İslam Düşüncesinin Temel Niteliği
Vahiy ve din kaynaklı bir düşünce sistemi olan İslam düşüncesinin oluşumunda aynı zamanda toplumsallığın (örfün) ve coğrafyanın (hayat koşullarının) önemli etkileri bulunmaktadır. Nitekim Müslüman toplumlarda farklı düşünce havzalarının oluşumu bu tür bir farklılaşma dinamiği çerçevesinde oluşabilmiştir. Müslüman dünyaya baktığımızda hayli geniş bir soyo-kültürel çerçeve görülmektedir. Yaşantıda İslam’ın farklı biçimler kazandığını ve yerelleştiğini görmek ulus-öncesi dünyadaki sosyal bütünleşme hatlarını kavramak açısından önemlidir.
İslam medeniyeti hareketi merkeze alarak etkileşim temelli bir gelişim seyri arz etmektedir. Bu anlamda İslam medeniyeti üç temel alandaki geniş ölçekli hareketliliklerin tetiklediği bir etkileşim çerçevesine sahiptir. Tarihte medeniyetin gelişimine ev sahipliği yapmış olan Mezopotamya’da kök salmış İslam medeniyeti kendisini hareketlilik üzerine kurmuştur. Bu hareketlilik alanlarından en önemlisi insanların hareketliliğidir. İslam aşiretler, kabileler ve ırklar arasındaki eşitliğe siyasal ve hukuki bir temel oluşturarak insanların hareketini özendirmiştir. İslam sonrasında Araplar başta olmak üzere coğrafyadaki tüm halklar harekete geçmiş ve böylece yeni etkileşimlerin önü açılmıştır. Türkler, Berberiler, Farisiler, Kıptiler İslam ile birlikte sadece din değil coğrafya da değiştirmişlerdir. Diğer bir hareketlilik ise ticari alanda yaşanmıştır. Pazar ve alışveriş ilişkilerine eşitlik temelli bir ahlaki zemin getiren İslam sonrasında yaşanan en önemli dönüşüm ticaretin hacminin genişlemesi ve akışının hızlanmasıdır. “Şark küreselleşmesi” olarak da adlandırılan bu durum iktisadi etkileşimi ve potansiyeli, ticari hacim ve akışkanlığı olabildiğince büyütmüş ve aynı zamanda refahın yayılmasını sağlamıştır. Daha önce yerel görünüm arz eden, belirli bir coğrafyaya mahsus olan bazı fikirler Müslümanların egemenliği altında çok geniş alanlara yayılmış; farklılıkların ve çeşitliliklerin temelini teşkil etmeye başlamıştır. İslam düşüncesinin çeşitliliğinin ve zenginliğinin temeli olan bu etkileşim dinamiği aynı zamanda farklı karşılaşmaları da bünyesinde taşır. Örneğin Suriye’de Helenistik düşünceyle, Anadolu’da Hristiyanlıkla, Mısır’da Yahudi hikmetiyle, İran’da Sabiilikle ve Zerdüştlükle, Hindistan’da Hint mistisizmiyle, Endülüs’te Roma düşüncesiyle karşılaşarak, etkileşerek ve bu düşünceleri birbiri ile temasa geçirerek yeni ve zengin bir düşüncenin çerçevesini oluşturmuştur. Müslümanların Bağdat’ta Beytül Hikme’de başlattığı çeviri hareketi tarihte eşine az rastlanır bir fikri etkileşimin temelini teşkil etmiştir. Klasik dönemde bir Müslüman alimin yetişme seyrine baktığımızda bunu açıkça görürüz. Seyahat temelli kurulan ilim tahsili ve tedrisi bilginin hareketliliğini yansıtmaktadır. Bu, aslında bilgi ile hareketliliği birbirine rapteden bir durumu gösterir. Dolayısıyla Müslüman toplumların düşüncesi hareketlilik, etkileşim ve yenilenme ekseninde kurulmuştur.
