Mısır'daki Darbenin 8. Yılında Türkiye-Mısır İlişkilerinin Geleceği Üzerine Bir Değerlendirme - İLKE Analiz

Mısır’daki Darbenin 8. Yılında Türkiye-Mısır İlişkilerinin Geleceği Üzerine Bir Değerlendirme

M. Hüseyin Mercan

Mısır Genelkurmay Başkanı Abdul Fettah es-Sisi öncülüğündeki koalisyonun Mısır Devlet Başkanı Muhammed Mursi’yi darbe marifetiyle devirip yönetime el koymasının üzerinden geçen sekiz yıllık süre zarfında Ankara- Kahire hattındaki ilişkiler, belirsizlikler ve gerilim çizgisinde şekillendi. Mısır’da otoriter sistemi yıkıp yerine demokratik bir yönetim tesisini amaçlayan halk devriminin sonucunda Müslüman Kardeşler Teşkilatı (MK) tarafından kurulan Hürriyet ve Adalet Partisi Genel Başkanı Muhammed Mursi, MK üst yönetimi tarafından cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olarak belirlenmiş ve 2012 Haziran’ında gerçekleştirilen seçiminin ikinci turundan zaferle çıkarak Mısır’ın demokratik seçimle gelen ilk cumhurbaşkanı sıfatını almıştı. Demokratikleşen ve Türkiye ile yakın ilişkiler tesis eden Mısır’da ordunun müdahalesi sonucu meydana gelen değişime karşı Türkiye’den oldukça sert ve kararlı bir tepki verilmiş ve Mursi’nin Mısır’ın meşru cumhurbaşkanı olduğu gerçeği farklı platformlarda birçok kez yinelenmişti.

Türkiye’nin Mısır’daki darbeye demokratik ilkeler zemininde verdiği tepki bir süre sonra Türkiye-Mısır ilişkilerini kökten etkileyecek bir noktaya evirilmişti. Uluslararası toplum tarafından Mısır’daki darbenin göz ardı edilerek Sisi yönetimine destek verilmesi, Müslüman Kardeşler yönetici ve mensuplarına yönelik hukuk dışı muamelelere sessiz kalınması ve ülkede yeniden otoriter bir rejimin oluşumuna imkân tanınması, Türkiye’nin Mısır konusuna dair yürüttüğü mücadelede yalnızlaşmasına sebep olurken ikili ilişkilerin tamamen kopma noktasına gelmesini de beraberinde getirmişti. Bu süreçte konunun Mısır’daki halk devriminin kazanımlarının kaybolması ve otoriter anlayışın yeniden güçlenmesinden Müslüman Kardeşler üzerinden Müslüman siyasallıkla hesaplaşma boyutuna geçmesi, MK’nın ciddi bir meşruiyet sorunu ile yüzleşmesine yol açtı. Türkiye’nin tüm çabalarına rağmen Sisi yönetiminin meşru olmayan bir yolla iktidara geldiğinin kabul edilmemesi, MK üzerinden Türkiye’ye yönelik de bölgesel ve küresel alanda olumsuz propagandanın yapılmasına ve kimi baskı araçlarının kullanılmasına zemin hazırladı.

Abdul Fettah es-Sisi’nin 2014 Mayıs’ında yapılan başkanlık seçimini kazanması ve haziran başında yemin ederek devlet başkanı sıfatıyla göreve başlamasının ardından dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından Sisi’ye tebrik mesajı gönderilmişti. Meselenin MK ile ilişkiler ya da Mursi’ye verilen destekten öte kadim ilişkiler çerçevesinde Ankara- Kahire arasında diyalog ve iş birliğini açık tutmak maksadıyla yapılan bu hamle yerel, bölgesel ve küresel bazı dinamikler nedeniyle devam ettirilememiş ve iki ülke arasındaki siyasal ve diplomatik ilişkiler kopma noktasına gelmişti. Bununla birlikte Orta Doğu’da gerek Mısır gerekse Türkiye’nin etki alanı, konumu ve potansiyeli dikkate alındığında belirsizlik ve gerilim siyasetinin ikili ilişkilerde sürdürülebilir olmayacağı ve bir yerden sonra mutlak surette bir paradigma değişikliğine ihtiyaç duyulacağı aşikardı. Özellikle geride bıraktığımız son bir yılda hem Mısır hem Türkiye tarafında ilişkilerin geleceğine dair olumlu mesajların siyasiler, devlet adamları ya da gazeteciler tarafından verildiği gözlemlenmekteydi. Tam da bu noktada geçtiğimiz mayıs ayında dışişleri bakan yardımcısı düzeyinde Kahire’de gerçekleşen iki günlük toplantılar ve akabinde TBMM’deki Mısır dostluk grubunun aktifleştirilmesi sonucu verilen mesajlar iki ülke arasında yakın gelecekte daha somut ve üst düzey adımların atılacağının habercisiydi. Her ne kadar Sisi rejiminin otoriter tavrından geri adım atmaksızın MK ve mensuplarına yönelik saldırgan tavrını devam ettirmesi ve üst mahkemenin onayladığı yeni idam cezaları kamuoyunda büyük bir rahatsızlığa yol açsa da iki devlet arasındaki ilişkilerin seyrini ne düzeyde etkileyeceğine dair henüz somut göstergeler bulunmamaktadır. Bu durum dahi aslında her iki tarafın da artık ilişkileri normalleştirme konusunda istekli olduğu ve süreci baltalayacak hamlelerden mümkün mertebe uzak durmaya çalıştığının göstergesidir.

