Mahremiyetin Dönüşümü: Tesettür Pratiklerinin Beğeni Konusu Hâline Gelmesi–II - İLKE Analiz

Mahremiyetin Dönüşümü: Tesettür Pratiklerinin Beğeni Konusu Hâline Gelmesi–II

Alev Erkilet

Yazının birinci bölümü için tıklayınız.

Tesettür ve Beğeni

Yukarıdaki saptamalardan hareketle İslam dünyasının durumuna ilişkin neler söyleyebiliriz? Kılık-Kıyafet sosyolojisi, mekan/konut sosyolojisi, toplumsal tabakalaşma ve tüketim sosyolojisi perspektifinden bakarak kendi maceramızı nasıl değerlendirebiliriz? Mahremiyetin dönüşümünü ve tesettür pratiklerinin beğeni konusu haline gelmesini yukarıda zikrettiğimiz kuramsal tartışmalar çerçevesinde nasıl değerlendirebiliriz? Burada ilk olarak vurgulanması gereken hususlardan biri, modernleşme sürecinden önce İslam düşünce ve pratiğinde eşitsizlik ve sınıf meselesine nasıl yaklaşıldığıdır. İslam dünyası genel olarak mülkiyeti reddetmemiş olmasına, sosyalizmle mukayese edilebilecek bir mülkiyet karşıtlığı geliştirememesine rağmen eşitsizlikleri çoğaltmaktan ziyade azaltmayı teşvik eden ve bunların kamusal alanda görünür kılınmasından ciddi şekilde rahatsızlık duyan bir kültürel gelenek oluşturmuştur. Özellikle iktidarın dışsallaştırdığı temsiller olarak sarayların mevcudiyetinden bahisle bu önermeye itiraz edilebilir lakin İbn-i Haldûn’un da işaret ettiği gibi saraylar daha ziyade Dört Halife’den sonra kurumsallaşan saltanat döneminde ortaya çıkmıştır. Dört Halife dönemine baktığımız zaman başkalarından daha fazla mala, daha yüksek binaya sahip olmanın ve bunu göstermenin -eşitsizliği vurgulamanın- ayıp sayıldığını görüyoruz. Bireyler, gruplar, aileler arasındaki eşitsizlikleri fark ederek ancak gelir ve serveti paylaştırmak ve dağıtmak suretiyle vasat bir topluluk (bugünkü terminolojiyle orta sınıflaşmış denilebilir) inşa etmeye dönük tavsiyeler, geçmişten bugüne İslam medeniyetinin temel sütunlarından biri olagelmiştir.

“Dört Halife dönemine baktığımız zaman başkalarından daha fazla mala, daha yüksek binaya sahip olmanın ve bunu göstermenin -eşitsizliği vurgulamanın- ayıp sayıldığını görüyoruz.”

İlk İslam toplumlarında kadınların toplumsal hayata katılımını garanti altına alan bir tesettür anlayışının var olduğunu, tesettürle eve kapanma arasında kurulan ilişkinin Peygamber döneminden çok sonra ortaya çıktığını söyleyebiliyoruz. Sahabe kadınların biyografilerini anlatan Tabakat kitaplarını inceleyen Mehmet Birekul, “Adalet-Eşiklik Dikotomisi ve Toplumsal Bir Tip / Cinsiyet Olarak İlk Dönem İslam Toplumunda Kadın,” başlıklı makalesinde kadınların ticaret, zabıtalık gibi görevlerden, ilim ve kültür etkinliklerine, savaşlarda bizzat savaşmaktan geri hizmet faaliyetlerine, siyasi katılımın sağlandığı hicret ve biatlere kadar sosyal hayatın merkezinde yer alan her türlü faaliyette etkin olduklarını ileri sürmektedir. Ona göre bu dönemde, kadınların yaptıkları işler arasında; fakihlik, deri işleme, doktorluk, sünnetçilik, ebelik, hemşirelik, rukyecilik (şifa ayetleri ve peygamber duaları okumak suretiyle Allah’tan şifa dilemek), dokumacılık, cenaze yıkayıcılığı, imamlık, çiftçilik, çobanlık, berberlik, zabıtalık, aktarlık sayılabilir. Kadınlar, Habeşistan ve Medine’ye hicrette bizzat biat etmişler, Birekul’un incelediği 13 savaşa da aktif olarak katılmışlardır. Bu dönemde hâkim olan bakış açısına göre mahremiyet hem erkekler hem de kadınlar açısından evden başlar; kadın evin dışına yani toplumsal alana çıktığı zaman da tesettürle sağlanırdı.

