Editör Notu: Cezayirli düşünür ve siyasetçi Dr. Abdürrezzak Makri’nin Afganistan’daki durumla ilgili kaleme aldığı yazıyı İLKE Analiz okurları için çevirdik.
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden, meşhur “Afganistan, imparatorluklar mezarlığıdır.” cümlesini zikrederek aslında, Amerika halkına neden Afganistan’dan çekilme kararı aldıklarını açıklıyordu.
Kimse, tarihi boyunca işgalcileri sabır ve sebatla ettikleri mücadelelerle galebe çalan Afgan halkının direnişini reddedemez. Bu, bir başka medeniyet tarafından kültürel, fikrî ve duygusal açıdan yutulamamış bir halkın özelliğidir.
Örneğin Fransız müstemlekeciler, Cezayir’de bir asırdan fazla durdular. Halkımızın kimliğini ve özünü muhafaza ettiğini gördükleri için yetmiş yıl boyunca ülkeyi silah zoruyla yönettiler. Ardından yaklaşık 50 yıl boyunca siyasi ve kültürel yönden baskıyı sürdürdüler. Neyse ki mübarek Kasım devrimi ile ülkeyi terk ettiler. Beraberinde; umutlarını işgalcilere bağlamış yığınla Afgan’ı da alarak ülkeden hızla kaçan Amerikan askerleriyle; vicdanını sömürgecilere satıp onlara güvenen Cezayirli “harki”[1] işbirlikçiler ve kolonicileriyle birlikte Cezayir’den defolup giden Fransız müstemleke orduları arasında ne büyük benzerlik var değil mi?
Şüphesiz Afgan meselesi, ülkenin stratejik önemi sebebiyle oldukça karmaşık. Olan bitenin ardında uluslararası bir oyun olduğu da su götürmez. Bununla birlikte, kesin olan bir şey varsa o da Afgan halkının kendi istiklalini silahla kazandığıdır.
Henüz bilgimiz dahilinde olmayan uluslararası anlaşmalar ise Afganların kendi meselesidir. Bunların mahiyeti ortaya çıktığında daha net bir hüküm ortaya konulacaktır.
Cezayir halkı, Evian anlaşması yapılırken Fransız sömürgecilere hangi tavizleri verdiğinin farkında değildi. Bugün hala tartışmaları süren bu mevzunun boyutlarını ve bağımsızlık sonrası Cezayir’e ne gibi tesirleri olduğunu tam manasıyla bilmiyoruz.
Afganistan davası ise, özü itibariyle emperyal güçleri ülkeden tasfiye etme hareketidir ve hürriyet sahibi her insanın bunu tebrik etmesi gerekir.
Biz, araştırma merkezleri ve analistlerinin tahlillerinden elde ettiğimiz bilgilerin ışığında, şu üç açıdan meseleyi anlamaya katkıda bulunacağız:
- Aktörler.
- Sonuçlar ve göstergeler.
- Öncelikler ve vazifeler.
Her bir başlığı da farklı birkaç noktadan inceleyeceğiz.
1-Taliban Hareketi
Taliban, bir Afgan hareketidir. Kendisi hakkında hüküm verilip tanımlama yapmadan önce, ortaya çıktığı çevre ve koşulları dikkate almak gerekir. Binaenaleyh, Taliban’ı bir “terör hareketi” olarak değerlendirmek için sebep yoktur. Eğer takip ettiği İslamî ideoloji sebebiyle bu şekilde değerlendirilecek olursa denilebilir ki, Arap ve İslam dünyasında benzer ideolojileri takip eden radikal gruplar da mevcuttur; ancak bunlar mevcut otoritelere bağlı, meşru kurumlardır. Yok eğer silaha başvurmaları üzerinden bu değerlendirme yapılacaksa da denilir ki, dünyanın neresinde olursa olsun bir vatanın işgali; vatandaşlarının silaha sarılmasını meşru kılar. Unutmayalım ki Fransızlar da, istiklal için savaşan Cezayirli mücahitleri “terörist” olarak adlandırıyordu.
Taliban hareketi, 1994 yılında Molla Muhammed Ömer (1959-2013) tarafından Pakistan sınırındaki Kandehar kentinde kuruldu. “Taliban” olarak adlandırılmasının sebebi ise, hareketin dinî eğitim gören medrese talebeleri arasından çıkmasıdır. Üyelerinin pek çoğu, 39 milyonluk Afgan halkının %38’ine tekabül eden Peştunlardan oluşur.
