Yazının birinci bölümü için:
https://www.ilkeanaliz.net/2021/02/22/15-temmuz-oncesi-ve-sonrasi-sivil-toplum-kuruluslari-i/
Sivil Toplumun Konumu Yeniden Şekilleniyor
Henüz kontrol altına alınılamayan ve nereye evirileceği öngörülemeyen 2008 küresel ekonomik krizinin etkileri devam ederken küresel pandemiye karşı Batılı ülkelerde verilen başarısız sınav ve neoliberal politikaların çözümsüzlüğü, uluslararası boyutta sistemin politik ve ekonomik geleceğine dair belirsizliği derinleştirmiştir. 2008 kriziyle birlikte müdahaleci devletin geri dönüşüne tanıklık edilmiş ve krizin büyüklüğü ve ağın genişliği dolayısıyla tüm dünyayı etkisi altına almasıyla devlet müdahalesi, kimilerince yerinde bir çözüm olarak görülmüştür. Bu durum, bir süredir yönetişim eksenli iş birliğini öne çıkaran yönetim yaklaşımlarına karşın devletin rolünü tekrar geri alması veya kavram ve paydaşların yeni konumlarının belirlenmesine dönüşmüştür.
Bu krizlerden hizmetlerin yürütülmesinde rol alan sivil toplum kuruluşlarının da etkilenmemesi mümkün değildir. Nihai anlamda devlet gücünün hissini genişlettiği oranda sivil alana baskılama oluşacaktır. “İş birliğinden koalisyona” önerileri, hem devletin o aşkın gücünden endişe ile hem de sivil alandaki kazanımları koruma adına ortaya atılmış teorilerdir. Küresel ekonomik kriz, yönetim süreçlerini yeniden gözden geçirirken dünyada farklı dalgalanmalar da yaşanmaya, hareketlilikler de ortaya çıkmaya başlamıştır. Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkelerinin bir kısmında dip dalga diye adlandırılan Arap Baharı şeklindeki toplumsal hareketler, hızlı yönetim süreçlerine dönüşmüş ve bazı ülkelerde radikal değişimler ile sonuçlanmıştır. Türkiye’de ise bir çevre duyarlılığı ile başlayan ve sonrasında marjinal sol örgütlerin eylem ve gösterilerde şiddete yöneldiği Gezi Parkı eylemlerinin amacından saptırılması ile halk desteğini sağlayamayınca çıkış noktasında başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Konumuzla ilgili esas olan bu hareketlilikler, sosyal medya diye adlandırılan iletişimin yeni boyutlarının aktif kullanılması ile kitlelerin hiçbir siyasal veya sosyal örgütün yönlendirmesi olmadan kendi kararları ve düşünceleri ile toplanabildiklerinin bir göstergesi olmuştur. Bu toplumsal hareketlere karşı devletlerin müdahalesi, baskı gücü ve hak arama eksenli sivil örgütlerin konumu tartışılmış bu da zemin kaymaları yaşanmasına, rol kaybetme endişelerine neden olmuştur. Birçok ülkede korumacılık refleksli milliyetçilik duyguları perçinlenmiş, yükselen bir milliyetçilik dalgası oluşmuştur. Küreselleşme, katılımcılık, uluslararası hukuk gibi kavramlar artık çok az konuşulmaya, devletlerin daha çok içe kapandığı, kendi sınırları içinde yaşayan kitlelere dönük mesajlar taşıdığının görüldüğü buna karşın dışa karşı her türlü hukuk ihlalini meşru görerek agresif ve gizlenmeyen baskın pragmatist politikalar geliştirdiği gözlenmiştir. Son tahlilde dünyada dengelerin değiştiği ve bu dengelere karşın devletlerin içe dönük geliştirdiği politikaların yönetim süreçlerine de yansıyacağı muhakkaktır. Bu aşamada, sivil toplum kuruluşları da devlet refleksine paralel olarak ve belki de aynı endişe ve korkularla, sivil ve bağımsızlık endişelerini bir kenara bırakıp ülkelerinin bağımsızlığını önceleyeceklerdir. Devlet ile toplum arasındaki münasebetlerin boyutlarının şekillenmesinde sivil toplum -kuruluşları-, tartışmaların tekrar odağında yer alacaktır.
“Küreselleşme, katılımcılık, uluslararası hukuk gibi kavramlar artık çok az konuşulmaya, devletlerin daha çok içe kapandığı, kendi sınırları içinde yaşayan kitlelere dönük mesajlar taşıdığının görüldüğü buna karşın dışa karşı her türlü hukuk ihlalini meşru görerek agresif ve gizlenmeyen baskın pragmatist politikalar geliştirdiği gözlenmiştir.”
