Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin hukuki statüsünün aslına rücu ettiği, müze vasfından çıkarılarak Cami kimliğine döndürüldüğü ve yeniden ibadete açıldığı tarihin yıldönümündeyiz.
Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi kamuoyunun da malumu olduğu üzere, Danıştay 10. Dairesi’nin 2016/16015 Esas sayılı dosyasında, Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği tarafından 2016 senesinde başlatılan dava sonrasında, 10.07.2020 tarihinde dernek avukatı olarak tarafımıza tebliğ edilen 02.07.2020 tarihli Mahkeme ilamının Cumhurbaşkanlığı makamınca 10.07.2020 tarih ve 2729 sayılı kararı ile yani aynı gün uygulanmış ve Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin yönetimi Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilerek, ibadete açılmasına karar verilmiştir. Akabinde Camii-i Kebir’de müslümanların namaz kılabilmesi ve diğer ibadetlerini yerine getirebilmeleri için gerekli düzenlemelerin yapılması ile 24 Temmuz 2020 tarihinde kılınan Cuma Namazı ile birlikte Cami yeniden ibadete açılmıştır. İnşallah kıyamete kadar da Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi tüm dünya müslümanlarına cami vasfı ile hizmet edecektir.
Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin yeniden ibadete açılmasına giden sürecin arka planında yaklaşık 4 yıllık bir yargı süreci bulunmaktadır. Şahsımın da mezunu olduğu, Bursa İmam Hatip Lisesi’nin değerli hocalarından Emekli Matematik Öğretmeni İsmail Kandemir Beyefendi, Fatih Sultan Mehmet Han’ın hayatta iken vakfiyesini yazdırmış olduğu, mülkiyeti Ebu’l-Fetih Sultan Mehmet Vakfı’na ait olan, fakat Cumhuriyet sonrasında amacı dışında kullanılmaya başlanan camileri yeniden ibadete açtırmak ve ayağa kaldırmak için hukuksal mücadeleye başlama kararı verir. Hocamızın hukuksal mücadele fikrinin başlangıcı 1990’lı yılların başına kadar gitmektedir. Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi özelinde konuşacak olursak, Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi hakkında ilk dava müracaatı Danıştay’da 2005 yılında yapılmış ve 2008 yılında dava olumsuz sonuçlanmıştır. Devam eden süreçte karara karşı yapılan itirazlar da dikkate alınmamıştır. Fakat 2016 yılında 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 10. Maddesi bağlamında yeni bir hukuki sebebe dayalı olarak ilk önce o tarihteki ismiyle “Başbakanlığa” idari müracaatlar yapılmış ve verilen olumsuz cevap üzerine de Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin tekrar ibadete açılmasına yönelik dava süreci 2016 yılında Danıştay 10. Dairesinde açılan dava ile tekrar başlatılmıştır. Açılan bu davada 2577 sayılı yasanın 10. Maddesine göre yapılan idari başvurunun reddine yönelik idari işlem ile birlikte genel düzenleyici işlem dediğimiz ve Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’inin müzeye çevrilmesine yönelik 24 Kasım 1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu kararının iptali talep edilmiştir. Yaklaşık 4 yıl devam eden yargılama süreci sonucunda Danıştay 10.Dairesindeki 5 kişilik yüksek hakim heyeti tarafından verilen 02.07.2020 tarihli karar ile, 24 Kasım 1934 tarihinde, Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi’ni müzeye dönüştüren Bakanlar Kurulu kararı iptal edilmiştir.
Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin de üzerinde bulunduğu taşınmaz, İstanbul ili Eminönü ilçesi Cankurtaran mahallesi Bab-ı Hümayun Sokağı 57 pafta 57 ada 7 parselde tapuya kayıtlıdır. 2 hektar 6644 metrekare olan bu alan tapuda “Türbe, Akaret, Muvakkithane ve Medreseyi müştemil Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi” olarak yer almaktadır. Bahse konu tapu kaydı Kadastro işlemleri sonucunda 19.11.1936 tarihinde oluşmuştur. Tapu maliki ise Ebu’l Fetih Sultan Mehmet Vakfı’dır.