“Müslüman toplumların düşüncesi hareketlilik, etkileşim ve yenilenme ekseninde kurulmuştur.”
Müslüman toplumlar klasik dönemde daimi yüzleşmeler çerçevesinde geniş hareketlilik ve etkileşimi yaşayarak geniş ölçekte dinamik bir dünya görüşüne sahip olmuşlardır. Müslüman toplumlar son iki yüz yılda modernite ile de büyük bir yüzleşme ve etkileşim içindedirler. Daha önce de Haçlı Seferleri ve Moğol İstilası gibi istilacı hareketlerle karşılaşan Müslüman toplumlar bu istilaları bir etkileşim fırsatına çevirebilmişledir. Mesela, Moğol İstilası başta yıkıcı da olsa akabinde hem İslam’ın geniş alanlara yayılmasının bir dinamiğini teşkil etmiş hem de zamanla donuklaşan dinamikleri yeniden harekete geçirerek ikinci bir klasik çağın açılmasına vesile olmuştur. Aynı şekilde Haçlı Seferleri, durağanlaşan siyasi iktidarları alttan gelen bir hareketle yeniden kurmak üzere bir yıkım meydana getirmiştir. Böylece kısa vadede yıkıcı olsa da uzun vadede kurucu bir rol oynamıştır. Bu anlamda 19. yüzyıldan itibaren modernite ile yaşanan karşılaşmayı da benzer bir çerçevede değerlendirmek mümkündür. Bu karşılaşma bazı boyutları ile yıkıcı olsa da başka bazı boyutları ile de harekete geçirici ve yenileyicidir.
Moderniteye Cevap Vermek: Yenilenme ya da Gelenek
Müslüman toplumlarda çağdaş düşüncenin şekillenmesinin iki temel dinamiği bulunmaktadır. Bunlardan birisi içsel gelişmelerle diğeri de dış koşullar ile ilişkilidir. Dahili olarak entelektüeller ve ulema, geleneğin anlamı ve sürdürülmesi, Müslüman kimliğinin yapısı ve değişimi, yeni toplumsal sorunların yorumlanması ve çözümler üretilmesi, siyasal gelişmelerin anlamlandırılması gibi meselelerle karşılaşmışlardır. Bu çerçevede ana gündem İslami yenilenme problematiği çerçevesinde teşkil etmiştir. Mevcut meydan okumalar karşısında İslam düşüncesinin kendisini sürdürebilmesi için kavramsal ve yöntemsel bir yenilenmeye ihtiyacı olduğunu düşünenler ile sorunun İslam’ı yeterince yaşamamaktan kaynaklandığını düşünenler arasındaki geniş alan çağdaş düşüncenin farklı formları tarafından doldurulmuştur. Bu anlamda klasik düşünceye karşı eleştirel bir mesafe içerisinde olan modernistlerin zamanla kendilerini temellendirecekleri istinat noktasından koptuğunu görmek mümkündür. Benzer şekilde gelenekçilerin de güncel sosyal meselelerden koptuğu ve toplumsal sorunları kuşatmaktan uzak kaldığı görülmektedir. Böylece iki boyutun ironik bir biçimde birbirini tamamlayan bir kopuş yaşadığı söylenebilir.
Müslüman dünyada çağdaş düşünceyi şekillendiren ikinci dinamik ise harici etkenlerle ilişkilidir. Bu bakımdan 19. yüzyılda modern teknik, sanayi ve bürokrasi ile yüzleşme Müslüman toplumların ciddi bir krize girmesine neden olmuştur. Zira modern tekniğin ürettiği güç karşısında direnemeyen Müslüman toplumlar zamanla işgale, sömürüye ve baskıya maruz kalmışlardır. Bu baskı ve işgal Müslüman toplumların kendi düşünsel yaşamlarını sürdürememesine sebep olmuş; aynı zamanda ona cevap verme ve aşma ihtiyacı da düşünceye yeni bir biçim vermiştir. Batı kaynaklı modern birer ideoloji olan sosyalizm, liberalizm, milliyetçilik, feminizm gibi düşünceler Müslüman toplumlarda çağdaş düşüncenin önemli görünümleri arasında yer almaktadır. Dışarıdan gelen bu düşünceler yerleşik İslami kavram ve düşüncelerle de etkileşim içerisine girerek çeşitli ara formlar meydana çıkarmıştır. Dolayısıyla günümüzde Müslüman toplumların düşüncesini inceleyen birisinin modern düşünceye başvurmaksızın bunu yapması mümkün değildir.
