Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının gelişim ve değişim trendleri, ulusal ve küresel bazda gelişen kültürel, ekonomik ve siyasi nedenlerin etkisi ile farklılıklar göstermektedir. Özellikle Cumhuriyet döneminde üç döneme ayırabileceğimiz sivil toplum gelişimini; tek parti dönemi ile birinci, demokrasi denemelerinin görülmeye başlandığı çok partili hayata geçiş dönemi ile ikinci ve liberal politika uygulamaları ve küresel değişimler ile esas değişimlerin görüldüğü 1980 sonrası dönemi de üçüncü dönem olarak ayırabiliriz. Dolayısıyla bu dönem, üzerinde ayrıca durmayı gerektirmektedir.
1980 sonrası yaşanan olaylar, sivil toplum kuruluşlarının gelişimini doğrudan etkilemiştir: Uygulanan liberal ekonomik politikalar, “küreselleşme, tarihin sonu ve tek kutuplu dünya” argümanları, 28 Şubat Postmodern Darbesi, 17 Ağustos depremi, 2000 sonrası AK Parti ile demokrasi ve özgürlüklerin genişleme frekansları, 2008 Küresel Ekonomik Krizi, Arap Baharı, Gezi Olayları, 17-25 Aralık Operasyonları ve 15 Temmuz Darbe Teşebbüsü, sivil toplum kuruluşları adına süreçleri veya sonuçları itibari ile ulusal ve küresel etkileri olan hadiselerdir.
Yazının çerçevesi boyunca daha çok Türkiye bağlamında kalarak yer yer temas edebileceğimiz ve 15 Temmuz’a getiren aşamalara hızlıca göz atabileceğimiz bu tarihî dönemeçler; siyasi, ekonomik ve toplumsal gerekçelerine kısmen temas edilerek daha çok etkileri ile yazının odağında tutulacaktır. Ayrıca, yazı boyunca sivil toplum adına “gelişim” kurumsallık ve kapasite, “değişim” ise vizyon ve felsefe anlamında kullanılmıştır.
1980 Sonrası Türkiye’sinde Sivil Toplum Algısındaki Değişimin Dinamikleri
Türkiye’nin çok partili sistemle tanıştığı 1950 sonrasında demokratikleşme çabalarının kesintiye uğradığı dönemler olmuştur. 1960, 1971 ve 1980… Bu üç dönemin öncesinde ve sonrasında toplumsal hareketlenmelerde değişimler olduğunu gözlemleyebiliriz. Elbette ki hepsinin ortak özelliği, sivil iradenin yönetimine askerî yöntemlerle müdahale edilmesidir.
1980 darbesinden sonra hâlihazırda kapatılmış olan tüm partiler ve siyaset yapmaları yasaklanmış olan siyasetçiler bir kenarda iken askerî yönetim, şartların hazır olduğunu düşünerek yönetimi sivillere devretmeye karar verdi ve 1983 yılında seçimler yapıldı. Seçimlerde askerî yönetimin desteklediği adaya karşın dünyayı tanıyan, yenilikçi ve demokrat Turgut Özal, halktan aldığı oy ile tek başına iktidar oldu. Bu seçimin öneminin 1980 sonrası Türkiye’sinde yaşanacak değişimler ve özellikle sivilleşme adımları konusunda ilk hamleyi (bu seçimlerle) aslında halkın yaptığı tercihten kaynaklandığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Serbest piyasa ekonomisine geçiş hamleleri, yurt dışına eğitim için gitmiş bürokrat ve aydınların Türkiye’ye dönüşü ile sisteme dâhil olarak değişim söylemleri, liberal politikaların sadece ekonomi ile sınırlı kalmayıp sosyal ve siyasal politikalarda da kendini göstermesi, cumhurbaşkanlığı makamının sivilleştirilmesi ve halka yakınlaştırılması, toplum katmanlarında birey hak ve özgürlükleri vurgusu gibi nedenler, bireyin kendini toplumda ifade edebilme aracı olarak sivil toplumda kendine yer açmıştır.1950 sonrası siyasal örgütlenmelerdeki farklılıklar ile öncülüğünü işçi ve işveren temsilcilerinin yaptığı sivil toplum örgütleri, her ne kadar siyasal parti ve iktidarlarının (ve kısmen dolaylı olarak ideolojilerinin) gölgesinde kalmış olsa da sivil toplumun tekrar canlanması ve gelişmesi konusunda sivil anlayışı/örgütlenmeyi bir sonraki döneme aktaran umut verici gelişmeler olmuştur. Ayrıca bu dönemin karakteristik özelliği, devlet ve karşıt refleks oluşturma biçiminde toplumun bütününü kapsama alacak konularda örgütlenen sivil toplum yapıları olmuştur.
