İran’ın Kürdistan eyaletinin Sakız beldesinden akraba ziyareti için Tahran’a gelen Mehsa Emini’nin ahlak polisleri (İrşat Devriyeleri) tarafından 16 Eylül’de göz altına alındıktan bir süre sonra hayatını kaybetmesinin ardından başlayan protesto gösterileri dördüncü ayına girdi. Ülkede yaşanan benzer birçok olayda olduğu gibi, kamuoyunu ikna edici şekilde bilgilendirme konusunda zayıf kalan ilgili makamlar Emini’nin ölümünün işkence kaynaklı olmadığı konusunda sadra şifa bilgi paylaşamadı. Gecikmeli olarak paylaşılan bilgi ve görüntüler ise öfkeli kitleler tarafından inandırıcı bulunmadığı gibi ok çoktan yaydan çıkmıştı.
Sakız’da, eyaletin diğer bölgelerinde ve ülkenin farklı yerlerinde düzenlenen gösterilerin bir iki hafta zarfında dinmesi beklenirken gerilim aksine daha da arttı ve ülke göstericilerle güvenlik güçleri arasında çok sert çatışmaların yaşandığı olayların etkisi altına girdi. Halihazırda sivil halktan ve güvenlik güçlerinden ölenlerin sayısı toplamda 378 olarak ifade ediliyor olsa da olayların devam etmesi durumunda ne yazık ki bilanço daha ağır hale gelecektir. İran’daki gösterilere toplumun sınırlı bir bölümü bizzat katılırken diğer bir bölümü de sosyal medyadan destek vermekle yetinmektedir. Son olarak İran millî takımı oyuncularının Katar’da düzenlenen Dünya Kupası finallerinde 21 Kasım’da İngiltere ile yaptıkları futbol müsabakası öncesinde ülkelerindeki olaylara destek vermek için millî seremoni esnasında ülkelerinin millî marşını okumaması, son dönemlerde İran Devleti’nin sergilediği tavırdan duyulan yaygın rahatsızlığı tekrar gözler önüne serdi. Ezcümle, İran’da devlet ile toplumunun belirli kesimleri arasındaki mesafe açılmaya devam etmektedir.
Olayların ilk safhalarında açıklama yapma gereği duymayan, sonrasında konuyu dış güçlerle ilişkilendirerek geçiştiren ülkenin en üst karar merci Devrim Rehberi Ali Hamenei ise son olarak 19 Kasım Cumartesi günü yaptığı açıklamada “karışıklıkların” rejime zarar veremeyecek kadar cılız olduğunu savundu. İran, farklı gerekçelere dayalı olarak dönem dönem büyük kitlesel gösterilerin yaşandığı bir ülkedir. Nitekim bu son olaylar, dönemin muhafazakar Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın güçlü reformist rakibi Mir Hüseyin Musevi karşısında ezici bir seçim zaferi kazandığının açıklanmasıyla Musevi taraftarlarının öfkesi sonucu 2009 baharında yaşanan ve Yeşil Hareket olarak kayıtlara geçen büyük protestolarla karşılaştırıldı.
Olaylara ilişkin benzer bir karşılaştırma, finans kuruluşlarında paraları batan mudilerin 2017’nin son günlerinde başlattığı protestolara ve 2019 yılı son baharında benzine yapılan zamların ardından meydana gelen gösterilere dair de yapıldı. Bu benzetmeler, belirli ölçüde yaşananları açıklamaya yardımcı olabilir. Nitekim, zikredilen olayların her birinde göstericilerin şikayeti süratle mevcut somut sorunu aşarak çok daha kapsamlı hâle gelmişti. Elbette bu derece büyük toplumsal olaylar zaman zaman farklı ülkelerde de görülebilmektedir. Bu husus İranlı yetkililer tarafından da yeri geldikçe dillendirilmektedir. Hatta bu son protestolarda olduğu gibi, Hamenei başta gelmek üzere İranlı yetkililer şiddet olaylarını dışarıda tutarak halkın protesto düzenliyor olmasını İran demokrasisinin nişanesi olarak addetti. Meseleye daha yapısal açıdan baktığımız zaman ise İran’da iki aydır yaşanan gösterilerin iki önemli hususu tekrar gözler önüne serdiği görülmektedir.
