Sanayi Devrimi ile birlikte oluşan yeni ekonomik ve siyasi yapının bir ürünü olarak gelişen refah devleti, 20. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da kurumsallaştı ve geniş halk yığınlarını kapsadı. Türkiye’de nüveleri Osmanlı İmparatorluğu’na kadar götürülebilecek olan sosyal politikalar, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde çok partili hayata geçişle yeni bir boyut kazandı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında eğitim ve sağlık yoğunluklu uygulanan politikalara daha sonra sosyal güvenlik, sosyal hizmetler, sosyal koruma ve barınma eklendi. Zaman içinde bu uygulamaların kapsamı genişletildi, niteliği güçlendirildi. AK Parti hükûmetlerinde sosyal politikaların her alanında önemli gelişmeler yaşandı. Bu reformların başında 2006 yılında yapılan sosyal güvenlik ve sağlık reformları, 2007 yılında yürürlüğe giren evde bakım desteği ve 2011 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kurulması gelir. Bunlar sosyal politikaların kurumsallaşması ve koordinasyonu için önemli gelişmelerdir. Bakanlığın kurulması ve sosyal güvenlik ve sağlık sisteminin tek bir çatıda birleştirilmesi, sosyal politikalara verilen önemi ve bu politikaların tek bir merkezden yönetilme gayretini göstermektedir. Evde bakım desteği ise geleneksel olarak aile tarafından üstlenen bakım hizmetlerinde devletin de sorumluluk alması ve müdahil olması yönünden önemlidir.
“Bakanlığın kurulması ve sosyal güvenlik ve sağlık sisteminin tek bir çatıda birleştirilmesi, sosyal politikalara verilen önemi ve bu politikaların tek bir merkezden yönetilme gayretini göstermektedir.”
Toplumsal yapının hızla değişmesi, demografik dönüşüm, artan ekonomik riskler, çevre sorunları ve salgın hastalıklar göç dalgaları ve bir norm haline gelmiş popülist ve kayırmacı politikalar; sosyal refaha ve refah devletine karşı ciddi riskler barındırmaktadır. Bu gelişmeler, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurumsallaşmış, durağan toplum yapısına, süregiden ekonomik büyümeye ve prim ödemesi esaslı sosyal güvenlik sistemine dayanan refah devletinin ve sosyal politikaların yeniden tasarlanmasını gerekli kılmaktadır.
Geleceğin Türkiyesinde Sosyal Politikalar Raporu, bu kritik dönemeçte siyasetçilere ve politika yapıcılarına, ezberlenmiş sosyal politika yaklaşımlarının dışında yeni bir alternatif sunmayı amaçlamaktadır. Sosyal harcamaları değil, sosyal refahı önceleyen yaklaşımıyla, devletin vatandaşlarına huzurlu bir yaşam sunmasının ipuçlarını vermektedir. Bu nihai gayenin uygulamadaki izdüşümleri ise sosyal adaleti sağlamak, beşerî sermaye ve insani gelişmeyi yükseltmek ve son olarak yaşam memnuniyetini artırmak olmalıdır.
• Sosyal adaleti sağlamak: Her bireyin eşit haklara ve fırsatlara sahip olması için özellikle dezavantajlı gruplar sosyal politikalar yoluyla güçlendirilmelidir.
• Beşerî sermaye ve insani gelişmeyi yükseltmek: Bireyin bilgi ve becerilerini artırarak kendisini gerçekleştirebilmesi için gerekli olan temel yetiler kazandırılmalıdır.
• Yaşam memnuniyetini artırmak: Sosyal politikalar aracılığıyla vatandaşların yaşamdan aldıkları maddi ve manevi doyum yükseltilmelidir.
Bu amaçları gerçekleştirmek için altı temel koşul öne çıkmaktadır. Evrensel ve toplumsal değerler temelinde, kapsayıcı ve şeffaf bir zeminde etkin uygulamaların olup olmadığı ölçme ve değerlendirme ile tespit edilerek farklı kurumların koordinasyonu içinde çalışarak sürdürülebilir sosyal politikalar üretilmesi gerekir. Öne çıkan koşullar aşağıda şu şekilde detaylandırılabilir:
• “Sürdürülebilir” sosyal politikalar, gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılayabilme imkânlarından taviz vermeden bugünkü ihtiyaçların karşılanmasıdır.
