İslam İşbirliği Teşkilatının Küresel Sistemdeki Pasifliği Üzerine Bir Değerlendirme - İLKE Analiz

İslam İşbirliği Teşkilatının Küresel Sistemdeki Pasifliği Üzerine Bir Değerlendirme

M. Hüseyin Mercan

Son yıllarda küresel siyasetin seyrinde uluslararası örgütlerin ve özellikle de uluslararası oluşumların öneminin artması ve siyaset yapma ve uygulama süreçlerinde etkilerini hissettirmesi Müslüman dünyada iş birliğini ve hareketliliği artıracak yapı ya da yapıların imkânını gündeme taşımaktadır. İslam dünyasında özgün bir siyasallığın oluşabilmesine katkı sağlayabilecek ve sorunların çözümünde aktif rol üstlenebileceği gibi küresel siyasetin diğer aktörlerini yeri geldiğinde dengeleyici bir işlev görecek bir yapının tesisi elbette uluslararası sistemde dengeleri değiştirecek bir adım olacaktır. Uluslararası sistemin doğasından kaynaklanan adaletsizlik, eşitsizlik, çatışma gibi sorunlarla mücadelede güçlü bir iradenin ortaya konması ve Müslüman devletlerin kendini temsil konusunda daha özgüvenli bir karaktere bürünmesi, yeni bir küresel siyasetin şekillenmesine yönelik beklentileri de artıracaktır.

Böyle bir zeminin oluşabilme ihtimali dikkate alındığında akla ilk gelen soru Müslüman dünyada böyle bir yapının tesisi için gerekli irade ve vizyonun olup olmadığı ya da İslam dünyasındaki en büyük siyasi örgüt konumundaki İslam İş Birliği Teşkilatı’nın (İİT) bu misyonu üstlenip üstlenemeyeceğidir. 

İİT, uluslararası siyasette Birleşmiş Milletlerden sonra üye sayısı, coğrafi dağılımı, etnik ve dil çeşitliliği bakımından en büyük ikinci örgüt olarak kabul edilmektedir.

İİT, uluslararası siyasette Birleşmiş Milletlerden (BM) sonra üye sayısı, coğrafi dağılımı, etnik ve dil çeşitliliği bakımından en büyük ikinci örgüt olarak kabul edilmektedir. 57 üyesi [1] bulunan ve 5 ülkenin de gözlemci statüsüne sahip olduğu İİT, sadece siyasi ve ekonomik önemi dolayısıyla değil aynı zamanda askerî güç kapasitesi, yer altı kaynakları bakımından çeşitliliği ve zenginliği, eğitim, kültür ve teknoloji alanlarındaki potansiyeli ve özellikle de genç nüfus oranı ile küresel siyasette alternatif bir düzen iddiasını sunabilme imkânına sahip en önemli yapıdır.

Avrupa merkezci siyasallığın şekillendirdiği mevcut uluslararası sistem özellikle son birkaç on yılda ciddi meydan okumalarla karşı karşıya kalmıştır.

Avrupa merkezci siyasallığın şekillendirdiği mevcut uluslararası sistem özellikle son birkaç on yılda ciddi meydan okumalarla karşı karşıya kalmıştır. Özellikle 11 Eylül sonrası oluşan siyasi atmosfer, tüm dünya üzerinden tahakküm kurmaya çalışan ABD ile küresel siyasette yeniden mevzi kazanmaya çalışan Rusya ve yükselen başat aktör Çin arasında derin bir rekabete kapı aralamıştır. Afganistan ve Irak işgalinin yol açtığı travmalar ve Arap dünyasındaki halk ayaklanmalarının yeni krizleri tetikleyen bir hale evirilmesi, İslam dünyasındaki kaotik durumun artmasına yol açarken aynı zamanda küresel siyasetteki ana rekabetin de Müslüman dünyadaki karar alma süreçlerini doğrudan şekillendirmesini beraberinde getirmiştir.

Yerküre üzerinde kendi siyasallığı zemininde bir düzen kurma iddiasına sahip bir dinin mensuplarının, uluslararası sistemde alternatifler oluşturabilecek mekanizmaları hayata geçirememesi sadece dış etkenlerle ya da İslam dünyasındaki genel ataletle açıklanabilecek bir husus değildir.

