yiyeceklere daha çok yönelinmektedir. Bunun sonucunda diyabet, kardiyovasküler renal rahatsızlıklar ve ruh sağlığı bozuklukları gibi vakalarda artış yaşanıyor. Durumu Covid-19 bağlamında değerlendirecek olursak, obez insanların koronavirüs nedeniyle hastaneye kaldırılma olasılığının üç kat daha fazla olduğunu zaten biliyoruz.
Dünyamızın nüfusu sekiz milyarı aştı ancak yaklaşık dört milyarı ya çok az ya çok fazla ya da yanlış şeyler yiyor.
Bunlar korkunç istatistikler ve Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) Gıda Fiyat Endeksi’nin 2020’de 98 iken şu anda 136 olması bu eğilimi daha da kötüleştirdi.
Covid pandemisi gıda güvensizliğini daha da arttırdı. Ancak asıl sorun, gıda tedariklerini zorlaştıran çeşitli silahlı çatışmalarda yatıyor. Gıda güvencesi olmayan insanların üçte biri, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en tehlikeli dönemden geçerken dünya genelinde devam eden 130 çatışmanın ortasında kalmış durumda. Rusya-Ukrayna savaşının yol açtığı küresel tahıl arzındaki kesinti bu konuda çarpıcı bir örnek teşkil etmektedir.
İklim değişikliğinin durmaksızın ilerlemesi nedeniyle geleceğe yönelik beklentiler endişe vermeye devam ediyor. Küresel ısınma eşiği olan 1.5 °C giderek imkansız bir hedef haline gelmektedir; buzulların erimesi ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi olaylarla iklimin “devrilme noktası”nın (climate tipping points) aşılması oldukça muhtemel görünmektedir. Gıda güvenliğine yönelik yıkıcı sonuçlar Pakistan’daki seller, Somali’deki kuraklık ve başka yerlerde sık sık yaşanan şiddetli felaketlerle örneklendirilebilir.
Gıda güvensizliğine kısa vadeli çözüm gıda yardımı olabilir. Ancak Dünya Gıda Programı önümüzdeki yıl için talep edilen 20 milyar doların üçte ikisini alabilirse kendisini şanslı sayacak. Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri uyarınca 2030 yılına kadar ‘sıfır açlığa’ ulaşmak için ise bu miktarın iki katına ihtiyaç var. Küresel Açlık Endeksi’nde yarışan ülkeler arasında kaçınılmaz -ve aşağılayıcı- bir rekabet var. Bu ay kim yeterince yardım alacak ve kim açlıktan ölecek?
Yardımseverlerin sınırlı kaynakları adil bir şekilde paylaşmak için gösterdikleri tüm iyi niyetli çabalara rağmen, yabancıların belirsiz merhametine bağlı bir yaşam için rastgele bir piyangoya benzeyen yardım düzenlemelerinin doğasında var olan adaletsizlik apaçık ortadadır.
Yardım bağımlılığını azaltmak ve sürdürülebilir tarımsal gıda sistemleri oluşturmak için daha iyisini yapmalıyız. Bunun için yıllık 265 milyar dolar gibi göz kamaştırıcı bir yatırım gerekse de 2023 yılında 110 trilyon dolara ulaşması öngörülen dünya ekonomisinde bu, imkansız bir meblağ değil.
İşte bu sorunun üstesinden gelmek için yapabileceklerimiz:
1- Bu sorunu bir öncelik haline getirin
Öncelikle, devletler gıdaya sadece kalkınma ya da hayırseverlik kaygılarıyla değil, ulusal savunmaya benzer stratejik bir mesele olarak yaklaşmalıdır. Gıda, günümüzde sıklıkla bir savaş silahı olarak kullanılmaktadır ve barış zamanında bile bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bu durum; stratejik gıda rezervlerinin, gıda istihbarat kabiliyetlerinin, tehdit ve risk analizlerinin ve gıda dayanıklılığına yönelik denge politikalarının herkese uyması beklenen küreselleşmiş normlara değil, ulusal olarak belirlenmiş kriterlere dayandırılması anlamına gelmektedir.
2- Daha az yiyecek israfı
Gıda israfını azaltmanın bariz bir faydası var: Halihazırda gıdaların üçte biri gıda zincirinde kaybolmakta ve bozulmaktadır; bu da mevcut gıda kalorilerinin yüzde 24’üne tekabül etmekte ve 230 milyar dolara mal olmaktadır.
Su ve ormanlar dahil olmak üzere doğal kaynakların tüketilmesinin yanı sıra, gıda atıkları sera gazı emisyonlarının %6’sını oluşturmaktadır. Çekirge gibi haşereler ve kötü hava koşulları bu durumdan kısmen sorumludur fakat tüketici eğitimi ve gıdaları saklama yöntemlerimizin iyileştirilmesi gibi yollarla gıda israfı karşısında büyük bir yol kat edilebilir.
3- Küçük çiftçileri desteklemek
Tüm tarım arazilerinin sadece %12’sinden dünyadaki gıdanın %35’ini üreten küçük ölçekli çiftçiler, iklim değişikliğine karşı daha sürdürülebilir şekilde üretken ve dirençli hale gelmek için öncelikli olarak “adaptasyon fonu” almalılar. Bu; Çin, Güney Asya ve Sahra Altı Afrika’nın geniş tüketici bölgelerinde kendi kendilerine yetebilmeleri ve gıda ithalatına bağımlılıklarının azalması için her şeyden daha etkili olacaktır.