• Sosyal politikalar “ölçme ve değerlendirme” sonucunda kısa, orta ve uzun vadeli; finansal, toplumsal ve çevresel etki analizleri yapılarak belirlenmelidir.
• Politikaların tasarlanma ve uygulanma süreci “kapsayıcı” olmalı, uygulamalar farklı paydaşların fikirleri ve ihtiyaçları dikkate alınarak gerçekleştirilmelidir. Vatandaşlar “şeffaf” sosyal politikalar ile uygulamaların hangi kuruluş tarafından nasıl yürütüldüğünü, bu politikalardan yararlanmak için ne gibi kıstaslar olduğunu kolayca öğrenebilmelidirler.
• Sosyal politika üretmek veya sosyal harcamaları artırmak başlı başına bir amaç değildir. Sürekli değişen toplumsal ihtiyaçlara cevap veren “etkin politikalar” üretilmelidir.
• Sosyal politikalar, gerek refah kurumları olan devlet, aile, piyasa ve sivil toplum arasında gerekse merkezî yönetim ve belediyeler arasında “aktif bir koordinasyon” içinde yürütülmelidir.
• Her toplumun karakterini oluşturan, tarihsel süreç içinde süzülmüş ve rafine hale gelmiş “kültürel, toplumsal, dinî değerler” vardır. Bunlarla birlikte sosyal politikalar; insan hakları, fırsat eşitliği, sosyal adalet gibi “evrensel değerler” üzerine inşa edilir. Sosyal politikalar tasarlanırken bu evrensel ve toplumsal değerler dikkate alınmalıdır.
21. yüzyılda karşılaşılan küresel riskler ile ülkenin kendine özgü sorunları dikkate alındığında, Türkiye’de refah rejimini geliştirmek için veri merkezli araştırmalarla oluşturulmuş politikalara ihtiyaç vardır. Politika uygulamaları uzun vadeli toplumsal ihtiyaçları ön planda tutan ve bunların finansmanını ihmal etmeyen sürdürülebilir politikalar olmalıdır. Uygulamaların kapsayıcı bir şekilde farklı paydaşların görüşleri alınarak oluşturulması, şeffaf bir şekilde kamuoyuyla paylaşılması şarttır. Vatandaşların bu uygulamalara kolay erişimi sosyal adaletin sağlanması için önemlidir. Uygulama çıktılarının düzenli olarak ölçülmesi ve değerlendirilmesi daha etkin politikaların üretilmesini ve uygulamaların amaçlanan hedeflerine ulaşmasını kolaylaştırır. Ölçme ve değerlendirmeye dayalı sosyal politika uygulamaları, vatandaşların sorunları ortaya çıkmadan devlet kurumlarının muhtemel sorunlara hızlıca müdahale edebilmelerini sağlar. Bu yaklaşım sosyal sorunların kronikleşip üstesinden gelinmez bir hal almasını engeller ve büyüyen sorunlara yüksek bütçeler ayırma zorunluluğunu ortadan kaldırır.
Politikaların başarısı aynı zamanda yerel ve merkezî yönetimin koordinasyon içinde çalışmasına bağlıdır. Devlet kurumlarının ailenin ihtiyaçlarını da gözeten sivil toplum ve piyasa ile uyumlu politikalar geliştirmesi, refah dağıtan bu kurumlarla koordinasyonun güçlenmesini ve devletin artan yükünün hafifletilmesini sağlar. Bu çerçevede sosyal politika yapımında “aileye karşı devlet” veya “devlete karşı piyasa” gibi karşıtlıklardan kaçınılmalıdır.