Siyaset Çözüm Üretemiyor
İranlı yetkililerin protestoların başlamasının ardından yaşadıkları şaşkınlıkla karışık öfke bir yanılsamaya dayanmaktadır. Zira, uzun yıllardır, özellikle 1997’de Muhammed Hatemi iktidara geldikten sonra, fiilen oldukça esnek hale gelen zorunlu örtünme uygulaması üzerinden bu büyüklükte bir toplumsal olayın patlak vermesi oldukça şaşırtıcıdır. Her ne kadar kadınların giyimine devletin herhangi bir şekilde karar vermesi potansiyel bir gerilim alanı olsa da genel anlamda kadınların hakları ve sosyal hayata katılımları konusunda İran İslam Cumhuriyeti yönetimi altında Pehlevi dönemine nispetle büyük mesafeler kat edildiğini göz ardı etmemek gerekir. Bunun sonuçlarını eğitim, istihdam ve belirli ölçüde siyasal katılım alanlarında görmek mümkündür. Bu nedenle, yaşananların merhume Emini’nin akıbeti yahut yalnızca zorunlu örtünme konusuyla ilgili olmadığı aşikardır. Kaldı ki 2009’da da yegane mesele Musevi’nin seçilememesi olmadığı gibi 2017 ve 2019’daki protestoların da çok daha yapısal nedenleri vardı. Bu nedenleri ekonomik ve siyasi olarak ikiye ayırmak gerekmektedir.
İran ekonomisi uzun süredir zorda ve peş peşe gelen hükümetler oldukça genç 85 milyonluk nüfusa gerekli istihdamı sağlayamamaktadır. Bunda ABD başta gelmek üzere Batılı devletlerin İran’a uyguladığı yaptırımlar kadar ülke kaynaklarının etkin kullanılamamasının da rolü var. Son yıllarda yaşanan protestoların istisnasız hepsinin ardındaki etkenlerden biri geçim sıkıntısıydı. Gösterilerin, ABD’nin Temmuz 2015’te imzalandığında İran ile beraber taraflarından biri olup ancak Donald Trump’ın 2018’de aldığı kararla çekildiği “Kapsamlı Ortak Eylem Planı” anlaşmasından geri dönmesi için, İran ile dolaylı müzakereler yürüttüğü bir döneme gelmesi de ekonomik açıdan olumsuz bir gelişme oldu. Zira ABD’nin dönmesiyle anlaşmanın yeniden etkin hâle gelmesini uman İran’ın bu müzakerelerden öncelikli olarak ekonomik beklentileri bulunuyor. Ancak ekonomik gelişmeler İran’da yaşanan protestoları açıklamakta tek başına yeterli değil. Meselenin bir de siyasal boyutu var. Ali Hamenei kriz dönemlerinde yaptığı dikkat çekici değerlendirmelerle bilinen bir isimdir. Bu değerlendirmeler çoğunlukla “biz ve düşman” ikiliğine sahip genellemeler içermektedir. Hamenei’nin geçtiğimiz günlerde yaptığı söz konusu konuşma da bunun örneklerinden biri:
“Hegemonyanın İslam Cumhuriyeti ile temel meselesi bu rejimin ilerleyerek dünyada görülür hale gelmesi ve böylece Batı’nın liberal demokrasi mantığının geçersiz kalmasıdır. […] Ülke içinde bazıları da Batı propagandasına dayalı olarak, İslam rejiminde özgürlük ve demokrasinin olmadığını söylüyorlar. Halbuki bu sözleri söylemeleri bizatihi özgürlük belirtisidir ve siyasi düşünce açsından birbirine benzemeyen hükümetlerin iş başına gelişi de halkın seçim hakkının ve rejimin halkçı oluşunun alametleridir. […] İran’ı seviyor olmanın temel belirtilerinden biri ümit yaratmaktır. Dolayısıyla, ümitsizlik ve çaresizlik saçanlar İran düşmanıdırlar ve İran’ı sevdiklerini iddia edemezler. İran düşmanı olan kişilerin milli menfaatleri koruma adı altında ümitsizlik zerk etmesine izin vermeyin. Yazarlar, şairler, bilim insanları ve etkili herkes ümit vermelidir ve ülkede ilerleme ve ümidin belirtilerini öne çıkarmalıdırlar.”[1]
Bu ideolojik söylemler, İran toplumunun oranı hızla artan bir bölümüne bir şey ifade etmemektedir. Diğer yandan, İran’da toplumun farklı siyasal taleplerini siyaset sahnesine taşıyacak bir çok seslilik de bulunmamaktadır. Olayların etnik ve dini azınlıkların yaşadığı bölgelerde fazlaca görülmesinin nedeni de budur. Toplumun bireysel ve kültürel hak arayışlarına cevap verme konusunda ülkedeki siyasal hareketler yetersiz kalmaktadır. Dahası, artık ülkedeki muhafazakâr-reformist denklemi de bu tıkanıklığı aşmaya yetmemektedir. Nitekim, 2013-2021 yılları arasında cumhurbaşkanlığı yapan Hasan Ruhani de bu sorunları çok defa dile getirmesine rağmen çözüm konusunda kayda değer bir adım atmayı başaramamıştır.