Gerek İslam dünyasındaki devletlerin gerekse bir örgüt olarak İİT’nin sahip olduğu potansiyel dikkate alındığında Müslüman toplumların kendi kaderlerini şekillendirme konusunda niçin zayıf kaldıkları ya da yeterli bir irade ortaya koyamadıkları bu tartışmanın en kilit noktasını oluşturmaktadır. Yerküre üzerinde kendi siyasallığı zemininde bir düzen kurma iddiasına sahip bir dinin mensuplarının, uluslararası sistemde alternatifler oluşturabilecek mekanizmaları hayata geçirememesi sadece dış etkenlerle ya da İslam dünyasındaki genel ataletle açıklanabilecek bir husus değildir. Müslüman siyasallığın ana kodlarını belirlediği yeni bir dünya düzeninin tesisine dair bir çabanın İslam dünyasındaki devletler tarafından ortaya konmaması ya da kimi girişimlerin kadük kalması [2] oldukça büyük bir yapısal krize işaret etmektedir. Bu bağlamda İslam dünyasında güçlü bir siyasi vizyonun ortaya konamamasının ve etkin bir birliğin oluşturulamamasının nedenlerinin iyi analiz edilmesi, en azından yüzleşilmekte olan yapısal krizin aşılabilmesine ve gelecek dönemlerde alternatif bir yapının ihdasına olanak tanıyabilecektir.

İİT’nin küresel siyasetteki pasifliği ve Müslüman dünyaya alternatif bir düzenin tesisine dair bir ruh aşılayamaması öncelikle yapının kendisinden kaynaklanmaktadır. Başta Filistin meselesi olmak üzere İslam dünyasındaki hiçbir krize yönelik net çözüm önerileri sunamaması ve küresel aktörlerin İslam ülkelerine ya da süregelen krizlere yönelik yaklaşımları karşısında baskı araçlarını uygulamaya koyamaması, İİT’nin uluslararası ilişkilerde oyun kurucu bir aktör olamamasının önündeki başlıca engeldir. Örgütün kuruluş felsefesinin “İslam dünyasının hak ve çıkarlarını koruma” ve üye ülkeler arasındaki “iş birliği ve dayanışmayı güçlendirme” misyonu üzerine bina edilmesine rağmen, kuruluş tarihi olan 25 Eylül 1969’dan bu yana örgütün ana misyonu çerçevesinde başarılı bir sınav verememiş olması, İİT’nin etkin bir örgüte dönüşebilmesine dair inancı büyük oranda zedelemiştir. 21 Ağustos 1969’da fanatik bir Yahudi’nin kundaklama girişimi sonrası Mescid-i Aksa’da çıkan büyük yangın, Müslüman dünyada bir inisiyatif alma ve kendi haklarını arama ve çıkarlarını koruma konusunda bir hassasiyetin oluşmasına olanak tanımıştı.

BM’nin misyonunu hayata geçirme konusunda ciddi zafiyetler göstermesi ve özellikle Müslüman dünyadaki sorunların çözümüne yönelik ikircikli bir tavrın ortaya konması, Eylül 1969’da İİT’nin kuruluşu girişimine zemin hazırlamıştı.

II. Dünya Savaşı’nın ardından küresel siyasetin barışçıl bir zeminde sürdürülmesi ve tüm toplumların eşit ve adil bir siyasi gerçeklikte yaşamasını temin amacıyla kurulan BM’nin misyonunu hayata geçirme konusunda ciddi zafiyetler göstermesi ve özellikle Müslüman dünyadaki sorunların çözümüne yönelik ikircikli bir tavrın ortaya konması, Eylül 1969’da İİT’nin kuruluşu girişimine zemin hazırlamıştı. Müslümanların ilk kıblesine yönelik mütecaviz saldırı, İslam ülkelerinin siyasal uyanışını hızlandıracak düzeyde radikal bir hamleydi. Nitekim alternatif bir örgüt kurulmaksızın Müslümanların haklarının yeterli düzeyde savunulamayacağı ve İslam dünyasının mütemadiyen edilgen bir statüde kalacağı inancı, İİT’nin kuruluşu ile alternatif bir düzenin/yapının oluşturulması aracılığıyla dönüştürülmeye çalışılmıştı. Bununla birlikte üye ülkelerin siyasi öncelikleri, vizyonları, küresel siyasete ve dünya düzenine bakışları, kurulan yapının alternatif sunma iddiasından uzaklaşmasında önemli bir rol oynamıştır.

