Öncülerin İdeal Gençlik Kavramsallaştırmaları - İLKE Analiz

Öncülerin İdeal Gençlik Kavramsallaştırmaları

Erol Erdoğan

Editör Notu: Erol Erdoğan, Nisan 2021 tarihinde İz Yayıncılık etiketiyle yayımlanan N’apsak Bu Gençleri? isimli kitabında gençlerle ilgili konuları büyük bir titizlikle işlemiş, önemli başlıklara temas etmiştir. Bu başlıklardan biri olan Öncülerin İdeal Gençlik Kavramsallaştırmaları bölümünün küçük bir kısmını okurlarımıza sunuyoruz.
Kitapta bu başlık altında Mehmet Âkif Ersoy, Tevfik Fikret, Mustafa Kemal Atatürk, Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş, Muhsin Yazıcıoğlu, Doğu Perinçek, Ali Fuat Başgil, Osman Nuri Topbaş ve Nurettin Topçu’nun ideal gençlik kavramsallaştırmaları ele alınmıştır.


Günlük sohbetlerde gençler için ön yargı içeren çoluk çocuk, bebek beşik, zamane gençlik gibi ifadeler sık kullanılsa da siyasi, sosyal, dini ve kültürel öncülerin idealize ettiği bir gençlik ve o gençlere yönelik kullanılan olumlu kavramsallaştırmalar, tanımlar ve hitaplar da var. Mesela diyelim, başlayalım.

Âsım’ın Nesli – Mehmet Akif Ersoy

Mehmet Akif Ersoy’un ideal gençliğinin adı “Âsım’ın Nesli”dir. Mehmet Akif, meşhur Çanakkale Şehitlerine başlıklı şiirinde o nesilden “Âsım’ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek / İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek!” diye bahseder. Safahat’ın altıncı kitabının başlığı da Âsım adını taşır. Âkif’in bir başka yerde de Âsım’ın Nesli’ni anlatış biçimi daha detaylıdır:

Sen ki Âsım’ın neslisin, çiğnetme namusunu.
At üstünden korkunun ve gafletin kâbusunu.
Ateşler yakıp Nemrut misali, atsalar seni.
Sakın hâ! Terk etmiyesin, imanını, dinini.

Safahat’ın Âsım kitabında konuşma üslubuyla yazılmış bir hikâye yer alır. Hikâyede dört kişi arasında geçen konuşmalar aktarılır. Bu dört kişi Hocazâde, Köse İmam, Köse İmam’ın oğlu Âsım ve Hocazâde’nin oğlu Emin’dir. Âsım, konuşmaların sonuna doğru sohbete iştirak eder. Hocazâde, ona nasihatler verir. Hocazâde, Mehmet Âkif’in kendisidir. Hikayenin sonunda Âsım, Hocazâde’nin isteği doğrultusunda kendisine benzer arkadaşları ile birlikte öğrenim görmek üzere Berlin’e gitmeye karar verir. Mehmet Âkif Ersoy’un hayallerindeki gençliğe Âsım ismini verirken peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhisselamın arkadaşlarından Âsım b. Sâbit’ten mülhem bu ismi seçtiği düşünülmekte… Âsım b. Sâbit, Uhud Savaşı’nda okçuların arasında yer alıyordu. Merhum Âkif’in idealize ettiği Âsım’ın Nesli, kendisinden sonra ve günümüzde de birçok insan için ilham olmaya devan etmektedir. Bu sebeple siyasi ve kültür konularındaki hitabetlerde zaman zaman Âsım’ın Nesli kavramına atıf yapıldığını görmekeyiz. (Mehmet Âkif Ersoy. 1873-1936)

Halûk – Tevfik Fikret

Tevfik Fikret’in Halûk’u aslında hem bir gerçeklik hem de bir ideal gençlik kavramsallaştırmasıdır. Gerçektir çünkü Tevfik Fikret’in oğlunun adı Halûk’tur. Bunun yanı sıra Tevfik Fikret, oğlu üzerinden ideal bir gençlik tasavvuru ortaya koymuştur. Onun hayali yeryüzünü vatan bilen, fenni ve ilmi rehber edinen, dini aidiyeti olmayan bir gençliktir. Oğlunu bu niyetlerle İskoçya’ya mühendislik eğitimine gönderirken yazdığı şiir, onun gençlik idealini de ortaya koyar. Halûk’un Vedaı şiiri şöyle başlar:

