Özünde gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakabilme kaygısı olan, ekonomi, çevre ve toplumun dengeli bir biçimde sürdürüldüğü, insana saygılı bir anlayışın tezahürü olan yeşil ekonomi anlayışı son yıllarda yaygın bir tartışma alanı olagelmiştir. İklim değişikliğinin beraberinde getirdiği olumsuzlukları minimize etmek ve iklim değişikliğinin önüne geçmek isteyen ülkeler bireysel ve toplumsal birtakım önlemlere başvurmaktadırlar.
Yukarıda ifade edilen durum Türkiye’nin de dikkatini çekmiş ve gerek politik düzlemde gerek uygulama düzleminde birtakım önlemlerin alınmasına vesile olmuştur. Özellikle Avrupa Birliği ile uyum süreci sebebiyle müktesebatını Birliğe uyumlu hâle getirmeye çalışan Türkiye, bu yolla “çevre” faslını da Birlik politikaları ile entegre hâle getirmek için girişimlerde bulunmaktadır. Bu bağlamda Türkiye, yenilenebilir enerji üretimini büyük oranda artırarak bu alanda önemli bir yol kat etmiştir. Yeşil ekonomi alanında Türkiye’nin en büyük kazancının yenilenebilir enerji alanında olduğunu söylemek yersiz olmayacaktır. Türkiye, sahip olduğu coğrafi konum ve yeraltı zenginlikleri sayesinde, yenilenebilir enerji türleri olan “güneş, rüzgar, dalga, jeotermal, hidroelektrik enerjisi” noktasında ciddi potansiyele sahiptir. Özellikle yıllık güneşlenme süresinin yüksekliği, rüzgar yoğunlukları ve yeraltı sıcak sularının bolluğu bakımından güneş enerjisi, rüzgar enerjisi ve jeotermal enerji potansiyeli oldukça yüksektir. Türkiye özellikle son 15 yılda attığı adımlarla yenilenebilir enerji kurulu gücünü artırmış olsa da mevcut potansiyele ulaşılması için katedilmesi gereken uzun bir yol olduğu görülmektedir. Mevcut durumun analizi yapıldığında, yenilenebilir enerji sektöründe sağlanan görece başarıya rağmen Türkiye’nin yeşil ekonomik yaklaşıma yaraşır topyekûn bir politika dağarcığına sahip olduğunu ifade etmek kolay olmayacaktır.
Bu yönüyle Türkiye’nin önünde uzun bir yol görünmektedir. Yaşanabilir ve doğaya saygılı bir kentleşme modelinin üretilip uygulanması, inşaat sektöründe ciddi bir kontrol mekanizmasının oluşturulması ve bunların yanı sıra elde edilen kazanımların artırıldığı bir ekonomi, çevre ve toplum yönetiminin oluşturulması gerekmektedir.
Öneriler
Ekonomik büyümeye, Ortodoks iktisat yazınında ciddi bir önem atfedilmiştir. Öyle ki uygulanan tüm iktisat politikalarının var olan sebebinin iktisadi büyüme olduğu, iktisadi büyümenin her şeye rağmen sağlanması gereken bir olgu olduğu yıllar boyu temel öğreti olarak kalmıştır. Ancak üretim faktörlerinden biri olarak kabul edilen toprağın yok edilmesi, çevreyi koruma hassasiyetinden uzak olarak gerçekleşen bir iktisadi büyümenin aslında net bir iktisadi büyüme olmadığı ana akım iktisatçılar tarafından ya görülmemiş ya da görülmek istenmemiştir. Dolayısıyla Sanayi Devrimi ile birlikte başlayan kitlesel üretim süreci ve ülkelerin giriştikleri çılgın yarış, beraberinde kartopu gibi büyüyen çevresel ve toplumsal birçok problemi de beraberinde getirmiştir. Sorunun, çevreden merkeze -sistemden ülkelere- doğru yayılarak devam etmesi nedeniyle çözümü tek merci üzerine odaklamak yerine uluslararası ve ulusal olmak üzere iki boyutta ele almak daha doğru olacaktır.
Uluslararası Boyut
Küresel tehditler karşısında küresel çözümler üretmek gerekli bir olgudur. Küresel ısınma, iklim değişikliği, çevrenin bozulması gibi kolektif olarak yaratılan ve herkesi tehdit eden problemlerin yine kolektif iş birliği ile çözülmesi gerekmektedir. Türkiye de diğer tüm ülkeler gibi el birliğiyle yaratılan bu problemin tarafıdır. Dolayısıyla Türkiye bu alanda küresel toplum tarafından atılan adımları takip etmeli, politika üretmeli, gerekli inisiyatifi almalı, hâlihazırda var olan sözleşmelere adil bir cihette olmak kaydıyla taraf olmalıdır.
“Küresel ısınma, iklim değişikliği, çevrenin bozulması gibi kolektif olarak yaratılan ve herkesi tehdit eden problemlerin yine kolektif iş birliği ile çözülmesi gerekmektedir.”