Bu temel kabullerden hareketle, Türkiye örneğine eğilecek olursak, son on beş yıllık dönemde Türkiye’de mahremiyet, tesettür, eşitsizlik, sınıf ve kadın konusunun algılanma biçiminde gözlenebilir bir değişim olduğunu söyleyebiliriz. Bu değişimi, modanın Müslümanların gündelik hayatının önemli bir parçası hâline gelme süreci üzerinden okumak mümkündür. Bu çerçevede İslamî moda ya da tesettür dergilerinin içerik ve söylemleri hatırı sayılır bir veri kaynağı oluşturmaktadır. Bu dergilerden çevrimiçi olanları ve görece daha geleneksel bir aile dergisi olmaya çalışanları şimdilik bir kenara bırakarak Ala ve Aysha dergileri hakkında konuşmak sınıf-tüketim ilişkisinin analizi açısından fikir açıcı olabilir. 2012 yılında bu dergileri incelemiş ve içeriklerini, Simmel’in modayla ya da Veblen’in aylak sınıf ve gösteriş tüketimiyle ilgili değerlendirmeleri bağlamında anlamlandırmaya çalışmıştım. Bulgularımı kısaca şöyle özetleyebilirim:

Bu dergilerde, reklam edilen ürünlerin hemen tamamının aşırı pahalı, özel tasarım ve yüksek dikiş olarak tanımlanan elle dikilmiş, sadece tek bir kişinin sahip olabileceği ürünler olduğu görülmüştür. Fabrikasyon, seri üretilmiş mallar tüketmek daha ziyade alt sınıfın davranışıdır. Sadece alıcısında bulunana bir ürüne sahip olmak ise üst ya da aylak sınıflara özgüdür. Bu açıdan bakıldığında incelenen dergilerdeki tüketim önerilerinin Simmel ve Veblen’in tespitlerine göre okunması mümkün görünmektedir. Dergiler; lüks olanı, nadir olanı, sadece sende olanı kullanmanı tavsiye etmektedir. Bu durumu Picasso’nun Guernica tablosunun gerçeğinin ancak tek bir kişide, reprodüksüyonun çok sayıda kişide bulunması ile örneklendirebiliriz. Tanıtılan giysi ve aksesuarların, takı ve mobilyaların çok pahalı olması, çoğunun sadece bir tane üretilmesi ve her ürünün reklamında mutlaka bir kombin içinde tanıtılması da bu bağlamda zikredilebilecek örneklerdendir. İncelenen dergilerde sıkça rastlanan tabirlerden biri de “stil ikonu olmak”tır. Stil ikonu olabilmek için kıyafetleri tek tek almak yerine onlardan yapılmış bir bileşimi bütün olarak tüketmek gerekmektedir. Okuyuculara her güne ve aynı gündeki farklı etkinliklere farklı kıyafet bileşimleri ile katılmaları tavsiye edilmektedir. Ürünlerin fiyat etiketlerine göre kabaca bir hesap yapıldığında, tek bir etkinlik için üretilen kıyafet bileşimlerinin en az on beş bin lira tuttuğu görülüyor. Bu durumda bir hafta ya da bir ay için önerilen kıyafet bileşimlerine harcanması gereken meblağ, orta sınıfların tüketim imkanlarını ziyadesiyle aşıyor ve giyenin sınıflarını çok net bir biçimde vurgulamasına imkân sağlıyor.

Üst ya da aylak sınıf tüketimi kılık-kıyafetle sınırlı kalmamaktadır. Dergilerde bunların yanında kapalı site, takı ve kozmetik gibi diğer ürünlerin ve hizmetlerin de reklamları yer almaktadır. Pahalılık, bu ürün ve hizmetlerin ortak özelliğidir ancak tek tek ele alındıklarında da yaşanan dönüşüm hakkında değerlendirme yapmamıza imkân veren ipuçları barındırıyorlar. Örneğin; süslenme, evrensel bir insani ihtiyaç olmakla beraber kozmetik ürünler kullanarak yapılan makyaj ile süslenmek, modernleşmenin kadına dair mahremiyet algısını değiştirdiğini gösteren işaretlerden biri olarak okunabilir. Bu bağlamda önemli bir başka husus da, pahalı tüketimin kamusal görünürlüğünün sağlanması hatta garanti edilmesidir. Bir sınıf belirteci olarak gösterişli tüketim ancak kamusal bir alanda ya da mecrada başkaları tarafından gözlenebilir hâle geldiğinde amacına ulaşır. Bu mecra, sosyal medya ya da dergiler, televizyonlar olabileceği gibi lüks bir eğlence mekanında karşılaşılan diğer kişilerin nazarı da olabilir. Tüketimin kamusal görünürlüğünün garanti altına alınışı, modanın da olmazsa olmazıdır. Pahalılığını muhakkak gözler önüne serecek biçimde kamusal görünürlük kazanmış tüketimin ve modanın sınıfsal pozisyonların vurgulanması bakımından fazla bir anlamı yoktur. Nitekim dergilerde kullanılan dil de bu önermeyi destekleyecek örneklerle doludur. Giyinme ile örtünme arasındaki bağı ziyadesiyle aşan biçimde ışıltıdan, parıltıdan, ihtişamdan, lüksten, modadan ve moda ikonu olmaktan, bir ortama girer girmez fark edilmekten, bütün nazarları üzerinde toplamaktan bahsedilmektedir. Tanıtılan konut alanlarının ayırıcı vasfı, ultra lüks, “krallara”, “kraliçelere” layık olmalarıdır. Onun için de bu siteler daha ziyade pırlanta ve elmas gibi değerli taşlarla simgelenmektedir. Ortalama konut büyüklükleri 600 metrekare ve üzerindedir. Üst sınıf olmak sadece belirli malları değil kaliteli hizmetleri tüketmekle de ilintilidir. Hizmet alınan hava yolu şirketlerinden tatil yapılan tesislere kadar her tüketim kalemi için aynı değerlendirme yapılabilir.