Taliban’ın bu aniden ortaya çıkışı hakkında pek çok görüş ileri sürülmüştür. Bunlardan biri, hareketin tesisinin arkasında Amerikan-Suudi destekli Pakistan istihbaratının olduğunu, o zamanlar güçlü olan ve ılımlı bir İslamî çizgiyi temsil eden Şah Mesud-Rabbani ikilisine karşı kurulduğunu söylerken, kimileri de bunun aksine Taliban’ın kuruluş fikrinin Burhaneddin Rabbani ve Abdürrab Rasul Seyyaf’la da istişare ederek Şah Mesud’un baş düşmanı olan Hikmetyar’la mücadele etmek üzere bir grup çıkmasını isteyen Pakistan Müslüman Alimler Cemiyeti başkanlığı ve Pakistan Parlamentosu Dış İlişkiler Heyeti reisi Mevlevi Fazlurrahman’ın girişimleriyle ortaya çıktığını söylüyor. Bunlarla birlikte, hareketin kurucusu Molla Ömer’in kendi ifadesine göre Taliban, “Ülkede yayılan yolsuzluğun ve silahlanmanın artışıyla birlikte azalan can güvenliğinin önüne geçmek için medrese talebelerini bir araya getirmek” fikriyle kurulmuş bir yapıdan ibarettir.
Grubun kuruluşunun arkasındaki esas sebep ne olursa olsun, Afganistan’ın içerisinde bulunduğu vaziyet; Afgan halkının muzdarip olduğu trajedinin önüne geçebilecek güçlü ve samimi bir hareketin tebarüz etmesine yardımcı oldu.
Taliban’ın ortaya çıkışından evvel Afganistan’daki iç savaş, ülkeyi yerle bir etmişti. Rusların ülkeyi terk edişinden sonra muharip bileşenler, aralarında bir mutabakat sağlayamamıştı. Ülke, güç sahibi gruplar arasında bölüşülmüştü ve büyük bir kaos hakimdi. Rabbani hükümeti ve Şah Mesud ülkenin kuzeyi ile ortasında yer alan yedi, Komutan Raşid Dostum kuzeydeki altı, “Nencehar Şurası” doğudaki üç vilayette, İsmail Han ise ülkenin batısında hüküm sürüyordu. Kalan vilayetler ise kendi kaderine terk edilmişti. Bu durum, kırk binden fazla can kaybına, on binlerce yaralı ile savaş malulüne ve dudak uçuklatıcı bir maddi hasara yol açmıştı.
Bu kaos durumu, ülkenin yıkıcı bir sosyo-ekonomik düzenle yönetilmesine sebebiyet verdi. Gücü elinde bulunduran bazı savaş ağaları, kontrol ettikleri kıymetli maden ve silah ticareti sayesinde servetler elde ederken, Afgan halkı günbegün fakirleşti.
Afgan halkının vicdanını yaralayan bu kepazelikler, tıpkı bir orman yangını gibi ülkenin her yanına yayıldı. Sovyet işgalcilerin ülkeye hakim olmak için kurduğu bölücü planlar, ülkede bizzat var oldukları dönemden bile daha kesif bir hal aldı. Bilhassa Dostum’un idaresindeki bölgelerdeki sıkıntılara kimse çare üretemiyordu. Afgan halkı, bütün bu talihsizlikler karşısında; kendilerini uyuşturucu trafiği, adam kaçırma, hırsızlık, haraç, gasp ve sokak savaşlarının ortasında kalan masum seyirciler olarak buldular.
Zikredilen bu durumlar, Afgan halkının bir kurtarıcı bekleyişine girmesinin ardında yatan temel sebeplerdir. Dini temelli medreselerde eğitim gören talebelerden müteşekkil olan ve Afganların kronikleşen problemlerine dayanmadan, bilakis onlara bir çözüm üretmek gayesiyle ortaya çıkan bir yapının bu mazlum müslüman halk tarafından desteklenmesi ve sahip çıkılması gayet tabiidir.