Müslüman toplumlarda çağdaş düşünce sadece hayatı yeniden şekillendiren modern teknik ve düşünce ile değil; Müslümanların siyasi ve fikri tarihini yeniden yazan ve bakışı şekillendiren şarkiyatçılıkla da yüzleştiğini belirtmeliyiz. 19. yüzyılda Avrupa’da modernitenin kurulması ve açıklanması problematikleri çerçevesinde tüm Avrupa tarihi ve buna bağlı olarak da dünya tarihi yeniden yazılmıştır. Bu anlamda Müslüman toplumlarda çağdaş düşünce, şarkiyatçılığın hem etkisi altındadır hem de ona bir cevap verme arayışındadır. Zira şarkiyatçılık Avrupa tarihini biricik ve ilerlemeci bir çerçevede kurma arayışı içinde Müslüman toplumların ve İslam düşüncesinin tarihini de yeni bir tasnife ve tahlile tabi tutmuştur. Bu anlamda yepyeni bir eleştirel bakışla İslam tarihini yeniden yazan şarkiyatçı araştırmalar bir taraftan bilinmez olan pek çok konuyu araştırarak Müslümanların tarihi ve düşüncesi ile ilgili büyük katkılar sunarken bir taraftan da geliştirdiği yanlı ve ideolojik bakışla Müslüman toplumların anlaşılmasının önünde büyük engeller oluşturmuştur. Böylece şarkiyatçılık, bir yandan oluşturduğu yorum ve bilgi çerçevesi ile çağdaş İslami düşünceyi şekillendirirken diğer yandan ona verilen tepkisel veya alımlayıcı cevaplar, çağdaş düşünceyi yeniden şekillendirmiştir. Bugün Müslüman toplumların çağdaş düşüncesini şarkiyatçılığın katkısını ve etkisini hesaba katmaksızın anlamak ve açıklamak mümkün değildir. Bu aynı zamanda belirtilen etkiyi kapsayarak aşmak yönünde önemli bir ihtiyacın da altını çizmektedir.
“Bugün Müslüman toplumların çağdaş düşüncesini şarkiyatçılığın katkısını ve etkisini hesaba katmaksızın anlamak ve açıklamak mümkün değildir. “
Islah Düşüncesi
Islah kelimesi sözlükte “iyi ve yararlı olma” anlamındaki salâh kökünden gelmektedir. Islah genel olarak “düzeltmek, daha iyi hale getirmek” anlamında kullanılır. Islah bu anlamda düzene, düzenliliğe, uyuma ve faydaya dair bir ima içerir ve düzensizlik, uyumsuzluk, karmaşa ve faydasızlığa matuf olarak düşünülen ifsadın karşıtı olarak kullanılır. İslam düşüncesinde çok temel bir kavram olan ıslah daha çok toplumun ve siyasetin yeniden düzenlenme ihtiyacının belirginleştiği dönemlerde kurucu ve düzenleyici bir kavram öne çıkmıştır. Günlük dilimizde bugün ıslah genellikle bozulan bir şeyi düzeltmek, aslına uygun hale getirmek için kullanılır. Bu anlamda ıslahta her zaman bir asıl ve asla dönme arzusunun baskın olduğunu söyleyebiliriz. Ya da ıslahı makul kılan fikri çerçeve toplumun tabii bir düzeni olduğu, insanlar arası münasebetlerin bir ahlaki dayanağı olduğu ve siyasal yaşamın uygun bir zemininin olduğu anlayışından beslenmektedir.
