1980’li yıllardan ekonomi paradigmasında yaşanan değişim kamu politikalarında da yeni reformları beraberinde getirmiştir. Bu yeni kamu yönetimi anlayışında “kamuda mali disiplinin sağlanması, kamu kaynaklarının stratejik önceliklere göre kamu hizmetlerine tahsisi, tahsis edilen kaynakların öngörülen amaçlara uygun olarak etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde kullanılması, idarelere bütçe hazırlama sürecinde daha fazla yetki ve esneklik verilmesi ile kaynak kullanımı ve yönetiminde hesap verebilirlik ve saydamlık” gibi ilkeler daha da önem kazanmıştır. [1] Bu yazıda bu ilkeler arasında yer alan mali saydamlık/şeffaflık ve hesap verebilirlik/hesap verme sorumluluğu kavramları üzerinden bir değerlendirme yapılacaktır. Bu ilkeler özellikle 1990’lı yıllarda IMF, DB gibi uluslararası kuruluşların uygulanmasını teşvik ettiği iyi yönetişim (good governance) ilkeleri arasında yer almıştır. Böylelikle teoride ve uygulamada bu ilkeler daha da yaygınlaşmıştır. (Burada uluslararası kuruluşlardan böyle bir ilke geliyorsa doğrudur çıkarımı da yapılmamalıdır, örneğin IMF’nin ve diğer uluslararası kuruluşların özellikle gelişmekte olan ülkelere dayattığı yapısal istikrar politikaları sonucu ülkelerde ekonomik krizlerin ve gelir dağılımı adaletsizliklerin ortaya çıktığı da unutulmamalıdır.)
IMF’de yer alan 1998 tarihli bir çalışmaya göre mali saydamlık; “Devletin mali işlemlerine ilişkin olarak aldığı kararlara (mali politika hedeflerine), devletin kamu hesaplarına ve mali projeksiyonlarına, söz konusu mali işlemlerin fonksiyonları ve yapısına ve bütün bu işlemlerin uygulama sonuçlarına kamuoyu tarafından erişilebilmesi ve tüm bu bilgilerden kamuoyunun haberdar edilmesidir”. Aynı zamanda mali saydamlık; kamu maliyesine ilişkin yapılan bilgilendirmelerin/raporlamaların “netliği, güvenilirliği, düzenliliği (periyodik olarak belirli sıklıklarla anlamında), güncelliği ve alaka düzeyi” ile de alakalıdır.
Hesap verebilirlik ise kamu çalışanlarının “ilgili kişilere karşı cevap verebilmesi, bunlara yönelik eleştiri ve talepleri dikkate almaları, bir başarısızlık, usulsüzlük ya da yetersizlik durumunda sorumluluğu üstlenmeleri”ni içermektedir.[2] Bir başka tanıma göre hesap verme sorumluluğu; kamu yetkililerinin yetkilerini nasıl kullandığını gösteren bir “rapor verme” işlemidir.[3] Hesap verme sorumluluğu aynı zamanda kamu yönetiminde yönetici pozisyonlarda olan kişilerin uyguladıkları yanlış politika ve kararların neticelerinden de sorumlu tutulması amacını taşır.
Esasında hem mali şeffaflık hem de hesap verebilirlik ilkelerinin dayanağı bütçe hakkıdır. Bütçe hakkının kökeni ise teoride 1215 Magna Carta’ya kadar eskiye gider. Basitçe ifade etmek gerekirse, bütçe hakkı günümüzde vatandaşların ya da vatandaşların seçtiği vekillerin kamu gelirleri ve kamu harcamaları üzerinde söz sahibi olma hakkıdır. Böylelikle kamu gelirleri ve harcamalarının miktarı, yapısı, içeriği, kapsamı gibi alanlarda vatandaşların gerek yerel yönetimler gerek de merkezi yönetim üzerinde etkisinin olmasına yaramaktadır.
Mali şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri sayesinde kamu maliyesinde etkinliğin artması, yolsuzluğun ise azalması beklenebilir. Hükümetlerin, bürokratların ve yöneticilerin bu ilkelere göre hareket etmesi halkın devlete olan güvenini arttırır. Bu ilkeler denetim mekanizmasının da sağlıklı çalışabilmesi için tamamlayıcı nitelikte kavramlardır.
Buraya kadar bu ilkelerin tanımları ve gelişimi hep Batı ekseninden ele alınmıştır. Esasında bu ilkelerin İslam iktisadı açısından da önemli kavramlar olduğu çıkarımı yapılabilir. Özellikle İslam iktisadı ilkelerince faaliyet gösteren devlet kurumlarının uygulamalarında ya da kamu yararına çalışan dernek, vakıf, sivil toplum kuruluşlarının yaptığı mali işlemlerde bu şeffaflığın tesis edilmesi ve bu kurumlarda çalışanların hesap verebilecek titizlikle hareket etmesi insanların kalbinin mutmain olabilmesi için de son derece önemlidir.
Devlet Başkanlığı yaptığı sırada Hz. Ömer bir gün hutbede “Beni dinleyin ey Müslümanlar,” deyince, sahabeden bir tanesi itiraz etmiştir. Sahabe, Yemen’den gelen kumaşların insanlara dağıtımında herkese adil bir şekilde yarım elbiselik pay düşmesine rağmen Hz. Ömer’e nasıl olurda bu kumaştan yapılmış tam bir elbise ile hutbeye çıkabildiğini sorarak, Hz. Ömer’in haksız şekilde herkesten daha fazla kumaştan pay almasından şüphelenmiştir. Hz. Ömer’in oğlu Abdullah ise; kendi payını Hz. Ömer’e verdiğini, bu şekilde tam elbiselik bir kumaş çıktığını ifade etmiştir. İtiraz eden sahabe bunun üzerine “Ya Ömer, şimdi konuş. Hem seni dinliyor ve hem de itaat ediyoruz.” demiştir.
Bu örnekte olduğu gibi bugün İslam İktisadı’nda da hükümetlerin, kamu kurumlarının, belediyelerin, vakıfların ve derneklerin bu ilkelere göre hareket edebilmesi, vatandaşların ise yapılan haksızlıkların hesabını sorabilmesi adaletin ve etkinliğin tesisi için son derece önemlidir. Tarihsel tecrübede İslam ülkelerinde özellikle devlet başkanlığı ile dini liderlik yetkisinin aynı kişide toplandığı örneklerde, bu iki ilkeye yeteri kadar önem verilmediği görülmektedir. Günümüz ekonomik/mali anlayışında büyük önem atfedilen bu kavramların yeniden düşünülmesi hatta kurumlarımızın buna göre şekillendirilmesi birçok olumlu gelişmenin ortaya çıkmasına vesile olacaktır.
1] Ahmet Kesik ve Gamze Kıral, Yeni Kamu Mali Yönetiminde Hesap Verebilirlik, Yeni Maliye Değişim Çağında Kamu Maliyesi: Yeni Trendler, Yeni Paradigmalar, Yeni Öğretiler, Yeni Perspektifler, 2012, s.514
[2] Ahmet Kesik ve Gamze Kıral, a.g.m s.513
[3] Mehmet Karakaş, “Kamu Mali Yönetiminde Yeniden Yapılanma Aracı Olarak Hesap Verme Sorumluluğu ve Saydamlık”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, 10(2): 291-305 s.292
Editör Notu: Bu yazı daha önce islamiktisadi.net sitesinde yayımlanmıştır.