Velhasıl Müslümanların yakın zamana kadar muhafaza ettikleri uluslararası sermayeye ve onun ürün ve hizmetlerine ve önerdiği yaşam tarzlarına karşı eleştirel ve mesafeli tutum, kapitalist örüntülere eklemlenme sürecinde yerini benimseme ve uyuma bırakmış gibi görünmektedir. Gösterişçi tüketime odaklanmak, ürünün nasıl bir malzemeden yapıldığı, doğasının ne olduğu, üretim süreçlerinde yaşananlar hakkındaki duyarlılığı perdelemektedir. Örneğin; bu ürünleri üreten işçilerin hakları korunmuş, sigortaları yapılmış, hayatları güvence altına alınmış mıdır? “Helal” sertifikalı ürün kullanma kaygısı, arka planda sürdürülmekte olsa da üretim süreçlerine, üretenlerin haklarına ve sermayenin mahiyet ve kimliğine dair sorgulama neredeyse tümüyle ortadan kalkmıştır. Bu dergilerin sunduğu ve önerdiği yaşam tarzı, Müslümanların geçmişte hesaplaştığı, sorguladığı bir yaşam tarzı olmasına rağmen bugün gelinen noktada sınıflaşma olgusunun sorunsallaştırılmasını da içeren anti-kapitalist duruş önemini kaybetmiştir. Sınıflaşma ve eşitsizlik toplumsal hayatın veri olarak alınması gereken boyutları hâline gelmiştir. Evin, sofranın, yemeklerin ve eşyaların bir sınıf belirteci olarak kitle medyası ya da sosyal medya üzerinden görünür ve izlenebilir kılınması yönündeki popüler çabaları da ele almak ve tartışmak mümkündür.

“Velhasıl Müslümanların yakın zamana kadar muhafaza ettikleri uluslararası sermayeye ve onun ürün ve hizmetlerine ve önerdiği yaşam tarzlarına karşı eleştirel ve mesafeli tutum, kapitalist örüntülere eklemlenme sürecinde yerini benimseme ve uyuma bırakmış gibi görünmektedir.”

Bu süreçte bireyler, yapageldikleri şeyleri yapmaya devam ediyor gibi görünseler de başvurulan araçlar ve bu araçları kullanma yola ve usulleri onları artık başka bir yere götürmektedir. Örneğin; başörtüsü var olmaya devam etse de adaletsizlikleri ve insanlar arasındaki gelir/servet uçurumunu lanetleyen bir peygamberin ümmeti olma yolundaki İslamî bilincin aşınmasından söz etmek abartı olmayacaktır. Tesettür içinde bulunma manasındaki mahremiyet kaygısı devam etmekte ancak içinde bulunulan toplumsal koşulların dönüştürücü manasının kavranmasına imkân veren zemin kaymaktadır. Dinî terminolojide önemli yeri olan kavramların, uygulamaların ve maddi kültür unsurlarının, anlam ve değer taşıyıcısı olma vasfını kaybedip beğeni konusu hâline gelmesi de bunun göstergelerinden biridir. İster kapitalizme eklemlenme, ister topyekûn modernleşme olarak adlandıralım fark etmez, bu sürecin kalıcı etkileri olacaktır. Bu etkiler arasında Müslümanların kapitalist dünya-sisteme dönük eleştirilerinin geri çekilmesini ve İslamî çabaların kamuya sergilenen bir üst sınıf yaşam tarzı vurgusuna indirgenmesini sayabiliriz.


Editör Notu: Bu yazı daha önce; İLEM yayınları etiketiyle, Lütfi Sunar editörlüğünde yayımlanan “Beğeniler: Gündelik Hayatta Toplumsal Değişimin Yansımaları” isimli kitapta yer almıştır.

0 yorum

Diğer Yazılar