Islah fikri Müslüman toplumlarda tarih boyunca özellikle Hz. Peygamber’in sünnetine sarılma ekseninde dini aşırılıklar ve sapmalar ile mücadeleyi esas almıştır. Her dönemde geniş ölçekli ya da daha yerel düzeyde bid‘atları reddetme, bunları yayan anlayış ve fırkalarla mücadele etme ve müminleri İslâm’ın saf ve asli şekline döndürme arzusuyla sünneti yeniden ihyaya gayret etme tavrı belirgin bir biçimde göze çarpar. Islah anlayışı İslâm tarihinde temelde varlığını sürdüren ve toplumun düzenleyici ilkesi olarak varlığını koruyan belli başlı birkaç unsurdan birisidir. Bu anlamda Müslüman toplumlarda büyük bir değişimin ve kırılmanın yaşandığı modern dönemde de yaşanan değişimlere karşı bir bakış oluşturmak üzere ıslah anlayışının yeniden işlevsel olmaya başladığını görmekteyiz. Fakat modern ıslahçılık geleneksel ıslahtan farklı olarak -bu kitapta yer alan yazılarda vurgulandığı üzere- kendisini Kur’ân’a dayandırmaktadır. Bunun en önemli sebebi muhtemelen karşılaşılan fikri yapının soyutlamacı ve evrenselci karakterine cevap verme ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Kur’an’ı evrensel ilkeler olarak ele alan modern ıslahçılık, modernist evrenselciliğe karşı teorik bir dayanak noktası oluşturmaya çabalamıştır. Zira genişleyen ve açılan toplumu düzenleyebilmek için daha soyut ilkelere ihtiyaç olduğu düşünülmüştür. Ayrıca geleneksel düşüncenin değişime direnci de bu yönelimi besleyen unsurlardan birisidir.
Islah kavramı ve ilişkili olduğu kavramlar ailesi aslında İslam toplumlarının zihni haritasını sunar. Aynı kökten gelen salih ve muslih kavramları tekil ve çoğul olarak Kur’an’da sıklıkla kullanılır. Bu anlamda genellikle toplumu bozan ve düzenleyen güçlerden bahsedilir ve bu güçler bir karşıtlık içinde açıklanır. Bu anlamda ıslahın akrabası olan diğer bir kavram ise sulh kavramıdır. Sulh ıslahın tabii bir neticesi olarak toplumsal barış ve uyum halini ifade eder. Öte yandan işin hayırlısını yapma, idare etme anlamına gelen ve özellikle hukuki manada çok temel bir kavrayışı ifade eden maslahat kavramı da ıslah ile ilişkilidir. Islah anlayışı bu anlamda aslında geçmiş ile bugünü, bugün ile geleceği birbirine bağlayan bir bağdaştırıcı rolü oynamaktadır. Bu anlamda ıslahın farklı anlam alanlarını kapsayan üç farklı anlamı bulunmaktadır: münasip, muvafık ve menafi. Bir şeyin ıslahı ancak bir kaynak ve asıl fikri varsa mümkün olacaktır. Bu da ıslahı tarihle ve geçmiş birikimle ilintili bir hale getirir. Islah aynı zamanda mevcutta bulunulan hal ile tutarlı bir şekilde gerçekleştirilebilir. Bu da ıslah faaliyetinin mevcut koşullar ile muvafık olması anlamına gelecektir. Herhangi bir düzeltme, değiştirme ve düzenleme işi bir şeyi, bir durumu veya bir işi daha faydalı kılmak üzere gerçekleştirilir. Islah bir şeyi olduğu halden daha iyi bir duruma getirmek üzere gerçekleştirilir. Bir şeyin daha iyi durumda olması da onun daha faydalı olması ile mümkündür.
