Risk Toplumunun Krizi: Kayganlaşan Toplumsal Yapılar – II - İLKE Analiz

Risk Toplumunun Krizi: Kayganlaşan Toplumsal Yapılar – II

Lütfi Sunar

Yazının birinci bölümü için:
https://www.ilkeanaliz.net/2021/03/22/risk-toplumunun-krizi-kayganlasan-toplumsal-yapilar-i/

Riskin Temeli Sosyal Kayganlaşmada

Toplumsal zeminin kayganlaşması öyle salt felsefi bir mesele değildir. Kayganlaşma son kırk yılda küreselleşmenin, sanayi sonrası toplumun ve otomasyonun çalışma biçimlerini hızla esnekleştirmesini ve sosyal konumların geniş ölçekli bir biçimde istikrarsızlaştırılmasını ifade eden bir kavramdır.

Guy Standing (2014) dikkat çekici eseri Prekarya: Yeni Tehlikeli Sınıf’ta bu olguyu çarpıcı boyutları ile tanımlıyor. Onun yeni bir sınıf olarak tanımladığı prekarya “esnekleşmiş” bir istihdam rejiminde sürekli değişen işlerde, âdeta hep geçici bir statüde çalışanları ifade ediyor. Yani Standing bir bakıma düzenli olarak düzensiz işlerde çalışan “çalışan yoksullar” veya “güvencesiz işçiler”den bahsediyor. Üretimin ve tüketimin yeniden örgütlenmesi insanları kimliksizliğe, geleceksizliğe ve hafızasızlığa mahkûm ediyor.

Standing’in prekarya olgusu ve kavramını eleştirel bir biçimde ele alan Merve Akkuş Güvendi (2019) ise prekaryanın bir sınıf olmaktan ziyade kapitalizmin asli bir durumuna denk düştüğünü dile getiriyor. Ona göre “prekarya, kapitalizmde yapısal olarak içkin bulunan” güvencesizlikle tanımlanmalıdır. Dolayısıyla kayganlaşma arızi bir durum değil, modern toplumun asli bir durumuna tekabül ediyor.

Aslında Beck’in risk toplumu kavramı ile Standing’in prekarya kavramını birlikte ele aldığımızda resmin bütünü daha açık hâle geliyor. Risk toplumu tam da güvencesizlik hâlinden ötürü ortaya çıkan esnekliğin bir neticesidir. Bu prekaryayı doğuran ana etken de sermaye ile emek arasındaki umutsuz çelişkidir. Bir dönem bu çelişkiyi çözmeye çalışan sosyal devletin de aradan çekilmesi ile artık konum kaybı kaçınılmaz hâle gelmiş durumdadır.

Eşitsiz küreselleşme sermayeyi hareketli kılarken işçileri sabitleştirme maharetini gösterdi. Burası ulus devletler ile küresel sermayenin anlaştığı noktadır. Borçla terbiye edilmiş ulus devletler küresel sermayenin jandarmaları olmaya hem mahkûm hem gönüllülerdir. Üstelik arada bu ilişkiden beslenen geniş bir siyasi-iktisadi elit tabaka vardır. Leslie Sklair (2001) ve William K. Carroll ve Colin Carson (2003), bu elit tabakanın varlığının ulusal ekonomilerin eşgüdümünü sağlamada işlevselliğini analiz etmiş ve bu tabakaların çıkar birliğinin millî hislerden daha baskın olduğunu vurgulamışlardır. Dolayısıyla esnekleşme sadece geniş bir toplumsal kesimin konum kaybına ve gelecek kaygısına değil, aynı zamanda küçük bir elitin konum fethi ve konforlu yaşamına da denk düşen bir durumdur.

Peki bu yaman çelişki nasıl gözlerden gizlenebiliyor? Bunun cevabı aslında artan milliyetçilik ve popülizmin tezahürlerindedir. Kayganlaşan iktisadi zemini milliyetçilikle dengelemek belki de, bir süre önce Öner Buçukçu’nun (2020) dikkat çektiği gibi kapitalizmin iki yüz yıllık en yaygın hilesidir. “Salgın Milliyetçilikleri Yükseltiyor mu?” sorusuna Buçukçu, beklenenin aksine “hayır” yanıtını veriyordu. Zira ona göre milliyetçilik modern devletin ayrılmaz bir cüzüdür. Arada sadece bir dönem arka planda kalmıştır. Aynen Akkuş Güvendi’nin prekaryalaşmayı kapitalizmin daimî bir özelliği olarak resmetmesi gibi Buçukçu da milliyetçiliği böyle tanımlıyor. Aslında risk toplumu modern iktidar ve sermaye oyunlarının bahislerindeki artan farkın bir neticesi olarak görünür olmuştur.

