Türkiye’de zaten zor bir zeminde yürüyüşünü sürdürmeye çalışan tiyatro, pandemi şartlarının da etkisiyle iyice dar bir koridora girdi. “27 Mart Dünya Tiyatro Günü”nde, Kulis Tiyatro Dergisi İmtiyaz Sahibi ve Tiyatro Külliyen Genel Sanat Yönetmeni Osman Doğan’ın değerlendirmelerini aldık.
Umarız Türkiye’de tiyatro daha geniş bir alanda, daha büyük bir yürüyüş gerçekleştirerek sanatın imkanlarıyla yolumuzu bulmamıza yardımcı olur.
Türk Tiyatrosu malumunuz yüz küsur yaşında fakat dünya tiyatrolarıyla mukayese ettiğimizde henüz genç bir yapısı olduğunu görüyoruz. Özellikle izleyici verileri ilginç. TÜİK verilerine göre 2019’da 8 milyon izleyicimiz görünüyor fakat bu toplam bilet sayısı. Gerçekte izleyicimiz 1 milyon bile değil, yani nüfusumuzun yaklaşık %1’i.
Seyirci sayısındaki bu oran, mali zorluklar, mental sıkıntılar gibi bir çok derdi ile boğuşan tiyatro sektörü bir de pandemi ile dertlenince kaçınılmaz bir son ile yüzleşmek üzere. Tiyatro sahneleri, oyuncular ve yapımcılar; ayakta durmak, biraz daha nefes almak için ciddi bir imtihan halindeler. Birçok sektörün ciddi bir şekilde yara aldığı bu dönem maalesef biz sahne insanları için yıkıma dönüştü. Her yeni güne farklı tiyatro salonlarının veya ekiplerinin kapanma haberini alarak uyanıyoruz.
Bizim ayakta kalabilmemiz için yüzlerce kişinin aynı anda kapalı bir salonda bulunması lazım. Bu da virüsün en sevdiği alan olduğu için maalesef ayakta kalabilecek gücümüz ve direncimiz tükendi.
Peki bunca keder ile birlikte ne getirisi oldu bu sürecin?
Tiyatro camiası yıllardır karşı durduğu, bir türlü ısınamadığı – ki üretilen sanatın hakkıyla anlaşılıp etki bulması anlamında ısınmaması çok normal – dijital dünya ile daha sıcak bir temas halinde. Lakin demode bir üslubu olan tiyatronun modern dille kendisini var etmesi ne kadar sahici?
Her ne kadar yapımcılar, yönetmenler, tiyatro oyuncuları hatta izleyiciler sevmese de bu dijital kervana hatrı sayılır bir tiyatro ekibi dâhil oldu. Belki de olması gereken buydu. “Evet bu iş ancak sahnede olur!” ama aynı zamanda 1995’den 2002 yılına kadar büyük bir başarıyla televizyondan evlerimize misafir ettiğimiz “Bir Demet Tiyatro”nun başarısını görmezden mi geleceğiz? Şehirlerde yaşayan insanlara ulaşırken bizi köylerinde, dezavantajlı bölgelerde veya uzak diyarlarda bekleyen insanlara ulaşmak seçeneğini neden elimizin tersiyle itelim?
Üstelik teknolojinin nimetlerinden faydalanarak, bol ve farklı açılar, yakın planlar kullanılarak, ses-alt yazı seçenekleriyle daha anlaşılabilir daha ulaşılabilir bir dil ile çok daha geniş kitlelere ulaşmayı reddetmek sizce de tuhaf değil mi?
Pandemi, sadece görsel alanları değil aynı zamanda işitsel alanları da ne kadar öksüz bıraktığımızı bize hatırlattı. Hepimizin hayatında güzel hatırlar bırakan radyo tiyatroları yine bu dönemde bolca ürün verdi. Üstelik “podcast” mecralarında oyuncular kollektif ürünlerle birlikte bireysel performansları ile yeni bir soluk kazandırdı. Hasılı bu illet bizden çok şey götürse de ciddi bir zenginliğe de vesile oldu diyebiliriz.
Yazının başında da belirttiğim gibi, dijital alanı pek istemiyoruz ama mecburuz! Bir şekilde ayakta kalmamız, hayatla mücadele etmemiz gerekiyor. Neticede Koronavirüs sanat üretimini yavaşlatsa da elektrik, su, doğalgaz tüketimimizi hızlandırmaya devam ediyor.
“Neticede Koronavirüs sanat üretimini yavaşlatsa da elektrik, su, doğalgaz tüketimimizi hızlandırmaya devam ediyor.”
Tiyatro Külliyen ailesi olarak biz de ilk 3 ay defans göstermiş olsak da bu şimdi dijital alemi sevmeye başladık. Özellikle Kültür Bakanlığı’nın özel tiyatrolara vermiş olduğu ‘Dijital Oyun Destekleri’ ile bir anda kendimizi bu mecrada bulduk. Bu vesile ile Tiyatro camiasına Dijital oyun, Sesli oyun, Turne desteği gibi destekler ile bizlere can suyu olan Kültür Bakanlığı’na teşekkür ediyorum. Bunun dışında Belediyelerin, özel kurumların dijitalden yayın yapma isteği açıkçası bizleri mutlu ediyor.
Şu an birçok ekip tiyatro oyununu dijital platformlarda biletli satış ile izleyicisini bekliyor. Öte yandan izleyici, bilet aldığı tiyatro oyununu canlı izlemek istiyor. Bir izleyicimiz olayı şöyle özetlemiş:
“Oyununuzu canlı izlemek ile dijital alanlardan izlemek arasındaki fark; iskenderi restoranda, üzerine erimiş sıcak tereyağını “coss” diye döküp o lezzetle yemekle, ertesi gün buzdolabından çıkarıp soğuk soğuk yemek arasındaki fark gibi. Doyuruyor mu? Evet doyuruyor fakat lezzet vermiyor!”
İzleyicimize son derece hak veriyorum. Ne izleyiciye o lezzet geçiyor, ne de biz bu işin aşçısı olarak memnun oluyoruz.
Hasılı; bir şekilde bu sürece ayak uydurduk. Salonlarda yaptığımız oyunlarla sadece salondaki seyirciye hitap ederken şimdi dünyanın her yerine ulaşabiliyoruz. Oyunlarımızı bol açıyla, iyi ses ekipmanlarıyla, iyi ışıklarla, iyi kameralarla çektik. Almanca, Fransızca, Rusça, Arapça, İngilizce alt yazı seçenekleriyle farklı ülkelerde yayınlıyoruz. Bu vesile ile farklı ülkelerdeki tiyatro ekipleri ile oyunlarımızı karşılıklı izleme, değiştirme imkanı da bulduk. Şu sıralar tiyatro, sinemanın ulaşılabilirlik ve çoğaltılabilirlik gücünü kullanıyor diyebiliriz.
İnşallah yakın zamanda bu illetten kurtulunca izleyicilerimizle tekrar salonlarda bir araya gelerek kavuşacağız. Tabii bu dönemin bize hediye ettiği dijital sahneyi de geliştireceğimize, devam ettireceğimize inanıyorum.
Biraz daha sabredeceğiz, tünelin sonu aydınlık…