17-25 Aralık ve 15 Temmuz’a Giden Yol
17 ve 25 Aralık 2013 tarihlerinde yargı ve emniyet bürokratları tarafından gerçekleştirilen operasyonlar, bir süredir hükûmet ile Gülen örgütü (sonrasında FETÖ terör örgütü olarak kabul edilen) arasında devam eden “dershane” tartışmalarının yeni vesayet araçları ile gerçekleştirilmeye çalışılan bir sivil bürokratik darbe olarak görüldü. Bu hadiselerden kısa bir süre önce iktidar politikalarını destekleyen ve kendine yakın gören bazı sivil toplum kuruluşları, Türkiye’nin meselelerinin kendi mecrasında tartışılması, gayrimeşru zeminlere çekilmemesi, millet için başarıyla mücadele edenlere karşı haksızlık yapılmaması, yeni vesayetler tesis edilmemesi, şahsi ve zümrevi kaygı ve menfaatlerin milletin, ülkenin ve demokrasinin önüne geçmemesi konusunda gazetelerde bildiri yayımladılar. Bu bildirinin yukarıda bahsi geçen tartışma geriliminde Gülen yapılanmasına karşı bir mesaj olduğu gayet açık olarak görülüyordu.
Bu operasyonlar sonrasında önceleri sessiz ifade edilen paralel devlet yapılanması (PDY) daha açık ve gür şekilde dile getirilmeye ve bir mücadele sürecinin başlamasına doğru evrildi. 2014 yılındaki yerel seçimler ile cumhurbaşkanlığı seçimleri ve 2015 yılında iki defa gerçekleştirilen genel seçimlerin atmosferleri de siyasi iktidarın paralel yapılanmaya karşı baskılı vurgulara yer vermesini ve iktidar politikalarını benimseyen sivil toplum kuruluşlarının da bu zeminde konumlarını belirgin tutmalarını sağladı. Aynı dönem içerisinde İslami argümanlar içinde sıkça kullanılan “cemaat, hoca, hoca efendi” gibi kavramlar, halkın bilinçlerinde dezenformasyona uğradı. Siyaset ve sivil toplumun konumlarının devlet-sivil toplum münasebetlerinin boyutlarının, sınırlılıklarının ve çerçevesinin yeniden, kalıcı ve sağlıklı bir çözümle çizilmesi, biçimlendirilmesi açısından bir fırsat olarak da görülebilecek bu tartışma zemini, ekseni başka alanlara taşındıkça yeterince değerlendirilemedi.
“Aynı dönem içerisinde İslami argümanlar içinde sıkça kullanılan “cemaat, hoca, hoca efendi” gibi kavramlar, halkın bilinçlerinde dezenformasyona uğradı.”
Sonuç Yerine: 15 Temmuz Sonrası
1960, 1971, 1980 ve 1997 (postmodern) olmak üzere dört defa askerî darbe yaşayan Türkiye, 15 Temmuz 2016 tarihinde yeni bir darbe teşebbüsü ile karşılaştı. Cumhurbaşkanı başta olmak üzere meclis, siyasi parti temsilcileri ve sivil toplum kuruluşları örgütsel olarak halkın ise kendi iradeleri ile organize olarak millî iradeyi hedef alan bu kalkışmaya karşı duruşları, darbelere karşı geçmişte yaşanmış benzer sessizlik beklentilerini boşa çıkardı. FETÖ’nün askerî bürokrasi içindeki mensuplarınca kalkışılan bu darbe girişimi sonrası tüm kurumları (üniversiteler, okullar, yurtlar, dernekler) kapatıldı. Ayrıca askerî alanlar ve okullar ile ilgili yeni kararlar alınarak hızlıca uygulamaya geçildi. Genelkurmay Başkanlığı, Millî Savunma Bakanlığı’na bağlandı. Harp okulları, Millî Savunma Üniversitesi altında toplanarak sivilleştirildi. Özetle, devletin yeniden yapılandırıldığı bir dönem başlatıldı. Sivil ve askerî bürokrasi içindeki paralel yapılanma, yargı bürokrasisinin deformasyonu gibi alanlarda teknik anlamdaki yapılanma devam ederken ifade düzeyinde ulusal söylemlerin daha çok öne çıktığı, çevreyi merkeze taşıyan iktidar partisinin kurduğu yeni ittifaklar ile merkezin egemen dilini argümanlarına taşıdığı bir paradigma gelişti.