İslam tarihi boyunca ıslah arayışları ve çabaları hep devam edegelmiştir. Ancak muhtemelen ıslah kavramı ve fikri hiçbir zaman modern dönemde olduğu gibi kapsayıcı ve bütünlüklü bir hal almamıştır. Zira modern dönemde yüzleşilen tehditlerle birlikte Müslüman toplumların sistemlerinde esaslı sorunlar kendisini göstermiş ve köklü bir değişim ihtiyacı açığa çıkmıştır. Bu anlamda ıslah çabaları tarih boyunca olduğu gibi modern dönemde de bir fikri canlanma oluşturmuştur. Tehditlerin tabiatı itibariyle bu etkileşim de büyük çaplı olmuştur. Bu anlamda modern ıslahçılar bir taraftan sorunun kaynaklarından birisi olarak gördükleri kalıplaşmış geleneksel düşüncelerle öte yandan da dönüştürücü modern fikirlerle mücadele etmişlerdir. “Islahçılar iyileştirme, düzeltme, yeniden düzenleme, yenileştirme ve tamir etme ihtiyacı üzerinde yoğunlaşarak sosyal ve entelektüel ilerleme (tekaddüm, terakkî) fikrini” vurgulamışlardır.
Bu çerçevede Müslüman dünyada ıslah düşüncesi günümüzde birbirinden farklılaşsa da iki ana hedefin ortak olarak temelde bulunmaya devam ettiği söylenebilir:
(i) Müslüman toplumların fikri canlanması ile bir yenilenme sağlamak;
(ii) Müslüman toplumları işgalden ve sömürgeden kurtarmak.
Bu iki hedef toplumsal unsurların her bakımdan çok boyutlu bir biçimde harekete geçmesini gerektirmekteydi. Bu hareketlilik aynı zamanda hem modern düşünce hem de geleneksel düşünce tarafından bir meydan okuma ile karşılanmıştır. Bu meydan okumalar karşısında ıslah düşüncesinin genel hatlarıyla bazı ortak cevaplar verdiğini görmekteyiz. Bu bakımdan bu cevapların yedi temel unsuru bulunmaktadır:
i. İslam düşüncesindeki içtihadı ve akılcı unsurları canlandırmak;
ii. Batı’nın tehditlerine karşı İslami çözümler bulmak;
iii. Modernitenin fikri ve bilimsel özelliklerini sorgulayarak aktarmak;
iv. Ilımlı bir fikri çerçeve inşa etmek üzere yeni ilmi ve dini kurumlar oluşturmak;
v. Sufi hareketleri bir örgütlenme formu olarak kullansa da tasavvufun oluşturduğu mistik/kaderci çerçeveyi sorgulamak;
vi. Modern ontolojik soruna cevap verebilmek üzere kelam ilmini yeniden canlandırmak;
vii. Yeni bir medeniyet, toplum fikrine dayalı yeni bir iktisadi ve siyasi düzen kurmak.
Bu temel çerçeve etrafında ıslah düşüncesi zaman zaman zayıflasa da ulus devletin inşasından iktisadi sistemin oluşturulmasına; sosyal problemlerin çözülmesi için öneriler getirmekten toplumsal kimliğin kurulup korunmasına; dünya ile ilişkilerden toplumsal hayatın tanzimine kadar hemen hemen her hayati meselede kurucu bir rol oynamıştır. Bu rolü dolayısıyla belki de Müslüman toplumlarda çağdaş düşünce içinde ıslah fikrini liberalizm, muhafazakarlık, milliyetçilik, sosyalizm gibi bir alternatif bir ideoloji olarak değil; temel bir fikriyat olarak almak daha makuldür. Zira diğer tüm düşüncelerin zaman zaman kendilerini kurmak için dönüp başvurdukları kaynak ıslahçılıktır. Islah düşüncesi, “an ve zamanı” birlikte ele alabilen; yapıyı ve değişimi aynı düşüncenin unsurları çerçevesinde konumlandırabilen; sürekliği inşa ederken sembolizme düşmeyen, değişimi inşa ederken de köksüzleşmeyen bir fikri çerçeve ve zemin sunmaktadır.