İİT’nin üyelerinin bir arada bulunmasındaki ortak değer İslam dini olmakla birlikte üyelerin tamamının farklı siyaset zemininde hareket ediyor oluşu, Müslüman dünyanın ortak bir gündem geliştirememesinde temel faktörlerin başında gelmektedir

İİT’nin üyelerinin bir arada bulunmasındaki ortak değer İslam dini olmakla birlikte üyelerin tamamının farklı siyaset zemininde hareket ediyor oluşu, Müslüman dünyanın ortak bir gündem geliştirememesinde temel faktörlerin başında gelmektedir. Filistin ya da Kudüs meselesinin kalıcı çözüm bulunmamasına uluslararası toplum tarafından da sürekli gündemde tutulması, İİT üyelerinin genel itibarıyla Kudüs konusunda aynı çizgide yer almasını sağlasa da aynı tavrın hem Filistin meselesinin genel seyri ve çerçevesine hem de İslam dünyasındaki diğer kriz alanlarına dair gösterilemediği de müşahede edilmektedir. Gerek sömürgecilik mirası gerek ulus-devletlerin inşası sürecinde siyasi elitlerin tercihleri gerekse ABD, Rusya ve Çin gibi uluslararası siyasetin başat aktörleriyle kurulan ilişkilerin yol açtığı bagajlar, İİT bünyesinde dünya düzenine alternatif sunabilecek güçlü bir birlikteliğin oluşumunu engellemektedir. Üye ülkelerin ulusal çıkar önceliklerinin çoğu zaman İİT’nin ana felsefesiyle çelişmesi ya da çatışması, uluslararası ilişkilerde İslam dünyasında güçlü bir bloğun meydana getirilmesine izin vermemektedir.

Mevcut koşullar ve üye ülkelerin siyasi tercihleri ve öncelikleri dikkate alındığında ise İslam dünyasındaki sorunların çözümüne dair küresel aktörler karşısında kararlı bir duruş sergileyecek bir örgütsel yapının tesisi için kısa vadede uygun şartların oluşacağı düşünülmemektedir.

İİT’nin kapasite ve potansiyeli dikkate alındığında uluslararası ilişkilerin eğilimlerini ve seyrini değiştirecek bir güç olduğu aşikâr olmakla beraber gerek İİT’nin kurumsal yapısının gerekse üye ülkelerin bu potansiyeli değerlendirme arzusunda olmaması Müslüman dünyadan güçlü bir siyasi iradenin yükselmesine olanak tanımamakta ve genellikle romantik bir okuma üzerinden İslam dünyasındaki iş birliği imkanları tartışılmaktadır. Müslüman toplumların küresel siyasette etkin bir rol üstlenmesinin yolu özgün bir siyasallık zemininde ve ancak alternatif bir düzen iddiasıyla mümkün olabilecektir. Mevcut koşullar ve üye ülkelerin siyasi tercihleri ve öncelikleri dikkate alındığında ise İslam dünyasındaki sorunların çözümüne dair küresel aktörler karşısında kararlı bir duruş sergileyecek bir örgütsel yapının tesisi için kısa vadede uygun şartların oluşacağı düşünülmemektedir. Bu minvalde İİT bünyesinde yapısal reformların gerçekleştirilmesine dair inanç ve ihtiyacın oluşması ve akabinde bu konuda adımların atılması en azından orta vadede Müslüman dünyanın özgün bir siyasallıkla küresel siyasette temsiline olanak sağlayabilecektir. Aksi takdirde Müslüman dünyada tekil girişimlerin dışında -Türkiye’nin son yıllarda Filistin, Suriye, Mısır, Keşmir ve Yemen gibi kriz bölgelerinde üstlendiği misyon ve takip ettiği strateji buna örnek gösterilebilir- küresel siyasette Müslümanların haklarını savunan güçlü yapıların oluşması asla gerçekleşmeyecektir.

Editör Notu: Bu metin Müslüman Dünyada Fikri Birikimler Bülteni’nin 18. Sayısında yayımlanmıştır. Müslüman dünyadaki entelektüel gündemi her ay okuyucularına sunan Müslüman Dünyada Fikri Birikimler Bülteni yayınlarına buradan ulaşabilirsiniz.


[1] 14-15 Ağustos 2012 tarihinde Mekke’de gerçekleştirilen olağanüstü toplantı sonrasında Suriye’nin üyeliği askıya alınmıştır.

[2] 1997 yılında dönemin başbakanı Necmettin Erbakan’ın girişimleriyle ve Türkiye’nin öncülüğünde kurulan D-8 örgütü, alternatif bir düzen iddiasın sahip olmakla ve Müslüman dünyaya yeni bir soluk getirmeye çalışmakla beraber gerek Türkiye siyasetinde değişim gerekse üye ülkelerin yeterli ehemmiyeti vermemesinden ötürü, kuruluşundan kısa bir süre sonra tüm potansiyel ve kapasitesine rağmen etkisiz bir yapı haline dönüşmüştür. 

0 yorum

Diğer Yazılar