Giriş
Anayasa, devlet organlarının yapısı ve işleyişi ile özgürlükleri düzenleyen belgedir. Anayasanın devlet organlarının işleyişini düzenlemesi de nihayet bireyle ilgili sonuçlar doğurur. Zira güçler ayrılığı, denge ve denetim mekanizmalarının yeterliliği ve işlerliği, iktidarın sınırlandırılması suretiyle anayasalcılık amacına hizmet etmektedir. Anayasalcılık amacını taşımayan bir anayasa ise “görünüşte anayasa” olarak nitelenebilir[1]. Dolayısıyla anayasa değişikliklerinde veya yeni anayasa yapımında temel güdü, devlet organlarına ve bunların işleyişine istikrar kazandırmanın[2] yanında özgürlükleri gerektiği şekilde güvence altına almak olmalıdır.
Anayasa değişikliği ve yeni anayasa söylemi, Türkiye’nin değişmeyen gündemlerinden biridir. Kamuoyunda konuyla ilgili tartışmalar yer yer sistem sorunu, darbe veya vesayet anayasası, özgürlükçü olmamak gibi çeşitli argümanlarla desteklenmektedir. Esasında Tanör’ün belirttiği gibi Türkiye’de her sorunun anayasadan kaynaklandığı ve anayasa ile çözülmesi gerektiği kanaati[3], anayasa değişikliğinin -kısmi değişiklik veya yeni anayasa şeklinde- sık sık gündeme gelmesine neden olmaktadır. Bu noktada anayasa değişikliğinin veya yeni bir anayasanın siyasi, sosyal ve iktisadi sorunları çözmekte ne derece etkili olduğu sorgulanabilir.
“Anayasa değişikliği ve yeni anayasa söylemi, Türkiye’nin değişmeyen gündemlerinden biridir.”
Esasında bu yöndeki sorgulama sadece anayasa açısından değil; hukukun bütünü için yapılabilir. Elbette hukuk içerik olarak adalete ve özgürlüğe dönük olmalıdır. Ne var ki, ideale yönelen normların idealden hep bir adım geride kalacağı düşünüldüğünde, hukukun adalet amacının büyük ölçüde uygulayıcılarla ilgili olduğu görülür. Başka bir deyişle, iyi bir kanunun kötü bir uygulayıcı veya hâkim elinde iyi sonuçlar vermesi pek muhtemel değildir. Buna karşılık, yeterli olmayan bir kanun iyi bir uygulayıcı veya hâkim elinde çoğunlukla iyi sonuçlar verir[4]. Sonuç olarak anayasal bağlamda tartışılan birçok sorun normdan değil; normun yorumundan veya uygulamasından kaynaklanmaktadır. İdeal olan ise elbette hem normun yeterliliği hem de uygulayıcının liyakatidir.
1982 Anayasasında Yapılan Önemli Değişiklikler
Yukarıda değinildiği gibi 1982 Anayasası, yürürlüğe girdiği günden itibaren tartışılmaktadır. Bu yönde anayasada birçok değişiklik de yapılmıştır. Bu değişikliklere bakıldığında, 1982 Anayasası’nın ilk metniyle önemli ölçüde farklılaştığı görülmektedir. Bu sebeple, bu yazıda şu iki görüşe eşit değer verilmektedir: Birincisi her ne kadar anayasada önemli değişiklikler yapılsa da Anayasa’nın otoriter özünü devam ettirdiği bu sebeple, yeni ve sivil bir anayasanın elzem olduğudur. Diğer görüş ise anayasa değişikliğinin söz konusu edilen sorunlar üzerinde doğrudan etkili olmadığı, 1982 Anayasası’nın halihazırda orijinal metniyle ilgisinin kalmadığı ve denge-denetim mekanizmaları ve özgürlükler rejimiyle ilgili yapılacak değişikliklerin yeterli-ve gerekli- olduğudur.