Ulusal Boyut
Türkiye, enerji tüketimi hızlı bir biçimde artan ve tükettiği enerjinin büyük bir bölümünü ithal eden bir ülkedir. Bu bağlamda son dönemde ciddi bir atılımın yapıldığı çevre dostu olan yenilenebilir enerji sektöründeki kazanımlar artırılarak korunmalıdır. Bu sayede petrol, kömür, doğalgaz gibi çevreye zarar veren enerji türlerinin tüketimi azaltılarak çevrenin korunması sağlanabilir. Eğer yenilenebilir enerji yatırımları yenilenebilir enerji teknolojileri üretimiyle birlikte yapılırsa enerji arz güvenliği bağlamında da ülkeye ciddi bir kazanım sağlayacaktır. Zira yenilenebilir enerji tesislerinin kurulumunun ithal bağımlısı olması da bir ithalat bağımlılığı çeşididir. Böyle bir durumda enerji alanında bağımlılık azalmayacak sadece bağımlılığın kompozisyonu değişecektir.
Gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye, gelişmiş ülke kategorisine erişebilmek için ekonomik büyümesine devam etmek zorundadır. Ancak bunu yaparken de çevreyi gözetmek için gerekli önlemleri almalıdır. Son 20 yıllık büyüme tecrübesine bakıldığında inşaat sektörünün büyümede lokomotif sektör olduğu, çevreye saygı göstermeyen bir gayrimenkul stokunun oluştuğu görülmektedir. Ne var ki bu tip bir büyüme hem iktisadi açıdan hem de çevresel açıdan sürdürülebilir değildir. Dolayısıyla Türkiye ivedilikle ilgili sektörü yoğun bir denetim altına almalı, gereken mevzuat düzenlemelerini yapmalı, kıyı şeridi, yayla, mera, orman, tarım arazileri gibi yerlere inşaat yapılmasına kesinlikle müsaade etmemelidir. Yerel yönetimlere de bu noktada büyük sorumluluk düşmektedir. Yerel yönetimler yaşanabilir şehir projeleri üretmeli, beton kentlerin oluşumuna müsaade etmemeli, rant uğruna imar planlarında değişiklikler yapmamalı, çevreci bir tasarıma sahip olan ve kendi enerjisini üretebilen akıllı yapı çözümlerini teşvik etmelidir. Böylelikle toplumsal bilinç artırılarak çevreye, topluma ve tarihe saygılı bir anlayış hâkim olmalıdır.
“Türkiye ivedilikle ilgili sektörü yoğun bir denetim altına almalı, gereken mevzuat düzenlemelerini yapmalı, kıyı şeridi, yayla, mera, orman, tarım arazileri gibi yerlere inşaat yapılmasına kesinlikle müsaade etmemelidir.”
Yeşil ekonomiyi oluşturan bir diğer unsur da toplumdur. Yeşil ekonomi bağlamında toplumsal sürdürülebilirliğin bir boyutu çevreye saygılı bir anlayışın geliştirilmesidir. Bireylerin gelişim evresinde en önemli unsuru oluşturan eğitim sistemini bir araç olarak kullanmak, çevresel farkındalığı yüksek zihinlerin meydana getirilmesinde oldukça işlevsel bir enstrüman olacaktır. Bu çerçevede anaokulundan üniversiteye eğitimin her aşamasının tasarımında çevresel farkındalığın dikkate alınması toplumun farkındalığının da maksimum düzeye erişmesine vesile olacaktır. Böylelikle insanoğlu çevreyi kirleten bireyden, çevreyi koruyup gözeten bireye dönüştürülmelidir.
Yeşil ekonominin önemli bir boyutu da yeşil istihdamdır. Çevreye ve topluma saygılı bir üretim anlayışına hizmet eden yeşil istihdam dünyada hâlihazırda enerji, ulaşım, geri dönüşüm, gayrimenkul, tarım, finans vb. sektörlerde kendine yer edinmiştir. Türkiye’nin istihdam piyasalarını yeşil ekonomiye uygun bir hüviyete büründürerek yeşil işleri odak noktasına alması sürdürülebilir üretimin yanı sıra sürdürülebilir ekonomik büyümenin de sağlanmasına önayak olacaktır.
Tüm bunların yanında Türkiye’nin hukuk sisteminin yeşil ekonomi bağlamında düzenlenmesi gerekmektedir. Kamu, sivil toplum, üniversiteler, özel sektör, mahallî idareler gibi aktörlerin iş birliği ile oluşturulacak ve yürütülecek projeler ile yeşil kalkınma anlayışı tüm topluma kazandırılmalıdır. Böylelikle ekonomik, sosyal, kültürel vb. tüm alanlarda yeşil büyüme anlayışı merkeze alınarak sürdürülebilir bir ekonomik, çevresel ve toplumsal hayat oluşturulabilir.
Editör Notu: Bu yazı İLKE Vakfı Politika Notları serisinin 23.sü olan “Türkiye ve Yeşil Ekonomi” notunun sonuç bölümünden alınmıştır. Daha detaylı değerlendirme için notun tamamı incelenebilir.