1926 yılında kabul edilen Medeni Kanun 2002 yılına kadar yürürlükte kalmış 2002 yılında 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu kabul edilmesi ile yürürlükten kalkmıştır. Türk Medeni Kanunu’nun “Eşya Hukuku” bölümünün ilk kısmı ” Mülkiyet” hukukuna yöneliktir. TMK’nın 683. Maddesi “Bir şeye malik olan kimse hukuk düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir. Malik malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava edebilir.” şeklindedir. (Bakanlar Kurulu Kararı tarihi olan 1934 senesinde geçerli 734 sayılı Medeni Kanun’un benzer 618. Maddesi “Bir şeye malik olan kimse, o şeyde kanun dairesinde dilediği gibi tasarruf etmek hakkını haizdir; haksız olarak o şeye vaziyed eden herhangi bir kimseye karşı istihkak davası ikame ve her nevi müdahaleyi menedebilir ” şeklindedir.) Gerek mülga 734 sayılı Medeni Kanunun 618. Maddesi gerekse mer’i Türk Medeni Kanunu’nun mülkiyet hakkının içeriğine yönelik 683. maddesindeki kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi bugünkü medeni hukukun temeli kabul edilen Roma Hukukunda da var olan ve Roma Hukukunda Usus, Abusus ve Fructus yetkileri olarak tanımlanan (kullanma, semerelerinden yararanma, tüketme veya satma) yetkilerdir. Görüldüğü üzere mülkiyet hakkı bugünkü medeni hukukun temeli kabul edilen Roma Hukukunda da var olan ve malikin sırf o mala malik olmaktan mütevellit haklarının korunduğu hukuki bir statüdür.
Danıştay 10.Dairesi tarafından verilen iptal kararında da üzerinde durulduğu üzere, Türkiye Cumhuriyeti tarafından iptal davasına konu 24.11.1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararından sonra kadastro çalışmaları ile oluşturulmuş olan tapu kaydında Ayasofya Camii “Ayasofyayı Kebir Cami-i Şerifi” olarak nitelenmiştir. Gerek davaya konu Bakanlar Kurulu kararı öncesinde gerekse sonrasında yine Türkiye Cumhuriyeti tarafından oluşturulan tapu kaydında “Cami-i Şerif” olarak anılan taşınmazın, tapu kaydına aykırı olarak kullanılması zaten mümkün değildi. Yine Ayasofya Camii’nin de içinde bulunduğu alanın maliki Fatih Sultan Mehmet Han tarafından kurulan “Ebu’l Fetih Sultan Mehmet Vakfı”dır. Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi ile birlikte İstanbul’da bulunan bir kısım başka camileri de kendi mülkiyetine alan ve vakıfname düzenlettiren Fatih Sultan Mehmet Han tarafından düzenlenen vakıf senedine göre, Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin “Cami” vasfı dışında başka bir amaca özgülenmesi ve amaç dışında kullanılması vakıf ve mülkiyet hukukuna göre mümkün değildir. Zira Fatih Sultan Mehmet Han vakıfnamede, “Allah’ın kullarının farz , vacip ve sünnet namazları bu camide cemaatle kılmaları ve camide toplanmaları için vakfettiğini” irade buyurmuştur.
Bu haliyle Fatih Sultan Mehmet Han, Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin maliki sıfatıyla ve mülkiyet hakkından doğan yetkileri kullanarak Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’ni vakfiyesine almış ve tüm Müslümanların toplanarak ibadet etmeleri dışında yapılacak her fiil ve hareketi mülkiyet hakkından doğan yetki ile yasaklamış ve vakfiyeye ağır bir beddua yazarak, Allah’a ve Ahiret gününe inanan ve Allah’ın azabından korkan herkesi bundan mesul tutmuştur.
Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin müze olmasına yönelik 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararı idari bir tasarruftur yani idari bir işlemdir. Danıştay 10. Dairesince iptal edilen Bakanlar Kurulu kararı esas itibarıyla Bakanlar Kurulu kararının verildiği tarihte yürürlükte bulunan 1924 Anayasası’nın temel haklarla alakalı 70. maddesine de aykırıdır. Zira 1924 Anayasasının 70. Maddesi “Şahsi masuniyet, vicdan, tefekkür, kelam, neşir, seyahat, akit, sayu amel, temellük ve tasarruf, içtima, cemiyet, şirket, hak ve hürriyetleri Türklerin tabii hukukundandır.” (Kişi dokunulmazlığı, vicdan, düşünme, söz, yayım, yolculuk, bağıt, çalışma, mülkedinme, malını ve hakkını kullanma, toplanma, dernek kurma, ortaklık kurma hakları ve hürriyetleri Türklerin tabii haklarındandır.) şeklindedir. Görüleceği üzere mülk edinme, malını ve hakkını kullanma 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararının verildiği tarihte de temel haklar arasında Anayasa’da yer almıştır. Yine Bakanlar Kurulu kararının verildiği tarih olan 1934 yılında geçerli 734 sayılı Medeni Kanundaki mülkiyet hakkını koruyan hükümler ile mülkiyet hakkı teminat altına almıştır.
Gerek 1924 Anayasasındaki mülkiyete yönelik hükümler, gerekse Medeni Kanundaki mülkiyet kuralları 1934 tarihli Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’ni müzeye çeviren Bakanlar Kurulu kararında dikkate alınmamış ve Camii Şerif’in vâkıfı Fatih Sultan Mehmet Han’ın iradesi de bu şekilde gözetilmemiştir. Değil Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi gibi bir mabed, bir malın mülkiyet hakkı sahibi olan sade bir kişinin bile malından yararlanma ve amacına göre kullanma hakkı, idari bir işlemle zaten kaldırılamaz. Danıştay 10. Dairesi tarafından iptal gerekçesinde bu hususlara temas edilmiştir.
Yine çeşitli çevreler ve yargılama aşamasında Danıştay Savcısı tarafından da, “Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin Unesco tarafından Dünya Tarih Mirası listesine alınması nedeniyle insanlığın ortak malı olduğu ve bu nedenle de dava konusu işlemin yani 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararının hukuka uygun olduğu” savunulmuştur. Oysa Bakanlar Kurulu kararı tarihi 24 Kasım 1934 iken, Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi 06.12.1985 tarihinde Dünya Tarih Mirası listesine dahil edilmiştir. Ülkemizde bulunan bir tarihi eserin “Dünya Tarih Mirası Listesi”ne dahil edilmesi farklı bir konu, bu eserin malikinin mülkiyet hakkından doğan yetkileri kullanması ise tamamen farklı bir konudur. Nitekim Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi müze olarak değil cami olarak da bu listede yer almaya devam etmektedir. Yine Unesco BM’nin alt kuruluşu olup, egemen bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’ndeki bir tarihi eserin ne şekilde kullanılacağına karar verecek de değildir. Kaldı ki Sultan Ahmet Camii de cami vasfı ile Dünya Tarih Mirası listesinde yer almaktadır. Dolayısıyla Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin Unesco tarafından belirlenen Dünya Tarih Mirası Listesi’nde yer almasının meselenin hukuki boyutu ile aslında uzaktan yakından bir alakası olmamasına rağmen , bu gerekçe öne sürülerek konu hukuksal zeminden uzaklaştırılmak istenmiştir.
“Ülkemizde bulunan bir tarihi eserin “Dünya Tarih Mirası Listesi”ne dahil edilmesi farklı bir konu, bu eserin malikinin mülkiyet hakkından doğan yetkileri kullanması ise tamamen farklı bir konudur.”
Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi‘nin müzeden camiye rücu sürecinin mahkeme boyutunu yazımızda özetlemeye ve meselenin hukuksal boyutuna temas ederek, Danıştay’ın gerekçelerini ortaya koymaya çalıştık. Bu vesileyle Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi’nin 24 Temmuz 2020 mübarek Cuma günü kılınan Cuma Namazı ile birlikte yeniden ibadete açılışının 1. yıldönümünün hayırlı olmasını Cenab-ı Hakk’tan niyaz ediyorum.