Yükselen Teknikalizme Direnmek

Nurettin Akçay (2020) geçtiğimiz günlerde yazdığı “Gelecekte Bizi Nasıl Bir Dünya Bekliyor: Aslında Biliyoruz!” başlıklı bir yazıda, Çin’deki günlük yaşam deneyimlerinden hareketle teknolojik gelişmelerden ve bu teknolojik aygıtların sosyal kontrol için nasıl kullanıldığını anlatıyor. Akçay “Size iyi bir tablo çizmek isterdim fakat gelecek toplumun nasıl daha çok kontrol edilebileceği üzerine kurgulanıyor” diyor. Ardından da dünyadaki pek çok ülkenin çok yakında bu teknolojileri kullanmaya başlayacağını ifade ediyor.

İnsan hayatının her anının kontrol edildiği bir toplum modeli, muhtemelen bu tür salgınları ve krizleri daha iyi yönetebilmek adına bundan sonra peyderpey gündeme gelecektir. Muhtemelen bundan sonra sağlık ve güvenlik teknolojilerinin propagandasına daha fazla maruz kalacağız. Sosyal bağlamı ve kültürel zemini ihmal eden “uzmanların” talebi ve teknolojinin zorlamasıyla gittikçe daha fazla kontrol merkezli bir dünyanın doğuşuna şahitlik edeceğiz. Hiç şüphesiz böyle bir imkân ortaya çıkarsa bu herkesin eşit bir biçimde erişebileceği bir kontrol fırsatı oluşturmayacaktır. Aslında gücün ve kontrolün merkezileştiği bir toplumun neye benzediğini geçmişte Sovyetler Birliği, günümüzde de Kuzey Kore ve Çin gösteriyor. Böyle bir toplum plütorkların toplumu kendi emelleri doğrultusunda ele geçirdiği bir tasarıma sahip olabilir. Böyle bir tasarımın en temel hammaddesi insanların zaafları ve korkuları olmaktadır.

“Aslında gücün ve kontrolün merkezileştiği bir toplumun neye benzediğini geçmişte Sovyetler Birliği, günümüzde de Kuzey Kore ve Çin gösteriyor.”

Bir benzeri ters ütopyalarda veya fantastik filmlerde karşımıza çıkan güç sahiplerinin toplumu kendi emelleri doğrultusunda kontrol etmeleri anlamına gelebilecek olan böylesi bir teknolojik gücün ve kontrolün maliyeti salgından daha büyük olacaktır. Zira böylesi bir kontrol toplumdaki eşitsizlikleri derinleştireceği gibi aynı zaman da toplumsal yapının daha az insani hâle gelmesine de neden olacaktır. Ayrıca böylesi bir durum irade, haysiyet ve adalet gibi toplum hayatının temeli olan değerlerin de aşınması demektir.

Koronavirüs Sonrası Sosyal Boyutları

Muhtemelen, Koronavirüs’ün sosyal sonuçları, 21. yüzyılda insan hayatındaki en önemli etkenlerden biri olacaktır. Bu salgını önceki iktisadi ve siyasi krizlerde farklı kılan şey, insanların biyolojik yaşamının ve sosyal beklentilerinin ne kadar kırılgan olduğunu göstermesi oldu. Modernliğin herhangi bir tehlikeden uzak “steril bir toplum” oluşturmaya yönelik pembe rüyasından acılı bir uyanış gerçekleşti. Temelde insanın ölümsüzlük talebine dayanan bu rüya bugün engellenemeyen ölümlerle bir kez daha sarsılmış vaziyettedir Mevcut önlemlerle virüsü toplumdan ayıklama çabasına tanıklık ediyoruz. Ancak enfekte olma korkusu toplumda irrasyonel davranışlarla sonuçlanıyor. Zaman zaman akılcılığın yerini duyguların aldığını görüyoruz.
Bunlar aslında gittikçe kırılganlaşmış bir insani toplumsal evreni göstermesi bakımından son derece önemlidir.