Islahı Düşünce Atlasında Konumlandırmak
Müslüman toplumlarda son yüz yılın düşünce birikiminin oluşmasını sağlayan temel bir kavram olarak ıslah, çeşitli boyutlardan ele alınmalıdır. Öncelikle ıslah kavramının kullanımındaki tarihsel süreklilik ve kırılmaları ele almak ve kavramı tarihsel bir konumlandırmaya tabi tutmak gerekmektedir. Zira bütün kavram ve fikirlerde olduğu gibi ıslah da tarihsel bir bağlama sahiptir ve aynı zamanda değişime uğramıştır. Elinizdeki bu kitapta Özgür Kavak, kavramın tarihsel kökenlerini, modern dönemde yaşadığı anlam genişlemesini eleştirel bir bakışla ele almaktadır. Kavak, yazısında klasik dünyada (1830’lara gelene kadar) ıslah kavramından ziyade tecdîd kavramının daha yaygın kullanıldığına; modern dönemlerde ise ıslah ve tecdîd kavramının beraber anıldığına vurgu yapmaktadır. Bu değişim sosyo-politik hayata bakışın farklılaşmasına yol açmaktadır.
Islah, yaşadığı anlam genişlemesi ile zaman zaman dini düşüncenin bütünüyle yenilenmesi gibi “reformcu” çabalara, zaman zaman da eskiye ve asla dönmek bakımından “selefi” çabalara dayanak olmuştur. Mehmet Ali Büyükkara yazısında çağdaş İslam düşüncesi ve İslami hareketler bakımından ıslahçı fikriyatın ve Islah Eskiyi Dönüştürüp Yeniyi Kurmak 11 hareketin tecdîd, ıslah ve reform şeklindeki farklı eğilim ve yönelimlerini ele alıyor. Ona göre ıslah düşüncesi gelenekçilik ve modernizm şekilde iki ana eğilim içinde ortaya çıksa da ıslahatçılığın daima kendini ortada ve dengede tutmaya gayret ettiğini belirtmektedir. Büyükkara, bu iki eğilimi bünyesinde barındıran bazı ıslahçı hareketlerin sahip olduğu bu çeşitliliğin bir taraftan kişiler, zamanlar ve mekanlardaki çeşitlilikle örtüşerek ıslahatta verimli neticelerin sebebi olduğunu; diğer taraftan da rekabet ve tefrika ortamı oluşturarak ciddi enerji kayıplarına yol açtığını belirtmektedir.
Islah kavramı ve fikrinin modern dönemde bayraktarlığını Efgânî, Abduh ve Reşîd Rızâ yapmıştır. Özellikle onların yayımladıkları Menâr Tefsiri Kur’an kaynaklı ıslah fikrini belirginleştirmiştir. Bu anlamda Murat Kayacan yazısında, Abduh ve Rızâ’nın mezkûr tefsirinde ıslah kavramının kullanımını incelemektedir. Menâr Tefsiri Kur’an’daki ıslah kavramının çağdaş yorumlarını ortaya koyma açısından oldukça önemli bir kaynaktır. Kayacan’a göre Kur’an’da belirgin bir yere sahip olan ıslah kavramının çağdaş düşüncenin yapılandırılmasında da temel teşkil etmesi tabiidir. Menâr Tefsiri’nin incelenmesi bu anlamda meseleye çok temel bir bakış oluşturmaktadır. Bu anlamda çağdaş dönemde ıslah kavramı sadece politik oluşumların temeli değil aynı zamanda fikri gelişmelerin de bir temeli olmuştur. Bu sebeple çağdaş dönemde Müslüman toplumlardaki gelişmelerin anlaşılması açısından ıslah tartışmalarının takibinde fayda bulunmaktadır.
Editör Notu: Bu yazı, Lütfi Sunar ve Büşra Bulut’un editörlüğünde hazırlanan ve Ekim 2020 tarihinde İLEM Yayınları tarafından basılan ISLAH: Çağdaş İslam Düşüncesinde Yenilenme ve Değişim kitabından alınmıştır.