Editör Notu: Bu yazı, İLKE Vakfı Youtube kanalında yayına başlayan Halit Bekiroğlu ile Sivil Toplum programının üçüncü bölümündeki konuşmaların bir kısmının derlenmesi ile oluşturulmuştur
Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının önemi her geçen gün daha iyi anlaşılıyor. Hâlâ oransal olarak baktığımızda Batı’daki ülkelere göre STK sayımızın az olduğunu söyleyebiliriz ama özellikle son 20-30 yılda bu sayı artmaya başladı. Bununla birlikte STK’ların mahiyetlerinde, içeriklerinde ve niteliklerinde de değişimler yaşanıyor. Zaman geçtikçe, tecrübe kazandıkça daha nitelikli çalışmalar ve kurumsal yapılar görmeye başladık.
Özellikle son dönemde kurulan STK’larda profesyonellerin daha fazla yer aldığını ve kurumda kalma sürelerinin uzadığını görebiliyoruz. Bu konuda Kurumsal Yönetim Akademisi’nin önemli raporları var. Bu raporlarda profesyoneller içinde kadınların oranının arttığını görüyoruz. Aynı şekilde gençlerin daha aktif olduğunu, ücret konusunun iyileştiğini de görüyoruz. Çalışanların eğitim durumlarına baktığımızda da neredeyse %90 oranında lisans ve lisansüstü eğitim alanların yoğunluğunu görüyoruz. STK’lar artık kendi bünyeleri içinde “adanmış” kişiler aramıyorlar, ehliyete ve liyakate de bakıyorlar.
Artan profesyonelliğin avantajları ve dezavantajları var. Profesyonellik bir kurumun verimli ve sürdürülebilir olması için çok hayati. Süreçlerin daha sağlıklı yönetilmesi, çalışmaların ölçülebilmesi açısından da son derece önemli. Öte yandan bir kurum tamamen profesyonelleştiğinde gönüllülük ikinci planda kalabiliyor. Oysa STK’larda merkeze her zaman gönüllüğün oturması gerekiyor.
STK’larda profesyonellikle birlikte ciddi bir işletme maliyeti de doğuyor. Bu maliyeti yönetmek için STK’lar bazen iktidarla veya çeşitli fon merkezleriyle farklı ilişkiler kurabiliyorlar. Bu durum STK’ların sivilliğine zarar verebiliyor.
Bir STK kendi profesyonelleriyle ilgili bir plan yapmıyorsa zaman içerisinde STK’da çalışanlar hayata atıldıklarında çeşitli çatışmalar yaşayabiliyorlar. Bu yüzden STK yöneticileri, profesyonel çalışanlarını hayata hazırlamaları gerekiyor. Eğitim süreçleri varsa onların tamamlanması, maaş konusundaki süreçleri uzun vadeli ve sağlıklı yürütmeleri gerekiyor.
Bir kişi ömür boyu STK’larda çalışmak mecburiyetinde değil. Türkiye’de STK’larda çalışma süreleri ağırlıklı olarak 3-5 yıl arasında değişiyor, ben bu sürecin uzaması gerektiği kanaatindeyim. Çünkü tecrübe kazanan profesyonelin başka bir kuruma geçmesi sorun oluşturabiliyor. STK’ları, insanların bir süre katkıda bulundukları, daha sonra ayrılıp hayatlarına devam ettikleri kuruluşlar olarak değerlendirebiliyoruz ama artık STK’ların kurumsallaşmasıyla beraber en azından belli alanlarda profesyonellerin daha uzun çalışmasını sağlamak gerektiği kanaatindeyim.
Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarıyla ilgili üniversitelerle işbirliği içinde çalışmalar yapılması gerekiyor. Bu konuda önemli aşamalar kat edildi, bazı üniversitelerde yüksek lisans düzeyinde STK bölümleri açıldı ama hâlâ yol kat etmemiz gerek, lisans düzeyinde de açılması çok önemli. Bunun -gönüllük esaslı olmakla birlikte- bir meslek olduğunu, uzmanlık ve eğitim gerektirdiğini kabul edip üniversitelerde buna uygun alanlar ve zeminler oluşturmamız gerekir ki bu alanda okuyan gençler STK’larda daha iyi çalışabilsinler.
Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarımızın daha verimli olabilmesi için özellikle yönetim kademesinde görev alanların bütünüyle gönüllü katkıda bulunması gerektiğini düşünüyorum. Profesyonel çalışan arkadaşların ise elbette maişetlerini kurumdan karşılamak suretiyle, mutlaka kurumun çalışma alanı içerisinde gönüllü katkıda bulunması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü STK’ların ruhunda gönüllülük, fedakarlık, topluma bir şeyler katma duygusu vardır ve bu duygunun bütün kademelerde taşınmasını önemsiyorum.