Dolayısıyla, İran’da geniş toplum kesimlerini memnun edecek siyasal çoğunluk olmadığı gibi Hamenei’nin tasavvur ettiği anlamda bir “çeşitlilik” de yoktur. Bunun sonucu ve önlerine konan adayların birbirinden farksız oluşu nedeniyle İranlı seçmenler Haziran 2021’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilgi göstermeyince katılım %48,48’de kaldı. Siyasal taleplerin karşılanmak şöyle dursun anlamlı şekilde dillendirilmediği bir ortamda İran’da öfke sokaklara taşmaktadır. Sokaklar ise her zaman aşırılıkların görülebildiği yerlerdir. Şayet İran’da meşru siyaset alanı bu şekilde daralmaya devam ederse İran’ı yönetenler, bu olaylar bastırıldıktan sonra da aşırılıklarla karşılaşmaya devam edecekler. Ancak, konunun siyasal boyutunun yanı sıra protestoların ortaya çıkardığı ve önümüzdeki dönemde daha çok tartışılacak olan bir gerçek daha var: sistem içi çatışma
İran’da Kim Ne Kadar Hakim?
Modern Türkiye tarihinde olduğu gibi İran’da da modernleşme ile merkezi devlet otoritesi, paralel bir biçimde ilerleyen süreçler olmuştur. İran örneğinde bu, aşiretlerin, derebeylerin, ulemanın ve hatta bölge bölge yabancı devletlerin ellerindeki nüfuzun merkezileşen devlet tarafından çoğu zaman zor kullanarak ele geçirildiği bir süreçtir. Bu sürecin, merkezkaç unsurları ne kadar “ortadan kaldırdığı” bir yana, merkezileşen iktidarın paylaşımı başlı başına bir sorun olmuştur. Bizde askeri darbeler ortaya çıkaran bu sorun, 20. yüzyıl boyunca İran’ın da peşini bırakmamıştır. 1906 Anayasal Devrimi de Rıza Han’ın 1921’de askeri darbe yaparak iktidarı ele geçirmesi; 1925 yılında Kaçar Hanedanını lağvederek Pehlevi Hanedanını kuruşu; 1941’de İngilizler ve Ruslar tarafından oğlu Muhammed Rıza lehine tahttan feragat etmeye zorlanması; Muhammed Rıza döneminde 1951’de başbakan olan Muhammed Musaddık’ın 1953’te ABD ve İngiltere’nin ön ayak olduğu bir askeri darbeyle indirilmesi ve nihayet 1979’da Muhammed Rıza Şah’ın devrimle devrilmesi bu sürecin parçalarıdır. Oldukça önemli bir jeopolitik konumda, zengin doğal kaynaklara sahip bir ülke olan İran’da iktidar mücadelesi her zaman sert olmuştur. Devrimin ardından kurulan İran İslam Cumhuriyeti de kuruluşundan itibaren güç mücadelesine tanık olmuştur. Devrimin meydana geliş sürecinde etkin rol oynayan örgütleri ve Ayetullah Humeyni tarafından ülkeye döner dönmez geçici hükümetin başbakanlığına getirilen Mehdi Bazargan ve ülkenin Cumhurbaşkanı ilk Ebulhasan Benisadr gibi şahsiyetleri devrim atmosferi içinde devrim karşıtı olarak lanse ederek tasfiye etmek nispeten kolay olmuştur.