Ey şetaretli yolcu, sen yürü geç.
Sen bu merhalede kalma, sıçra, atıl!
Bir ziya kârbânı bul ve katıl,
Gez, dolaş, kâinatı efkârı.
Dâima önde, dâima yukarı!
Bu tehâluk hayât u kuvvetden,
Ne bulursan bırakma: san’at fenn,
İ’timad, i’tine, cesaret, ümid,
Hepsi lâzım bu yurda hepsi müfid.


Oğul Halûk yurtdışına gider. Babası Tevfik Fikret, onun zihin dünyasını, yazdığı mektuplarla inşa etmeye devam eder. Mesela bir mektubunda oğluna “Milletim nev’i beşer, vatanım rûy-i zemin” diye seslenir. Bu cümleyi şöyle çevirebiliriz: “Milletim insanlık, vatanım yeryüzü.” Bu ifade bir yönüyle “vatansızlık” anlamına sahiptir. Halûk daha sonra yurda dönmez, yurtdışında Hristiyan bir kadınla evlenir. Rivayet o ki, 70’li yaşlarında, Florida’nın bir kasabasında vefat eder. Vefat ettiğinde oradaki bir kilisenin başpapazıdır. ( Tevfik Fikret. 1867-1915)

Büyük Doğu Gençliği – Necip Fazıl Kısakürek

Necip Fazıl Kısakürek, gençliğinin adını “Büyük Doğu Gençliği” olarak tarihe kaydetmiştir. Onun gençliğe seslenişini “Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik… Zaman bendedir ve mekân bana emanettir! Şuurunda bir gençlik…” diye başlar ve coşkulu şekilde hitap eder.

Necip Fazıl Kısakürek, meşhur gençlik hitabesini 1975’de yazmış. Milli Türk Talebe Birliği tarafından düzenlenen Milli Gençlik Gecesi’nde kendisi seslendirmiştir. Necip Fazıl’ın hem fikirleri hem gençlikle ilgili yaklaşımı ve coşkulu söylemleri uzun dönemde dindar, milliyetçi ve muhafazakar camia için yol gösterici olmuştur. Onun gençliğe hitabesi, her dönem siyasetçiler başta olmak üzere pek çok insan tarafından kürsülerden sıklıkla okunmuştur.

Necip Fazıl, gençlik tasavvurunu “Büyük Doğu Gençliği” ifadesi ile sembolleştirirken Mehmet karakterini de müşahhas bir genç olarak şiirlerinde ortaya koymuş, zaman zaman ona seslenmiştir. “Zindan iki hece, Mehmed’im lafta!” şeklinde başlayan Zindandan Mehmed’e Mektup şiiri şöyle biter:

Mehmed’im sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerler kalır tümsekte
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir
.”

Necip Fazıl Kısakürek, Zindandan Mehmed’e Mektup şiirini hayattayken kendisi seslendirmiştir. Şairin kendi sesinden dinlemek için video sitelerine bakılabilir. Bu şiir birçok sanatçı, siyasetçi ve popüler kişi tarafından da seslendirilmiştir. Şiirin bazı mısraları veya hepsi marş olarak bestelenmiştir. Merak edenler Ömer Karaoğlu’nun sitesinden dinleyebilir. ( Necip Fazıl Kısakürek (1904-1983)

Diriliş Nesli – Sezai Karakoç

Sezai Karakoç’un gençleri Diriliş Gençliği, Diriliş Eri veya Diriliş Nesli olarak bilinir. Karakoç’un hayatında ve söylemlerinde “Diriliş” kelimesi hep var olmuştur. Kitaplarından birinin adı Diriliş Neslinin Amentüsü‘dür.

“Sezai Karakoç’un gençleri” her kuşakta bulunur. Onun siyasi liderler gibi örgütlü bir gençliği olmamakla birlikte onu üstat kabul edip eserini okuyanlar, kendilerini onun manevi öğrencisi kabul ederler.