O vakitlerde hepimiz, Taliban’ın ani yükselişi hususunda endişeliydik, ancak ortaya çıkan durumları iyice anladığımızda ve bildiğimiz pek çok reformist İslamcı akımın başarısızlığa uğraması; konumumuzu değiştirmemize sebep oldu. Artık onların, İslam’ı yüceltecek ve Afgan halkına hizmet edecek işler yapmak hususunda başarılı olmalarını temenni ediyoruz.
Taliban diğer bütün savaşan grupları temizleyip Kabil’e girdi ve 1996 yılında hükümet kurdu. Bu hükümet 2001 yılında ABD’nin terör bahanesiyle ülkeye girmesiyle devrildi. Netice olarak, ABD’nin sözde terörle mücadele adı altında yaptığı müdahale sonucunda Afganistan, tekrardan işgal altındaki bir ülke haline geldi.
İktidarı sırasında Taliban, pek çok hususta muvaffak olsa da birtakım konularda başarıya ulaşamadı. Afgan topraklarını tek bir idare altında birleştirmek, merkezi bir yargı sistemi oluşturmak, iktisadi ve siyasi yolsuzlukların önüne geçilmesi, ahlakî yozlaşmanın azaltılması ve afyon tarlalarının yakılarak uyuşturucu ticaretine son verilmesi bu başarılardan bazılarıdır. Öte yandan, takip ettikleri ideoloji sebebiyle başarısız oldukları konular da mevcuttu. Burada belirtmek gerekir ki, bu olumsuz neticeler için hareketin liderlerinin niyetlerini suçlamak kesinlikle doğru değildir. Zira bu kimseler, iktidarda bulundukları süre boyunca yolsuzluk ve her türlü şahsi ahlaksızlıktan berî olmuşlardır. Ancak Taliban’ın takip ettiği bazı dogmatik yöntemler ve bu sebeple asrın ihtiyaçlarına tam manasıyla cevap verememesi, mezhepsel tutuculukları ve farklı düşüncelere fazlasıyla kapalı olmaları, idarî birimlerdeki şûra heyetlerinin fonksiyonel olmayışı ve lider merkezli bir yapı olması gibi durumlar, belli başarısızlıklara yol açtı. Nihayetinde, iki yıl boyunca Afganistan’ı yönetme imkânı bulan hareketin kadın hakları, eğitim, uluslararası ilişkiler ve kalkınma gibi hususlarda pek çok kusurları olduğu görüldü ve ne yazık ki İslami hükümet fikrinin iyi olmayan bir örneği sergilenmiş oldu.
Taliban’ın bu ay içerisinde tekrardan ani bir biçimde iktidar olmasına gelince, muhakkak ki onlar Afganistan’ın en iyi siyasetçileri, en kültürlüleri, en iyi düşünürleri veya mükemmel idarecileri değiller. Ancak onlar, Amerikan ordusu ve işbirlikçilerinin yenilip; daha sonra açıklayacağımız üzere işsizlik, yolsuzluk ve suç oranlarının derinleştiği ve Sovyetler Birliği’ne karşı mücadele eden daha eski İslamî grupların etkisini yitirdiği bir dönemde, en doğru yerde bulundular.
Apaçık ki Allah; istikametleri, cihat etmeleri ve sabırları sayesinde Taliban’ı seçti.
Bu kimselerin ne gibi düzenlemeler yaptıkları ve gelişlerinin doğrudan veya dolaylı sebepleri ne olursa olsun bugün iktidardalar ve bu, Allah’ın dilediğine bağışladığı bir lütuftur.
Allah’tan gayrısının bilmediği gelecekten konuşacak olursak; pek çok noktadan Taliban’ın bu yeni tecrübesini tekrar değerlendireceğiz. Bunlardan en mühimi sevk ve idarede nasıl aksiyon alacakları ve iktidar sonraları tavırlarının nasıl olacağıdır. Pek çok söylemlerinin umut verici olduğuna ve pek çok hususta revizyona gittiklerinde şüphe yok; ancak asıl hükmü ancak sahada nasıl davrandıklarını gördüğümüzde vereceğiz.
Çeviri: Fatih Alibaz Dursun
[1] “Harki” kelimesi 1954-62 yılları arasında Cezayir’in Fransızlarla giriştikleri bağımsızlık savaşında Fransız ordusunda yer alan Cezayirlileri ifade etmek için kullanılan bir terimdir.