1982 Anayasası ilk olarak 1987 yılında değiştirilmiş, son değişiklik ise 2017 yılında temel olarak hükümet sistemiyle ilgili olarak yapılmıştır. 1982 Anayasası’nın ilk halindeki özgürlüklere mesafeli olan ve otorite yanlısı yaklaşım, özellikle 1995, 2001, 2004 ve 2010 yıllarında yapılan anayasa değişiklikleri ile giderilmiştir. Böylelikle hak ve özgürlükler büyük ölçüde evrensel standartlarla bağdaşır hale getirilmiş, anayasanın vesayetçi ve otoriter düzenlemeleri özgürlükler lehine değiştirilmiştir. Buna karşılık, Anayasa’da yapılan bu değişikliklerin, anayasanın bütünlüğü üzerinde olumsuz sonuçlar doğurduğu ileri sürülebilir. Örneğin, 2001 yılında yapılan anayasa değişikliği ile temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında genel sınırlandırma sebeplerinin kaldırılması, bazı özgürlüklerin ilgili özgürlüğü düzenleyen maddede yazmayan amaca (sınırlama sebebine) binaen sınırlandırılıp sınırlandırılamayacağı yönünde bir tartışmayı doğurmuştur[5]. Anayasa Mahkemesi, özel sınırlandırma sebebi belirtilmeyen hakların da hakkın doğasından kaynaklı sınırlarının olabileceğini belirtmekle birlikte[6], bu içtihadın özgürlüklerin kapsamıyla ilgili demokratik olmayan sınırlandırmalara kapı aralayabileceği göz ardı edilmemelidir. Öte yandan, ilgili maddede yazmayan sebeple sınırlandırma yapılamaması görüşü benimsenir ise örneğin seyahat özgürlüğünün sağlık sebebiyle sınırlandırılamaması gibi bir durumla karşı karşıya kalınmaktadır[7].
1982 Anayasası’nda yapılan değişikliklerin birçoğunda ortak payda özgürlükler rejimin genişletilmesi, anayasanın evrensel demokratik standartlarla ve özellikle Avrupa Konseyi kurumları tarafından ortaya konulan standartlarla uyumlu hale getirilmesi çabasıyla açıklanabilir. 2017 yılından önceki anayasa değişikliklerinin bir diğer ortak paydası, Türkiye’de ilk yazılı anayasa (Kanun-ı Esasi) ile benimsenen parlamenter hükümet sisteminin (1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu fasılası hariç) korunması olmuştur. 2017 yılındaki anayasa değişikliği ise hükümet sistemiyle ilgili köklü bir değişiklik ortaya çıkarmış ve bir tür başkanlık sistemi benimsenmiştir. Ne var ki kabul edilen yeni sistemle ilgili tartışma (hem sistemi savunanlarca revizyon gerekliliği şeklinde) hem de sisteme muhalif olanlarca (denge ve denetim mekanizmalarının gereken içerikte olmadığı ve iktidarı kişiselleştirdiği gerekçeleriyle) devam etmektedir. Şüphesiz demokratik hükümet sistemleri olarak belirtilen parlamenter sisteme ve başkanlık sistemine bu yönlerini veren iktidarın sınırlandırılması olgusuyla açıklanan güçler ayrılığı ve denge-denetim mekanizmalarının varlığı ve işlerliğidir[8]. Bunlar olmaksızın ne şekilde adlandırılırsa adlandırılsın hükümet sistemi demokratik olarak nitelendirilemez. Zira sisteme demokratik niteliğini veren, anayasanın özgürlükleri koruyacak şekilde güçleri sınırlandırması ve dengelemesidir. Güçlerin denetimi ise aynı zamanda hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir.
“Sisteme demokratik niteliğini veren, anayasanın özgürlükleri koruyacak şekilde güçleri sınırlandırması ve dengelemesidir.”
Yeni Anayasa Tartışmaları ve Önerileri
1982 Anayasası’nda pek çok defa değişiklik yapıldığından söz edildi. Esasında yeni anayasa söylemi de bu değişikliklere koşuttur. Özellikle 1990’lı yılların başından itibaren toplumun farklı kesimleri; sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri ve siyasi partiler kimisi köklü anayasa değişiklikleri kimisi ise yeni bir anayasa olarak çeşitli önerilerde bulunmuştur.