15 Temmuz gecesi gönüllülerini örgütleyerek meydanları dolduran sivil toplum kuruluşları ise sonrasında devam eden “demokrasi nöbetlerinde” de bulunarak demokrasinin güçlendirilmesi açısından etkin rol oynadılar. Fakat FETÖ’nün cemaat yapılanması, eğitim metodolojisi vb. argümanlar üzerinden varlığını İslami referanslar ile tanımlayan fakat hâlihazırda uzunca bir süredir değişim göstererek “cemaatsel” kazanımlardan daha çok formel konulara odaklanan sivil toplum kuruluşlarına karşı pozitivizm ve laiklik ideolojisi üzerinden bir yıpratma aşaması eş zamanlı olarak yaşandı. 17-25 Aralık sonrası “İslami” kavramlar üzerinden yukarıda bahsedilen bir dezenformasyon yaşayan halkın bir kesimi, 15 Temmuz girişiminin de referans kaynaklarını benzer gördüğü kurumlara (cemaat, tarikat, STK) karşı, diğer bir kesim ise iktidar yanlılığının devletin tanımladığı (kabullendiği) devlet dışı aktör olmanın bir gün yine benzer olaylara kalkışabileceğini düşünerek STK’lara karşı endişe ile yaklaştılar. Bu sıkışmışlık hâli içinde olan STK’lar, siyasal iktidarın merkez dilini kuşanmasını takip ederek benzer dili kullanmaya başladılar. Niceliksel olarak sivil toplum kuruluşlarının hızlı orantısal artıştaki düşüşünün göstergesi, bu tedirginliklerin sonucunun bir parçası olarak da yorumlanabilir.
“Bu sıkışmışlık hâli içinde olan STK’lar, siyasal iktidarın merkez dilini kuşanmasını takip ederek benzer dili kullanmaya başladılar.”
Küresel çapta yukarıda bahsi geçen konjonktürün etkisine paralel olarak 15 Temmuz sonrası Türkiye’sinde devletin yeniden yapılandırılması çabalarında devletin rolünün öncüllenmesi vetkisinin yaygınlaştırılması birçok alanda hissedilmiştir. Bununla birlikte Türkiye’nin bir sistem değişikliğine giderek Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi modeline geçmesi, demokrasi kanallarını daha yaygın ve ulaşılabilir konuma getirmiştir. Bugüne kadar toplumun taleplerini daha çok siyasal partiler üzerinden temsilî mekanizmalar ile gerçekleştirme çabaları, yeni hükûmet sisteminin cumhurbaşkanlığı ofisleri ve kurullarını doğrudan iletişim ve etkileşime açık pozisyona getirerek demokratik katılımcılık güçlendirilmiş ve ulaşılabilirlik bağlamında STK’lara da geniş alan açılmıştır. Ayrıca STK’ları merkez veya taşra teşkilatı gibi algılayan ve denetimini daire başkanlığı yapısı üzerinden kurgulayan sistemin yeni dönemde, yönetişim anlayışı içerisinde rehberlik ederek ortak aklı önemseyen sivil toplumla ilişkiler formatına dönüştürmesi de STK’ların katılımcılığını artırması açısından önemli bir gelişmedir.
Yukarıda sıralanan gerekçeler ve yaşananlar sonucunda gündemlerini siyasetin paralelinde tutan STK’ların 15 Temmuz sonrası halkın devam eden endişesini ortadan kaldırmak ve özellikle gençlik araştırmalarında da belirgin olarak göründüğü şekilde gençlerin STK-siyaset ilişkisinden kaynaklı gönüllü faaliyetler ile aralarına koydukları mesafeleri kaldırma çabalarına girişmeleri gerekmektedir. Bu amaçla STK’lar, öncelikle daha şeffaf bir iletişim stratejisi ortaya koyarak kurumlarının amaçlarını ve faaliyetlerini kamuoyu ile süreklilik içinde paylaşmalı, toplumsal duyarlılıkları önceleyen uzun vadeli projeler üreterek çalışma alanlarını yaygınlaştırmalı, gündelik siyasetin ötesinde sosyal dinamizmi etkili tutarak toplumsal ihtiyaçlara odaklı etkinliklerle gönüllü kazanımlarını arttırmalı ve kendi gündemlerinin politikalara dönüştürülmesinde öncülük etmelidirler. Ayrıca küresel düzlemdeki belirsizlik ve kayganlıklar ile Türkiye’nin 15 Temmuz sonrası yeniden yapılanan sistemi içerisinde Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları, kadim vakıf kültürü referansı ve tecrübesi ile modern dönem STK konumlanışlarının değişimi çerçevesinde yeni bir paradigma ortaya koyabilme fırsatını da değerlendirmelidirler.
Editör Notu: Bu yazı İLKE VAKFI’nın hazırladığı “Sivil Toplumun Son On Yılı” başlıklı Alan İzleme Raporu için hazırlanmıştır. İLKE Analiz’de iki bölüm halinde yayınlanacaktır. Yukarıdaki metin, bu yayının ikinci bölümüdür.