1980 sonrası dönemde ise yukarıdaki siyasal ve ekonomik yaklaşımların tesiri ile sivil toplum örgütlenmelerinin yapılanmalarında da değişimler yaşanmaya başlanmıştır. Genel olarak bireysel hak ve özgürlükler vurgusu üzerinden temel insan hakları, etnik ve dinî haklar, kadın hakları, dezavantajlı gruplar ile sağlık, çevre gibi özel konuları ele alan ve toplumun farklı kesimlerini 1980 öncesinin aksine aynı amaç altında birleştirebilen sosyal ve sivil platform alanları oluşturuldu. Yine aynı dönemde, İslami kaygılar ile faaliyet alanlarını kuşatan sivil toplum kuruluşları da “cemaatsel” söylemleri daha formel boyutlara taşımaya başlayan değişim dinamiklerini gösterdiler. Siyasal alanın açılımı ile farklılaşan sivil toplum yapılanmaları, sivil toplum algısındaki değişimleri belirgin olarak göstermiştir.
28 Şubat Postmodern Darbesi ve 17 Ağustos’ta Geri Dönen STK’lar
1989 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla iki kutuplu dünyanın tek kutba düşmesi, kalan egemen gücün sosyal ve siyasal politikalarını yaygınlaştırma çabası, sivil toplumu sadece Türkiye’de değil dünyada da daha fazla konuşulur duruma getirdi. Bu yıllar, devletlerin egemenliklerinin (sınırlarının ve devlete biçilen rollerin) tartışıldığı bir dönem oldu. Hemen hemen her konuda olduğu gibi dünyadaki gelişmeler eş zamanlı veya biraz geriden bir takiple Türkiye’ye de yansıdı.
Türkiye’de de 90’lı yıllarda sivil toplumun algısında ve sivil toplumun yapısında önemli değişimler oldu. Sivil toplum adına bu olumlu gelişmeler yaşanırken devletin iktisatçı tavrı, liberal serbest piyasa uygulamaları karşısında anayasada kendine biçilen rolün gerisinde kalmasına ve siyasal sebepler bir yana ekonomik bazı gerekçelerle de kendini gösterme refleksi belirmiştir. Bu anlamda postmodern darbe olarak nitelendirilen 28 Şubat müdahalesini, devletin kendini tekrar gösterme çabası olarak okumak ve en büyük etkisini STK’lar üzerinde gösterdiğini düşünmek mümkündür.
“Bu dönemde bir paradoks olarak bazı sivil toplum örgütlerinin sivil alanı boşaltıp devletin siyasal ve sosyal alana müdahalesine alkış tutması, sivil toplumun gelişimi -dolayısıyla özgürlük, bireysel haklar, çoğulcu yönetimi vb. gibi demokratik haklar- konusunda gelişimini önemli ölçüde sekteye uğratmıştır.”
Bu dönemde bir paradoks olarak bazı sivil toplum örgütlerinin sivil alanı boşaltıp devletin siyasal ve sosyal alana müdahalesine alkış tutması, sivil toplumun gelişimi -dolayısıyla özgürlük, bireysel haklar, çoğulcu yönetimi vb. gibi demokratik haklar- konusunda gelişimini önemli ölçüde sekteye uğratmıştır. Bu uygulamalar, 1980 öncesinde çokça görüldüğü gibi devletçi refleksle hareket eden ve topluma karşı devletin safında yer tutan sivil oluşumları tekrar zihinlerimize çağrıştırdı. 28 Şubat darbesi, hayatın hemen hemen her alanına müdahale etmiştir. Özellikle İslami cemaat ve grupların dernek ve vakıfları kapatılıp pasivize edilerek sivilin sesi kesilmiş, devlet ile özellikle muhafazakâr STK’lar arasındaki güven ilişkisi zedelenmiştir. Buna rağmen 17 Ağustos depreminde sivil toplum örgütlerinin olay mahalline hızlı ulaşım sergilemeleri hem acil kurtarmada hem de her türlü insani yardımlarda etkin rolleri buna karşın devletin ise henüz uyanamamış olması, devletin hantal yapısı ile ilgili tartışmaları tekrar gündeme oturtmuş ve sivil toplum örgütleri toplum nazarında meşruiyetlerini tekrar elde etmişlerdir.