Sürdürülebilirlik, gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılayabilme imkânlarından taviz vermeden, bugünkü nesillerin ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Sosyal politikalar tasarlanırken sürdürülebilirlik koşulu asla unutulmamalıdır. Toplumsal değerler ve evrensel kriterlerle uyumlu sosyal politikalar tasarlanması ise sosyal politika uygulamalarının kalıcı etki bırakabilmesi ve etkili olması için elzemdir. Bu çerçevede özellikle sosyal yardımlarla ilgili olarak dinî kurumlar çokça tartışma konusu yapılmaktadır. Türkiye’de dinî kurumların sosyal refah dağıtımındaki önemi büyüktür. İnsanlar özellikle Ramazan aylarında daha çok dinî kuruluşlar üzerinden ihtiyaç sahiplerine yardım yapmaktadırlar. “Hayırseverlik ve sadaka kültürü” denilerek bu toplumun güçlü yönlerinin değersizleştirilmesi veyahut “hak temelli sosyal yardıma karşı sadaka yardımı” gibi dışlayıcı ikili ayrımlara gitmek yanlıştır. Devlet kurumları vatandaşların refahını artırmak ve onları korumak için evrensel kriterlerde gerekli önlemleri alırken, kültürel dinamiklerinden beslenen ve sosyal dayanışmayı güçlendiren farklı yardım türleri sosyal refahı artıracaktır.
Yukarıda ifade edilen meydan okumalar ve toplumsal ihtiyaçlar çerçevesinde sosyal refahın artırılması için dört uygulama alanı öne çıkmaktadır. Bunlardan ilki eğitim sisteminde yapılması gereken kapsamlı reformları kapsar. İstihdam politikalarıyla da uyumlu değişen ekonomik koşulları dikkate alan, özellikle çocukların ve gençlerin sadece bilgilerini değil becerilerini de geliştiren bir müfredat ile beşerî sermaye yükseltilmelidir. İkincisi, zaten genel sağlık sigortası uygulamasıyla başarılmış olan evrensel sağlık sistemine geçiştir. Burada temel unsur sağlık harcamalarının primler yoluyla değil, vergiler yoluyla finanse edilmesidir. Evrensel sağlık sigortası, daha adil bir sağlık sistemini ortaya çıkaracaktır. Üçüncü olarak, yaşlı yaşam desteği adı altında, ayrım gözetmeksizin 65 yaş ve üstü tüm yaşlılara asgari ücretin üçte
biri ila ikide biri kadar aylık gelir temin edilmelidir. Emeklilik sisteminin asgari yaşam desteği, zorunlu primden gelen gelir ve bireysel emeklilik olmak üzere üç basamakta tasarlanmalı, çalışanların emeklilik ve yaşam döngüsü içinde karşılaşabilecekleri riskler için tasarrufta bulunmaları sağlanmalıdır. Son olarak sosyal yardım sistemi sadeleştirilmeli, daha bonkör ancak şartlı yardımlara ağırlık verilmelidir. Şartlı yardımlar hem vatandaşların sosyal politikalara karşı sorumluluğunu artırır hem de sosyal adaleti güçlendirir ve beşerî sermaye ile yaşam memnuniyetinin artmasına katkı sağlar.
Bazı çalışmaların iddia ettiğinin aksine, Türkiye’nin refah rejimi, piyasa aktörlerinin egemen olduğu liberal refah rejimine ya da evrensel ve hak temelli bir sisteme dayalı sosyal demokratik refah rejimine dönüştüğünü iddia etmek zordur. 21. yüzyılın başında yaşanan sosyoekonomik ve teknolojik gelişmeler, sosyal refahın dağıtımının ve sosyal politikaların yeniden değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır. Türkiye’nin tarihsel birikimi ile kültürel ve toplumsal değerleri, sosyal politikaların şekillenmesinde merkezî yere sahiptir. Sosyal refahın dağıtımında devlet ile birlikte öne çıkan ailenin, piyasanın ve sivil toplumun devletin öncülüğünde koordineli olarak refah dağıtımına katılmaları, Geleceğin Türkiyesinde toplumsal refahın daha da güçlenmesini sağlayacaktır. Bununla birlikte Türkiye’de sürdürülebilir bir refah rejiminin
oluşturulabilmesi için öncelikle sosyal politikaların amaçlarını ve koşullarını dikkate alan berrak bir sosyal politika zihniyetine, toplumsal mutabakata ve kapsamlı reformlara ihtiyaç vardır.
Editör Notu: Bu yazı İLKE Vakfı bünyesinde hazırlanan “Geleceğin Türkiyesinde Sosyal Politikalar” raporunun “Sonuç ve Öneriler” başlıklı bölümünden alınmıştır.