Sivil toplum kuruluşları açısından 2010-2020 yıllarını kapsayan, yani on senelik tecrübeye tekabül eden dönemi kısaca gözden geçirdiğimizde, karşımıza sisli bir manzara çıkmaktadır. Sisin ardında “yöntemler, hedefler, faaliyet alanları” gibi hayati konularda dahi kafası karışık idareciler, gönüllü ve bağışçı ilişkilerinde yorgun düşmüş kurumlar belirmektedir. Diğer yandan, kamu ve STK’lar arası ilişkilerdeki “plansızlıklar, heyecansızlıklar, verimsizlikler” sebebiyle sis yer yer koyulaşıyor. Bir bakıma son on senemiz, STK’ların hem devlet nezdinde hem de millet hayatında nasıl konumlanacağı hususunda kafaların net olmadığı manzaralara karşılık geliyor.
Özellikle 2016-2020 arasında, devlet mekanizması STK’ların öncü olduğu birçok alanla ilgili “Ben daha iyi yaparım.” düşüncesiyle hareket etti. Rollerin karıştığı bu hengâmede, STK yöneticileri kendilerine içten içe şu soruları sordular:
• Böyle bir atmosferde, biz STK’lar olarak gerçekten tam olarak ne yapmalıyız ve devletle ilişkilerde nasıl bir yol tutturmalıyız?
• Devlete ne kadar yaklaşacağız?
• Devletten ne kadar uzaklaşacağız?
• Bu hassas mesafe ayarında altın oran nedir?
Bu sorulara esaslı cevaplar bulamayan ve özgün olamayan STK’ların anlamlarını ve işlevlerini kaybetmeleri muhtemeldir. Nerede ve nasıl konumlanacağını belirleyemeyen, niçin konumlanacağını planlayamayan STK’lar, müspet manadaki değişimlerin ve güzel gelişmelerin aktif öznesi olamayacaktır. Aksine, zaman zaman âtıl enerjileri, karamsar bakışları ve yorgun yapılarıyla, sosyal dokumuz için maddi ve manevi yük durumlarına dahi düşebileceklerdir. Ayrıca STK’larda yönetici ve personellerde liyakat sağlanmadan sivil toplum alanında nitelikli bir değişim zor görünüyor.
Bugün Türkiye’de sivil toplum alanında “özgün ses, ilham ve kurumsallaşma” eksiklerimiz aşikar. Bu anlamda, STK öncülerinin cesaretli davranıp kurumlarını güncellemeleri, “özgün ses” konusunda bir çizgiye getirmeleri mühim. Bunun için şu yol haritası takip edilebilir:
- STK’nın mevcut durumu tüm imkanlarıyla, fırsatlarıyla ve tehditleriyle net ortaya konulmalı.
- Asırlara râci hatalar açık yüreklilikle tespit edilmeli ve acilen yönetim şekli konusunda reformlar gerçekleştirilmeli.
- Ön açıcı liderler ile liyakatli ekipler bir arada düşünülmeli.
- Fon konusunda kamu kaynaklarının yerine kalıcı akarlar oluşturmak, daimi destekçilere ve güçlü mütevellilere alan açmak ve çeşitlenmiş bireysel bağışlara ciddiyetle eğilmek gerekir.
- “Özgün ses, ilham ve kurumsallaşma” için, STK’ları çeşitli açılardan besleyecek ve geliştirecek insanların hayal ve dertlere ortak edilmesi mühimdir. Bu konuda, birebir aktif ilişkiler şarttır. Kamuoyunu belirli aralıklarla hikayenizden haberdar etmek için, kurumlarda “hikaye anlatıcılarına, kurumsal iletişim uzmanlarına” geniş alanlar açılması avantaj sağlayacaktır.
Editör Notu: Bu yazı daha önce İLKE Vakfı’nın hazırladığı “Sivil Toplumun On Yılı Alan İzleme Raporu, 2010-2020” isimli Alan İzleme Raporunda yayımlanmıştır.