4- Yerel tarım ekosistemin desteklenmesi
Gıda yardımına bağımlı olarak birçok düşük gelirli ülkede, yerel gıda üretimiyle ilgili küçük işletmeler halihazırda GSYİH’nin %70’ine katkıda bulunmaktadırlar. Bu nedenle, daha fazla çalışma ve teknik ilerleme, küçük işletmelerin biyolojik çeşitliliğe teşvik eden, toprak ve su sistemlerini geliştiren eko-bilinçli bir şekilde yetiştirilmesine yardımcı olabilir ve verimlilik açısından önemli faydalar sağlayabilir.
5- Pazara daha yakın yerlerde üretim yapmak
Sadece maliyetleri ve karbon ayak izini azaltmak için değil, aynı zamanda işletmelerin Covid-19’dan öğrendiği uzun lojistik zincirlerinin başka yerlerdeki güvenilmez tedarikçilere karşı kırılganlığı arttırdığı gerçeğini de dikkate alarak, “gıda kilometrelerini” azaltmak amacıyla tüketicileri ve üreticileri coğrafi olarak birbirine yaklaştırmak için özel önlemler alınmalıdır.
Bu tür bir yakın tarım anlayışı, daha fazla kentsel tarım anlamına gelmektedir. 2050 yılına kadar üçte ikimiz şehirlerde yaşayacakken gıda neden buralarda üretilmesin? Dikey tarım ve hidroponik tarım için bazı teknolojiler halihazırda mevcut. Daha yeşil kentsel gelişim politikaları da karbon emisyonlarını azaltabilir ve şehirleri daha uyumlu hale getirebilir.
6- Nicelik yerine nitelik
Gıdanın bulunabilirliği ile ilgili bariz sorunlar üzerinde iyi çalışılmış olsa da, kalite genellikle göz ardı edilmektedir. Küresel Beslenme Veritabanı, 100 üzerinden toplam 40 puan ile yediklerimizin küresel besin değerinin mütevazı olduğunu göstermektedir. İnsani kalkınmayı optimize eden gıda güvenliği sadece miktarla değil aynı zamanda kaliteyle de ilgilidir.
7- Gıda seçeneklerini genişletmek
Popüler ürünlerin verimliliğini arttırmanın sınırları olduğu için çeşitlendirme şarttır. Yaklaşık 50.000 yenilebilir bitki var olmasına rağmen kalorilerimizin üçte ikisi sadece üçünden geliyor: buğday, mısır ve pirinç. Elbette binlerce yıl öncesine dayanan beslenme alışkanlıklarını değiştirmek zor ve günlük ekmek ya da pirinç tabaklarımızın derin bir kültürel anlamı var. Ancak zorunluluk, adaptasyonu da beraberinde getirmeli. Örneğin manyok, sorgum, darı, teff ve tatlı patates, çeşitli bir diyetin parçası olarak yararlı ve daha sağlıklı muadillerdir. Az kullanılan baklagiller ve küçük tahıllar da uygun şekilde tasarlanmış tohumlarla iklime daha dayanıklı hale getirilebilir. Bir beslenme devrimi, gıda güvenliğini inşa etmenin merkezi olacaktır.
8- Yardım dağıtma yollarını gözden geçirmek
Tam gıda güvencesi olsa bile, özellikle felaketler yaşandığında en kırılgan durumda olanlar için gıda yardımına yine de ihtiyaç duyulacaktır. Ancak kamyonlar dolusu temel gıda maddesini taşımak ve açlıktan ölmek üzere olan uzun kuyruklardaki insanlara fiziksel olarak erzak dağıtmak maliyetli ve verimsizdir. Eğer piyasalar kriz ortamlarında bile çoğunlukla olduğu gibi çalışıyorsa, nakit para çok daha iyidir ve günümüzde dijital veya kupon formlarında rahatlıkla temin edilebilir. Bu da alıcılara en çok ihtiyaç duydukları anda seçim şansı ve saygınlık kazandırır.
9- Gıdayı sosyal güvenlik ağının bir parçası haline getirmek
Gıda ve beslenme haklarının sadece normal zamanlarda değil, özellikle kriz zamanlarında evrensel sosyal koruma sistemlerine dahil edilmesi önemli bir adım olacaktır. Şu anda dünya nüfusunun yarısından azına bu şekilde hizmet verilmektedir. Dış yardımlar -özellikle de gıda- ulusal güvenlik ağları aracılığıyla kanalize edilebilir.
10- Özel sektörü dahil etmek
Son olarak, tüm ülkeler ortak bir ulusal misyon doğrultusunda çok sektörlü gıda politikaları ve stratejilerine sahip olmalı, özel sektörü ve diğer paydaşları da içeren pratik planlar yapmalıdır.
***
Editör Notu: Mukesh Kapila’nın 23 Kasım 2022’de TRT World’de yayımlanan “Food for thought: Ten ways to address the crisis of global hunger” başlıklı yazısı İLKE Analiz okurları için Elif Feyza Dinç tarafından tercüme edildi. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve İLKE Analiz’in editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Fotoğraf: Yerlerinden edilmiş Yemenliler savaşın harap ettiği batı vilayeti Hudeyde’nin Hays ilçesindeki bir kampta gıda yardımı ve erzak alıyor. Khaled Ziad / AFP