Darbeden bu yana Türkiye-Mısır ilişkilerin gidişatında büyük değişiklik olmasa da bu durum bölgenin siyasal denkleminde statükonun 2013’teki haliyle devam ettiği anlamına gelmemektedir. Bu nedenle bölgedeki değişen siyasal durumu dikkate alarak karşılıklı ilişkilerin yeni bir bağlamda yorumlanarak iyi niyetli adımların atılması her iki taraf için de bir zorunluluk haline dönüşmüştür. Doğu Akdeniz’deki gelişmeler, Filistin ve özelde Gazze’nin geleceği, Libya’nın yeniden inşası gibi konular Türkiye-Mısır ilişkilerinin belirlenmesinde önceki senelere nazaran niçin farklı bir strateji geliştirilmesinin gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır.

“Doğu Akdeniz’deki gelişmeler, Filistin ve özelde Gazze’nin geleceği, Libya’nın yeniden inşası gibi konular Türkiye-Mısır ilişkilerinin belirlenmesinde önceki senelere nazaran niçin farklı bir strateji geliştirilmesinin gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır.”

Türkiye, son yıllarda attığı stratejik adımlar ve gerçekleştirdiği hamleler ile bölgede sadece kara merkezli bir güç olmadığını aksine denizlerdeki artan etki alanıyla kendisine yeni bir boyut kazandırdığını tüm dünyaya göstermiştir. Bu minvalde Ankara’nın sürdürülebilir bir Akdeniz politikasında Libya ne kadar önemli bir rol oynuyorsa Mısır da benzer bir role sahiptir. İki taraf arasında iyi niyet, anlayış ve iş birliği üzerine bina edilen ilişkiler sağlanmadığı takdirde Türkiye’nin gelecek dönemde Libya ve Akdeniz siyasetiyle alakalı kimi krizler ve zorlayıcı durumlarla karşılaşması muhtemeldir. Libya’nın kırılgan yapısı dikkate alındığından siyasi ve istihbarı açıdan Libya üzerinde tarihsel bir nüfuz alanına sahip Mısır’ın fırsatları değerlendirip Türkiye karşıtı hamleler yapacağı göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle Ankara ve Kahire arasındaki diyaloğun artması Türkiye’nin bölgesel ve küresel siyasetteki iddiasına olumlu katkı sağlayacaktır. Benzer şekilde İsrail’in artan saldırganlığı ve Arap dünyasında her geçen gün yönetimler düzeyinde İsrail’e yönelik temayülün arttığı bir bölge denkleminde Türkiye’nin sürdürülebilir Filistin ve Gazze politikasında Mısır ile ilişkilerin boyutu oldukça önemlidir. Gazze’ye İsrail ya da Mısır otoritelerinin izniyle girilebildiği gerçeğinden hareketle Gazze’de yaşayanlara yardım götürebilmek ve oranın refahını artırabilmek için bu iki taraftan en azından biriyle yakın temas halinde olmak gerekmektedir. Gazze’de derinleşen insani dram ve İsrail’in hukuk tanımaz tavrı nedeniyle şiddetini artırdığı saldırganlığı ve Kudüs’ün statüsünü geri dönüşü olmayacak şekilde dönüştürme çabası Türkiye-Mısır ilişkilerinde ortak bir zeminin bulunmasını zorunlu kılmaktadır. Mısır kamuoyu üzerinde oluşturulacak etki aracılığıyla Mısır’ın -Arap milliyetçiliğinin kalbi sayılması hasebiyle- Filistin konusunda daha duyarlı adımlar atmasına vesile olunabilecek ve böylece bölgedeki istikrarın oluşumuna dair önemli bir katkı sağlanabilecektir.