Asli kuruculuk faaliyeti olan yeni ve sivil bir anayasa, tali kuruculuğun ürünü olan anayasa değişikliğiyle karşılaştırıldığında daha ciddi siyasi ve toplumsal mutabakatı gerektirmektedir. Buna kurulmuş organların asli kuruculuk fonksiyonunu üstelenip üstlenemeyeceği tartışması da eklenirse, mesele biraz daha çetrefil hale gelmektedir. Öte yandan, yeni bir anayasanın muhakkak olağanüstü koşullarda ortaya çıkabileceğini savunmak demokratik değişmeyi engelleyebilir, tıkanıklıklara sebep olabilir. Bu sebeple, 1924 Anayasası’nda olduğu gibi Meclis’in yeni bir anayasa yapabileceği kabul edilmelidir. Nitekim 2011 yılındaki genel seçimlerden sonra Meclis’te temsil edilen dört siyasi partinin katılımıyla Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in başkanlığında Anayasa Uzlaşma Komisyonu kurulmuş ve fakat Komisyon’un çalışmaları bir anayasa ile neticelenememiştir. Meclis’in yeni anayasa çalışmalarında ön planda olması yeni değil: 1921 ve 1924 Anayasaları Meclis tarafından hazırlanmıştır. Benzer şekilde, 1993 yılında Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk’un girişimiyle Meclis’teki siyasi partiler anayasa değişikliği ve yeni anayasa önerilerini Meclis Başkanlığı’na sunmuşlardır[9].
“Yeni bir anayasanın muhakkak olağanüstü koşullarda ortaya çıkabileceğini savunmak demokratik değişmeyi engelleyebilir, tıkanıklıklara sebep olabilir.”
Sonuç: Sorunların Çözümünde Yeni Anayasa Ne Ölçüde Etkilidir?
Bu soru, özgürlüklerle ilgili bir sorunun çözümü ile yanıtlanabilir. Daha önce Anayasa Mahkemesi’nin laik devlet ilkesini yorumlaması sebebiyle söz konusu olan yükseköğretim düzeyindeki başörtüsü yasağı, Anayasa’da laik devlet ilkesiyle ilgili herhangi bir değişiklik yapılmaksızın çözülebildi. Anayasa Mahkemesi, din ve vicdan özgürlüğü bağlamında yaptığı yorumla, laik devlet ilkesinin dini örtünmenin güvencesi olduğunu teyit etti. Konuya diğer bir örnek olarak Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun yapısı verilebilir. 1982 Anayasası’nın ilk halinde oluşumu itibariyle eleştirilen Kurul, 2010 yılında radikal bir değişikliğe uğramıştır. Fakat çok süre geçmeden Kurul’un bu yeni yapısı yargıda siyasallaşmanın temel sebebi olarak görülmüş ve 2017 yılında Kurul’un yapısıyla ilgili tekrar değişikliğe gidilmiştir. Sonuç olarak bir sorunun çözümü anayasa değişikliğinden bağımsız olabileceği gibi (ilk örnekteki durum); anayasa değişikliği -2010 yılında Kurul’un uğradığı değişikliğin sonuçlarına bakıldığında-her zaman olumlu bir sonuca götürmeyebilir.
Öte yandan siyasi krizler, devlet iktidarının istikrarının sağlanamaması, devlet organlarının gerektiği şekilde işlememesi gibi durumlarda kısmi veya bütünsel anayasa değişikliği söz konusu olabilmektedir. Türkiye’deki anayasa tartışmalarına biraz da bu açıdan bakılması gerekir. Kılık kıyafete yönelik kısıtlamalar, demokrasiyle bağdaşmayan siyasi parti yasakları gibi bazı uygulamalar anayasa değişiklikleri (2008 yılında AYM tarafından iptal edilen Anayasa değişikliği ile 2001 ve 2010 yıllarında parti kapatmanın zorlaştırıldığı değişiklikler) ile giderilmeye çalışılmıştır. Yine parlamenter sistemin işleyişiyle ilgili sorunlar ve istikrarlı yürütme arayışı, 2017 yılındaki değişiklikte temel saiktir. Ayrıca bir kısım değişikliklerin siyasi krizlerin aşılmasında kritik rol oynadığı söylenebilir. Anayasa Mahkemesi’nin kamuoyunda “367 kararı” olarak