Çağımızın en büyük problemlerinden biri olan göç krizi yeni bir aşamaya geçmiş durumda. Bu aşamadan sonra büyük kırılmalar yaşanacak gibi duruyor. Bu kırılmaların hangi yöne doğru olacağını şimdiden hesaplamak ve kırılmanın insan onurunu kırmasını önlemek için etken bir rol üstlenmek gerekiyor.
Tarihin büyük kırılmaları göçle olmuştur. Göç bir milattır, hicri takvim göçle başlar. İnsanın hikayesi Hz. Adem ve Hz. Havva’nın yeryüzüne göç etmesiyle başlar. İnsan, bu dünyada bir göç halindedir, evine dönecektir.
Kavimler göçünün ve coğrafi keşiflerin, tarihin dönüm noktaları olması boşa değildir. Sanayi çağının başlaması da, çitleme hareketi sonrası şehirlere göçen insanların hikayesidir. O günden bugüne kırdan kente göç, büyük bir mesele olarak önümüzdedir.
Aynı dilin konuşulduğu kır-kent arası göç bile büyük krizlere yol açmıştır. Yeni bir bölgeye taşınmak hem yeni gelen hem de yerli olan için bir yeniliktir. Bu yeniliğin incelenmesi, tartışılması ve yönlendirilmesi olası krizlerin önüne geçecektir.
Türkiye’de Mustafa Kutlu romanlarıyla, Nuri Bilge Ceylan ise sinemasıyla kır-kent arası göçü büyük bir titizlikle yoğun olarak incelemişlerdir. Çok az ve yetersiz de olsa çeşitli entegrasyon çalışmaları yapılmıştır. Bugün ise göç sorunu denildiğinde akla artık milletler arası bir göç geliyor.
Kültürün temel taşı olan dilin aynı olduğu bölgeler arasındaki göç bile toplumsal, siyasal, ekonomik açıdan çeşitli sorunlara yol açarken bugün karşılaştığımız göç hadisesinin kendiliğinden çözülmesini ve hiçbir soruna yol açmamasını beklemek mümkün değildir.
Bu eşi görülmemiş bir yer değiştirme hareketidir. İmparatorlukların dağıldığı ve ulus devletlerin kurulduğu dönemdeki kitlesel göçlere göre çok daha zor, plansız ve kaotiktir. Yöneticilerin, akademisyenlerin, sivil toplum örgütlerinin, gazetecilerin, kültür insanlarının, işverenlerin, işçilerin, öğretmenlerin önünde bir sınav kağıdı olarak durmaktadır.
En ufak bir ırkçı söylemin tansiyonu yükselteceğini ve iklimi etkileyeceğini düşünerek hassas davranılmalıdır. Sosyal medya paylaşımlarına, haber diline, akademik metinlere ve hatta dost meclislerindeki konuşmalara azami düzeyde özen göstermek gerekir. Çünkü geçmişteki acı tecrübeler aklımızdadır.
Altındağ’da mültecilerin işletmelerini yağmalayan, evlerini taşlayan ve çocuklara zarar vermekten bile çekinmeyenlerin bu vahim hale bir anda gelmediklerini bilerek onları bu hale getiren iklimin bir an önce değiştirilmesi gerekir.
Elbette siyasi bir konuda ilk sorumlu siyasi iktidardır. Görmezden gelinemeyecek bir hal alan göç sorununa yönelik iktidarın yeni bir dil geliştirmesi gerekir. Bu yeni dilin bir barış dili olması ve “biz din kardeşiyiz, ensar ve muhaciriz”in ötesine geçerek somut çözümler içermesi de mecburidir. Bu konunun özgürce konuşulabilmesi ve çözümleri tartışılabilmesi için de teşvik edici bir rol üstlenmesi gerekmektedir.
Göç kriziyle ilgili konunun mülteciler gitsin-kalsın denklemine sıkıştırılması krizi derinleştirmektedir. Türkiye’deki tüm siyasal tarafların bu denklemde sıkışmayı açıkça reddedip kapsamlı planlar yayımlaması ve kamuoyunu aydınlatması daha fazla ertelenemez bir görevdir.
“Türkiye’deki tüm siyasal tarafların bu denklemde sıkışmayı açıkça reddedip kapsamlı planlar yayımlaması ve kamuoyunu aydınlatması daha fazla ertelenemez bir görevdir. “
Ayrıca göçmenlerle ilgili konuda göçmenlerin nesneleşmesine de izin vermemek gerekir. Onların da bu konuda düşüncelerini dinlemek ve çözüme katkı sunmalarına kapı açmak daha gerçekçi adımlar atmayı sağlayacaktır. Medyanın bu konudaki körlüğü, siyaseti ve sivil toplumu etkilememelidir. Aksine siyasetin ve sivil toplumun çok sesli bir alan açarak medyaya örnek teşkil etmesi beklenir.
Medyanın reyting veya siyasal fayda uğruna her geçen gün büyüttüğü provakatif haber dilini bırakıp insani-ahlaki erdemi öncelemesi gerekir. Medyada öne çıkarılan yorumcuların “bu konuda çok konuşanlar” yerine “bu konuda uzman olanlar” arasından seçilmesi gerçek bir dönüm noktası olabilir.
Kitleler kriz anlarında zayıf bir hedef karşısında birleşip güçlü kimliğe sarılmaya meyillidir. Bunu besleyecek tüm yayınlardan kaçınmak toplumsal barışın ve etiğin bir gereğidir.
Öte yandan makul tartışma zemini oluşturmak için gürültünün kesilmesini beklemek büyük bir zaman kaybına yol açmaktadır. Sivil toplum kuruluşlarının, saldırıları kınamanın ötesine geçerek tüm yetkilileri kapsamlı bir çözüm planı hazırlamaya zorlaması gerekir. Bu zorlama sürerken bir yandan da çalıştay, panel ve yayınlarla görev sahiplerine yol gösterilmelidir.
Yalnızca iktidar paydaşları değil, muhalefet partileri de kamuoyuna bir çözüm önerisi sunma ödevlerini hatırlamalıdır. Başta göçmenlerin yaşadığı sorunlar olmak üzere göçle ilgili sorunların hangi şartlarda, ne kadar sürede, hangi aşamalarla çözüleceği bir eylem planı olarak ilan edilmelidir.
Suriye’den Türkiye’ye yönelik ilk büyük göç dalgasının ardından geçen 10 yılda ne yazık ki çözüm önerileri ilan edilmiş değil. Gitsin/kalsın denklemine sıkışmadan, göçmenleri nesneleştirmeden, ırkçılığa ve lince kapı aralamadan, daha fazla geç olmadan harekete geçilmesi şarttır.