Takip eden süreçte özellikle Humeyni’nin 1989’da ölmesinin ardından sertleşen iktidar mücadelesi onun halefi Hamenei’nin stratejik adımları sayesinde mevcut statüko lehine evrilmiştir. Ancak Hamenei artık oldukça yaşlı ve İran’da Hamenei sonrasına ilişkin senaryolar uzunca bir süredir dillendirmektedir. Her ne kadar Hamenei sonrasında ülke siyasetinde radikal bir aks değişimi mümkün olmayacaksa da daha fazla siyasi ve ekonomik güç isteyen gruplara gün doğacağı söylenebilir. İran’da bir süredir yaşananlarda bu gruplaşmanın da büyük etkisi var. Ülkenin yönetilemediği görüntüsünü daha belirgin şekilde vermek isteyen grupların önümüzdeki dönemde İran siyasetini ve sokaklarını kışkırtma ihtimali göz ardı edilmemelidir. Nitekim İran İçişleri Bakanı Ahmed Vahidi, 21 Kasım Pazartesi günü yaptığı açıklamada “düşmanın” hibrit savaş yöntemiyle İran’da istikrarsızlık ve güvensizlik çıkarmaya çalıştığını savundu ve ekledi: “Ülkenin bağımsızlığı, güvenliği ve milli menfaat ve istikrarı siyasi grup ve şahsiyetlerin düşmanın bariz komploları karşısında net bir pozisyon almasını gerektiriyor.” Buna rağmen tüm grup ve şahsiyetlerin net bir tutum takınmadığı görülüyor.
Son dönemlerde yaşanan birçok gelişme ve yaşanan protestolara dair takınılan farklı tavırlar, Hamenei sonrası İran’ına dair faklı hesaplarla ilişkilidir. Humeyni sonrasında, başta Haşimi Rafsancani gelmek üzere ağırlığı olan şahsiyetlerin varlığı geçiş dönemini nispeten kolay hale getirmişti; halihazırda bu gibi isimlerin varlığından bahsetmek oldukça zor. Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin idari hünerleri önemli olsa da esas belirleyici unsurun Devrim Muhafızları Ordusu olacağını belirtmek gerekir. Mehsa Emini’nin ölümü sonrası başlayan protestolara ilişkin verdiği bir mülakatta Tahran Üniversitesinden Sosyolog İbrahim Feyyaz’ın olayların arkasındaki sosyolojik gerekçeleri değerlendirdikten sonra yaptığı yorumlar İran’ın geleceğine ilişkin isabetli öngörüler içeriyor:
Her hâlükârda ya biz geleceğiz inşa edeceğiz ya da gelecek bizi inşa edecek. Geleceği inşa etmek bilgi, görüş ve fikir gerektirir. Ne yazık ki internette var olan bilgi ve görüşü kullanmadığımız gibi fikrin esamisi de okunmuyor. Ne yazık ki geleceğe doğru sertlikle yol alıyoruz. Eğer geleceği kendimiz inşa edersek sükûnet ve güvenle inşa ederiz. Yok eğer gelecek bizi inşa ederse hiç kuşku yok ki sertlik ve yaralamayla inşa edecek.[2]
Bu yorumlara ilave edilebilecek husus İran’da bir tek gelecek vizyonunun olmadığıdır. Mehsa Emini’nin ölümüyle başlayan protestolar, İslam Cumhuriyeti’nin politikalarından rahatsız olan toplumsal kesimin her yönüyle büyümekte olduğunu gösterdiği gibi sistem içerisinde de geleceğe ilişkin farklı görüşlerin olduğuna dair güçlü izlenimler verdi. Bu gösteriler bastırıldıktan sonra dahi rahatsızlıkların altındaki zemin ortadan kalkmayacaktır. Asıl mesele İran İslam Cumhuriyeti yöneticilerinin bu zemini doğru değerlendirip değerlendiremeyeceğidir. Bu konuda şimdiye kadar ortaya konan yetersiz politikalardan dolayı İran’da sokaklar durulmuyor. Eğer daha başarılı politikalar uygulanmazsa “gelecek İran’ı inşa edecektir”. Yaşanan protestoların bu anlamda önemli bir kırılma olduğunu söylemek abartılı olmayacaktır.
***
Editör Notu: Bu metin Müslüman Dünyada Fikri Birikimler Bülteni’nin 23. sayısında yayımlanmıştır. Müslüman dünyadaki entelektüel gündemi her ay okuyucularına sunan Müslüman Dünyada Fikri Birikimler Bülteni yayınlarına buradan ulaşabilirsiniz.
Görsel: Sky News
[1] Ayrıntılı bilgi için bkz.: https://bit.ly/3YRqA0K
[2] Yazının tamamı için bkz.: https://bit.ly/3jwY7NT