Modern Zamanlar filminde yürüyen bant durduğunda Charlie Chaplin’in elindeki anahtar ile sağa sola şaşkın baktığı bir sahne vardır. Bu aralar insanların hareketleri bana bu sahneyi anımsatıyor. Bir taraftan yavaşlayan hızı sanal olarak üretme çabası, öte taraftan bedenlerin kısıldığı dar mekânlar insanların modern hayatın oluşturduğu riskleri daha açık ve yakından görmesine sebep oldu. Günlük hayatın hızının kesildiği ve vakti dolduran onlarca eylemin art arda diziliminin getirdiği anlamlılık yanılsamasının farkına varıyoruz. Zira insanların günlük rutinleri durduğunda davranışlarına anlam veren akış da kesiliyor.

“Modernliğin herhangi bir tehlikeden uzak “steril bir toplum” oluşturmaya yönelik pembe rüyasından acılı bir uyanış gerçekleşti.”

Bugün sosyoekonomik olarak ülkelerin dayanma kapasitesinin sınırlarına varmak üzereyiz ve bu da daha etkin bir mücadele ve kolektif bir uygulamayı zorunlu kılıyor. Bu tür bir etkinliğin yakalanabilmesi için virologların, epidemiyologların ve halk sağlığı uzmanlarının yanı sıra sosyologların katkısına ihtiyaç olduğu çok açıktır. Bu krizle yüzleşmek ve onu aşmak kadar, bu krize yol açan etkenleri de küresel olarak anlamak ve çözmek durumundayız. Koronavirüs salgını da risk toplumunun savunmasız bir topluma yol açtığını gösterdi. Hamile kadınlar, çocuklu aileler, yaşlılar, engelliler, düşük gelirli bedensel işçiler ve garantisiz çalışanlar bu süreçte orantısız bir şekilde zarar görüyorlar. Ancak salgının sosyal etkisi bunlarla sınırlı değil, her yaştan ve her gruptan birey ve hanede salgının olumsuz etkilerini görmek mümkündür. Toplumdaki tüm gruplar kapsamlı bir risk altında olduklarını açık bir şekilde hissettiler. Bu nedenle yaşadığımız risk toplumunda, tehlikelerin büyüklüğü ile ilgili çelişkili fikirleri ve sosyal paranoyayı “yönetmek” üzere bundan sonra muhtemelen büyük yatırımlar yapılması gerekecektir.

Sonuç olarak, bu salgın bize mevcut toplumların biyolojik ve zihni olarak ne kadar savunmasız olduklarını gösterdi. Sadece biyolojik temelde direnç geliştirmek yetmeyecek; zihinsel, sosyal ve manevi düzeyde de dirençli bir topluma ihtiyaç vardır. Bunun için riski sadece azaltmak değil aynı zamanda onu ortaya çıkaran sistemleri bütünüyle tamir eden bir yaklaşım gerekecektir.

Kaynakça

  • Akçay, N. (2020, Nisan 4). Gelecekte Bizi Nasıl Bir Dünya Bekliyor: Aslında Biliyoruz! Independent Türkçe. https://bit.ly/2TCl9CR
  • Akkuş Güvendi, M. (2019). Prekarya Tartışmaları Kavram, Tanım ve Durum. İnsan & Toplum, 9(4), 133-150.
  • Beck, U. (1992). Risk Society: Towards a New Modernity.
  • Beck, U. (1999). World Risk Society (1 edition). Polity.
  • Beck, U. (2008). World at Risk (1 edition). Polity.
  • Buçukçu, Ö. (2020, Nisan 7). Salgın Milliyetçilikleri Yükseltiyor Mu? Toplumsal Yapı Araştımaları Programı. https://tyap.net/salgin-milliyetcilikleri-yukseltiyor-mu
  • Carroll, W. K., & Carson, C. (2003). The network of global corporations and elite policy groups: A structure for transnational capitalist class formation? Global Networks, 3(1), 29-57. https://doi.org/10.1111/1471-0374.00049
  • Erdoğmuş, N. (2020, Nisan 6). Kovid-19 Salgını Anlam Yıkımına mı Yoksa Yeni Bir Anlamlandırmaya mı Yol Açacak? Anadolu Ajansı. https://bit.ly/31H0i5M
  • Görgün, T. (2020). Koronavirüs ve Post-Truth’un Sonu (Analiz Sy 3; Covid-19 Dosyası, s. 7). İLEM. https://bit.ly/2HBu0lJ
  • Kaya, Y. (2020). Virüs Küreselleşmenin Yol Haritasını Takip Ediyor. Toplumsal Yapı Araştırmaları Programı. https://tyap.net/vkyh
  • Sklair, L. (2001). The transnational capitalist class. Blackwell.
  • Standing, G. (2014). Prekarya—Yeni Tehlikeli Sınıf. İletişim Yayıncılık.
0 yorum

Diğer Yazılar

Yorum yap