Sezai Karakoç, Diriliş Neslinin Amentüsü kitabında kendisini de içine alacak şekilde şöyle der:
Kendimin bir diriliş eri olduğuna inanıyorum. Bir Diriliş Cephesi bulunduğuna ve kendimin de o cephede bir savaş adamı olduğuma, olmam gerektiğine inanıyorum. Nasıl bir savaştır? Topla, tüfekle, bombayla, molotof kokteyli veya füze, nükleer silah veya gazla yapılan savaş olmaktan önce ve öte bir ruh savaşıdır. Ruhlar arasında olan bir savaştır. Bu savaşlarda bedenlerden, maddi vücutlardan önce ruhlar, manevi vücutlar, yani varoluşlar düşürür; tutsak eder, yenilgiye uğratır. Bu bir zihniyet savaşıdır. Karayla akın savaşıdır. Bu bir hayat tarzı, dünya görüşü, yani bir medeniyet savaşıdır.

Şu satırlar da aynı kitaptan: “Allah’a inanıyorum. Ben bir diriliş işçisiyim. Allah kentinin işçisiyim. Allah’ın övdüğü, beğendiği İslâm toplumunu ören, toplumun örülen duvarında en küçük bir kum tanesi olmaktan öte övüncüm olamaz.

Sezai Karakoç’un idealize ettiği gençlik, “Diriliş” kelimesi ile kavramsallaşırken Taha ile müşahhaslaşır. Şairin eserlerinden biri Taha’nın Kitabı adını taşımaktadır. Kitap şu yedi bölümden oluşmaktadır: Değişim, Savaş, Dipnotu, Arayışlar, Taha Sabır Kentinde, Taha’nın Ölümü, Taha’nın Dirilişi. Kur’ân-ı Kerîm’in yirminci suresi de Tâhâ adına sahiptir. Bu sure, bu iki harfle başlar. Diyanet’in tefsirinde Taberî ve İbn Âşûr’a dayanılarak Tâhâ için şöyle bir izah tercih edilmiştir: “Bunlar ayrı iki harf değil, anlamı olan bir kelimedir. Bu eğilim içinde kuvvetli bulunan görüşe göre bu kelime Arapça’nın bazı lehçelerinde ‘ey kişi, ey insan’ manasına gelmektedir. Bu görüşün sahipleri, İslâm öncesi Arap şiirinden bu anlamdaki kullanımı gösteren örnekleri zikrederler.”

Asım Gültekin, Genç Dergisi’nin 2010 yılı Mart ayında yayımlanan 42. sayısında “Sen Taha mısın?” başlıklı yazısında uzun uzun Taha’yı tarif ediyor. Bir kısmını okuyalım:

“Taha farkındalık vasfına sahip biridir! Kendine sorulan soran biri. Kendini bilme makamındadır! Kendini kaybetmeme! Taha’nın özelliklerini saymak istiyorum: Dicle’yi emmiştir. Tabiatın modernist kaygılarla biçimlendirilmesine karşıdır. Köksüzlüğe, sabırsızlığa, rol yapıcılığa karşıdır. Kiraz, dut ve nar değişmemiş, har değişmemiştir gözünde. Taha’yı bulabilmek için şairlerin, âşıkların bal ve aya duyarlı olması gerekir kırmızı zeytin biberine… Gizli doğurulan çocuktan bir sestir Taha. Korkulara karşı acı âfat suyu içmiştir, yılana akrebe karşı şerbetlenmiştir.” (Sezai Karakoç. 1933-)

Nurettin Topçu

Gençlerle ilgili ideali olan isimlerden birisi de Nurettin Topçu’dur. Çok sayıda kitabı olmasına rağmen İsyan Ahlâkı ve Türkiye’nin Maarif Davası kitapları daha çok bilinen Nurettin Topçu hem Selçuklu ve Osmanlı’yı hem de Batı’yı derinlemesine analiz etmiş bir düşünür olarak kabul edilir. Onun en büyük derdi ahlaktır. Nurettin Topçu’nun fikirleri daha çok Anadoluculuk olarak tanımlanmaktadır. Onun kavramsallaştırmasa da idealize ettiği gençliği de bu çerçevede düşünebiliriz: Anadolucu, memleketçi, ıstırabı olan, şuurlu… Beklenen gençlik…