2000’li Yıllar… STK’lar Aktör Oluyor
2000’li yıllar, sivil toplum kuruluşlarının hem gelişim hem de değişim açısından en parlak dönemlerini yaşamaya başladığı yıllar olmuştur. 28 Şubat’ın oluşturduğu siyasi istikrarsızlıkların, hak ve özgürlüklerin kullanımının engellenmesinde hukuk adına yaşanan keyfî tasarrufların getirdiği gerilimli ortamda 2001 ekonomik krizi; siyasi, ekonomik ve toplumsal alanda derin travmalar yaşatmıştır. 28 Şubat’ın yarattığı siyasi mağduriyetler ve krizlerin faturasının mevcut iktidar partisi ve ortaklarına kesilmesi, halkın AK Parti’yi tek başına iktidara taşımasına sebep olmuştur. AK Parti’nin toplumsal uzlaşmayı önemseyerek toplumun tüm kesimlerinin beklentilerini anlayarak ve çağın gelişimine uygun zamanı iyi okuyarak demokratikleşme yönünde etkili adımlar atması, sivilleşme yolunda önemli etkiler doğurmuştur. Bu dönemde gerçekleştirilen üç önemli parametre, hem sivil toplumun gelişimini hem de STK’ların yönetimde daha aktif olarak kurumsal yapılarını güçlendirerek toplumsal konulara duyarlılıklarını artırmıştır.
“28 Şubat’ın yarattığı siyasi mağduriyetler ve krizlerin faturasının mevcut iktidar partisi ve ortaklarına kesilmesi, halkın AK Parti’yi tek başına iktidara taşımasına sebep olmuştur. AK Parti’nin toplumsal uzlaşmayı önemseyerek toplumun tüm kesimlerinin beklentilerini anlayarak ve çağın gelişimine uygun zamanı iyi okuyarak demokratikleşme yönünde etkili adımlar atması, sivilleşme yolunda önemli etkiler doğurmuştur.”
Öncelikle yönetimde “yönetişim” yaklaşımının kamu kurumlarında bir anlayış olarak uygulamaya konulması, birinci etken olarak görülebilir. Kamu yönetiminde veya daha geniş anlamı ile kamusal hizmetlerin yerine getirilmesinde devletin özel sektör ve üçüncü sektör olarak görülen STK’ları ortak görerek iş birliğine dayalı yönetimi savunan teorinin AK Parti döneminin kamu yönetimi reformunun önemli icraatlarından görülerek uygulama çabaları, STK’ları bu yeni rollerine daha hızlı entegre etmiştir.
İkincisi, Avrupa Birliği ile ilişkilerde çok hızlı bir giriş yapılarak uyum yasaları çerçevesinde askıda kalmış birçok yasa yürürlüğe konulmuş, bireysel hak ve özgürlükler alanı genişletilmiştir. Bu müktesebat da kalkınma ajansları uygulaması yönetişim modelini ve mali fon katkıları ile STK’ların kurumsal yapılarını birkaç açıdan destekleyen sivil gelişim faktörleri olmuştur.
Üçüncü önemli parametre ise dernekler kanunu ve vakıflar yönetmeliğindeki yapısal değişiklikler ile sivil örgüt oluşumlarının kolaylaştırılması, denetimlerin daha şeffaf hâle getirilmesi, hükûmet komiseri gibi uygulamalara son verilmesi ve sivil toplum yönetiminin sivillere bırakılarak sivilleşme sürecinde önemli gelişmeler yaşanmış olmasıdır.
Sivil toplum adına önemli görülen bu adımların atılması ile sivil toplum kuruluşlarının niceliksel olarak kuruluş sayılarında ve insan kaynaklarında orantısal bir artış görülmektedir. Aynı dönemde mali fon kaynaklarının çeşitliliği ve özellikle yurt dışı fonlar konusunda tedirginlik anlayışından iş birliklerine açık hâline gelen STK’ların vizyonlarındaki değişim, kurumsal yapılanmadaki birçok etkeni de tetiklemiştir. Proje bazlı ortaklıklar ile kaynak yönetimi başta olmak üzere kitle genişlemeleri, istihdam kaynaklarındaki değişiklikler, uzmanlaşma ve profesyonelleşme çabaları özellikle nitelik olarak devlet-STK ilişkisindeki dil ve uyumsuzluğun giderilmesine katkısı olmuştur. Devletin-karşısında değil- yanında duran ve uyumu öne çıkaran kamusal dilin kullanıma dönüşmesi ve aynı zamanda kamu politikalarında gündem belirlemeye yönelik araştırma ve çalışmaların sunulma imkân ve fırsatlarının artırılmasının öz güven kazanımı, sivil toplum kuruluşlarının kurumsal yapılanmalarının şekillenmesinde bu dönemin katkıları olarak gözükmektedir.
Editör Notu: Bu yazı İLKE VAKFI’nın hazırladığı “Sivil Toplumun Son On Yılı” başlıklı Alan İzleme Raporu için hazırlanmıştır. İLKE Analiz’de iki bölüm halinde yayınlanacaktır. Yukarıdaki metin, bu yayının birinci bölümüdür. 2008 Ekonomik Krizi, Arap Baharı, Gezi Olayları, 17-25 Aralık Operasyonları ve 15 Temmuz Darbe Girişimi ile ilgili bölümler ve sonuç, yazının ikinci bölümünde yer alacaktır.