Bölgedeki gelişmelerin Türkiye’nin dış politikasını, siyasi ve ekonomik dengelerini doğrudan etkilediği gibi aynı durumun Mısır için de fazlasıyla geçerli olduğu aşikardır. Bu nedenle Türkiye ile yakın ilişkiler tesis ederek yeni açılım sağlayabilmesi, Sisi iktidarının faydasına olacak bir adımdır. Ülkedeki yüksek işsizlik oranı, derinleşen ekonomik sorunlar ve muhalefetin tamamen baskılanması Sisi yönetiminin Arap ayaklanmaları öncesindeki Mısır’ın toplumsal, siyasal ve ekonomik gerçekliğine ülkeyi geri getirdiğinin göstergeleridir. Mevcut durum ve gelişmeler zemininde Sisi’nin Türkiye ile ilişkileri geliştirme yoluyla hem iç siyasetinde hem de bölgesel ve küresel siyasette yeni bir zemin oluşturması mümkün olacaktır.

Geleneksel Mısır dış politikasının bölgesel liderlik vizyonunun Sisi döneminde büyük oranda kaybedilmesi ve Körfez’deki aktörlerin Mısır’ın mütemadiyen manipüle etmesi ülkede çeşitli rahatsızlıklara yol açmaktadır. Bu bağlamda Kahire-Ankara hattında kurulacak ilişkilerle Mısır yönetiminin Körfez baskısına karşı bir direnç geliştirmesi mümkün olacak ve bölgedeki etkin rolünü yeniden üstlenme konusunda daha özgür adımlar atabilecektir. Son yıllarda Etiyopya ile Mısır arasındaki artan gerilimin ve hatta savaş çağrılarının olası sonuçları dikkate alındığında Türkiye ile inşa edilecek köprülerin Mısır’ın Nil üzerindeki statükosunu korumaya alan açabileceği düşünülmektedir. Özellikle Türkiye’nin, hem Mısır hem de Etiyopya için adil bir arabulucu olacağı varsayımından hareketle bu krizin çözülmesinde Ankara’nın Nil havzasının güvenliği ve istikrarı için hayati bir rol üstlenmesi mümkün olacaktır.

Her iki ülkenin de Orta Doğu, Kuzey Afrika, Doğu Akdeniz ve Nil Havzası’nda değişen dengeler nedeniyle karşılıklı ilişkilerinde atılan ön adımları iyi değerlendirmesi ve yeni bir sayfanın açılması için tüm gayreti göstermesi gerekmektedir. Mısır ve Türkiye’nin yakın diyalog ilişkisi kurmaksızın bölgedeki etkin ve sürdürülebilir bir stratejiler hayata geçirmesi zor gözükmektedir. Özellikle de derinleşen Filistin meselesinin boyutları dikkate alındığında Ankara- Kahire arasında iyi niyet temelli bir yaklaşımın tesisi oldukça elzemdir. Bu çerçevede her iki ülkenin de karar alıcılılarının hamasi söylemlerden uzak durarak gerçekçi bir zeminde ve gerçekleştirilebilir gündemlerle politika üreterek iki ülke arasındaki sorunları sonlandırması ve karşılıkları ilişkileri artıracak daha üst düzel adımları ivedilikle atması gerekmektedir. Hem Türkiye hem Mısır kamuoyu, ikili ilişkilerin seyrini ele alırken bölgenin değişen dinamiklerini sürekli göz önünde bulundurmalı ve değerlendirme yaparken Filistin ve Libya boyutunu asla unutmamalıdır. Bölgenin gerek nüfus, gerek iktisadi ve askeri güç, gerekse siyasi kapasitesi itibarıyla büyük potansiyele sahip iki ülkesinin arasında güçlenecek bağların bölgenin istikrarına ve refahına büyük katkı sunacağı asla göz ardı edilmemelidir.

0 yorum

Diğer Yazılar