Memleket hassasiyetini her yerde gösteren Topçu 1934 yılında Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe doktorasını tamamlaması üzerine üniversiteden bir altın saat, Amerika ve Kuzey Amerika’ya seyahat gibi ödüller almaya hak kazanır. Ancak ödülleri kabul etmeyen Topçu, ödüller yerine üniversitenin giriş ve çıkış kulelerinde 24 saat ay yıldızlı Türk bayrağını dalgalanmasını ister. Topçu’nun isteği üniversite yönetimi tarafından yerine getirilir.

Nurettin Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası kitabında şöyle der:

“Bir memleketin gençliği, aşkın irşatlarıyla Allah’a kadar götüren yolu kalp âleminde aramıyorsa o memlekette ilk aşkın beşiği olan aile mektebi yok demektir. İstediği kadar evliler olsun, analar ve babalar aile kuramamışlardır. O memleket gençliği kaybedilmiştir.”

Yine aynı kitapta şu cümleler yer alır:

Anadolu’da devlet kuran Müslüman Türk’ün simasını, Alpaslan’ın yaşama aşkını Allah sevdasıyla birleştirerek kendinden rahmet ve sevgi taşıyan gençliğinde görüyoruz.

1939 yılında Muallim dergisinde yayımlanan “Neslimizin Tarihi” başlıklı makalesi şu iki soruyla başlar:
Yeni neslin velisi olacak zihniyet, gençliğe bir ruh aşılayacak ahlâk kahramanları yaratabildi mi? Gençlikte ilim, ahlâk, sanat hareket ve hırsını doğuracak iman nasıl bir iman olacaktı?

Sonra kendisi cevap vermeye başlar ve şöyle der:
Yüksek kürsülerden güzel şeyler söyleyen mürşitlerin, gençlikte dolmasını istedikleri imanın mahiyetine dair bugüne kadar bir kelime öğrenilmedi. Neslimizin nasipsizliği, aradığının ne olduğunu tanıtacak bir mürşide rastlamayışı olmuştur. Bu gerçek karşısında memleket gençliğinin, hangi ellerin hatası yüzünden bir asırdan beri, nasıl çorak ve âkıbetsiz yollarda, ne gibi gaflere büründüğünü göstermeye çalışacağız.”

Sonra makale devam eder ama yine sorular sorar. Sorular tanıdıktır; bakalım:

Türk çocuğu nasıl yetişmeli? Gençlik çağında da haysiyetli, huzurlu bir yaşayışı nasıl sağlayabiliriz? Nasıl bir aile kurmalıyız? Hangi mesleklerde muvaffakiyet arayalım? Hangi eserleri okuyalım? Zamanımızı nasıl kullanalım?” (Nurettin Topçu. 1909-1075)


Gençlere yönelik tasavvurlar, kavramsallaştırmalar, tanımlar, idealleştirmeler üzerine kocaman bir kitap veya çok sayıda kitap yazmak mümkün. Özellikle Cumhuriyet Dönemi’nde gençlik tasavvuru ve ideal bir gençlik hayali olmayan fikir insanı, siyasetçi, dini grup, edebiyat akımı yok gibidir. Bu bölümde kavramsallaştırmayı esas aldığım için bu kadarıyla yetinmek istiyoru

Gençlik tasavvurları üzerine daha geniş bir çalışma yapsaydım buradaki isimlerle birlikte Tevfik İleri, Nazım Hikmet, Erol Güngör, Kadir Mısıroğlu, Mehmet Zahit Kotku, Fethi Gemuhluoğlu, Mahir İz, Celalettin Ökten, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Behçet Kemal Çağlar, Behice Boran, Hikmet Kıvılcımlı, İsmet İnönü, Ziya Gökalp, İsmet Özel, Akif Emre, Atasoy Müftüoğlu, Said Nursi, Süleyman Hilmi Tunahan, Recep Tayyip Erdoğan benzeri onlarca daha ismin hayal ettikleri gençliğin izlerini onların eserlerinden sürmek isterdim.

0 yorum

Diğer Yazılar