bilinen, 2007 yılında cumhurbaşkanı seçimini tıkayan kararı bu yönde bir örnektir. Anayasanın lafzı son derece açık olmasına rağmen Anayasa Mahkemesi, Meclis’in cumhurbaşkanını seçmesine engel teşkil eden veAnayasa’nın lafzî, tarihî ve teleolojik yorumuyla bağdaşmayan bir karar vermişti. Zira 1961 Anayasası’nda cumhurbaşkanının seçimiyle ilgili görülen boşluk sebebiyle 1982 Anayasası’nda konu oldukça açık ve ayrıntılı şekilde düzenlenmişti. Dahası Anayasa Mahkemesi, kural olarak parlamento kararlarını denetleyememektedir[10]. Buna rağmen Anayasa Mahkemesi, cumhurbaşkanının seçimi için Meclis’te yapılan oylamayı iptal etmiştir. Cumhurbaşkanının seçimiyle ilgili bu kriz, “2007” yılında yapılan, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini öngören tepkisel değişikliğe kapı araladı. Bu sebeple “2017” yılındaki değişikliğin ayak sesleri, belki on yıl öncesinde aranmalıdır. Dolayısıyla Anayasa değişikliklerinin krizlerin aşılmasına veya yeni bir krizin ortaya çıkmaması amacına yönelik yapılabildiği de göz ardı edilmemelidir. Bu durum yeni bir anayasa açısından da savunulabilir. Zira farklı zamanlarda yapılan birçok değişiklik sebebiyle Anayasası’nın bütünselliği ile ilgili çeşitli sorunlardan söz edilmektedir. Bu sebeple kısmi değişikliğin ötesinde yeni bir anayasa talebi; bu yöndeki iradenin özgürlükleri daha ciddi güvencelere bağlama amacına matuf ve üzerinde ciddi şekilde düşünülerek, bir oldubittiye getirilmeksizin yapılması kaydıyla makul karşılanabilir.
NOTLAR
[1]Sartori’nin garantist anayasa ve görünüşte anayasa ayrımı için bkz.Kemal Gözler, Anayasa Hukukunun Genel Esasları, 9. Baskı, Ekin, 2017, s.73.
[2] Turhan’a göre yasama ve yürütme organı arasında ahenkli bir ilişki olması, siyasal ve ekonomik krizlerin önlenmesi, hükümet istikrarı anayasalcılıkla bağdaşan ve anayasa mühendisliğinin temelini oluşturan konulardır. Bu sebeple anayasalcılık etkin bir yönetime sahip olma hakkıyla bağdaşır ve fakat, bu durum güçlerin birbirini dengelemesini ve denetimini dışlamamalıdır. Bkz. Mehmet Turhan, “Anayasa ve Anayasacılık”, Amme İdaresi Dergisi, C.27, S.3, sa.3-12, 1994, s.11.
[3]Bülent Tanör, İki Anayasa:1961-1982, 5. Baskıdan tıpkı basım, Onikilevha, 2019, s.161.
[4]“Kanundan evvel hâkim lazımdır” deyişi için bkz. Necmeddin M. Berkin, “Hâkimler ve Savcılar Kanununa Yenilik Getiren Hükümler”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C.38, S.1-4, sa.339-398, 1973, s.342.
[5]Fazıl Sağlam, “2001 Yılı Anayasa Değişikliğinin Yaratabileceği Bazı Sorunlar ve Bunların Çözüm Olanakları”,Anayasa Yargısı, C.19, sa.288-310, 2002, s.290.
[6]Anayasa Mahkemesi’nin ilgili kararı: Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 39.
[7] Anayasa’nın 23. maddesine göre seyahat hürriyeti suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir.
[8] Anayasalcılığın hem denge ve denetim mekanizmaları hem de güçler ayrılığı yönleriyle iki teoriyle açıklanması için bkz. Ergun Özbudun, Anayasalcılık ve Demokrasi, Yetkin, 2019, s.15-16.
[9] Fazıl Hüsnü Erdem ve Yunus Heper, Türkiye Cumhuriyeti Anayasaları ve Anayasa Önerileri, Seta, 2011, s.37.
[10] Parlamento kararlarının denetlenememesiyle ilgili bkz. Abdulkadir Yıldız, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararlarının Anayasa Mahkemesi Tarafından Denetlenmesi”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.25, S.1, sa.73-114, 2017, s.76.