Salgın Zamanında Sivil Toplum -I- İLKE Analiz

Salgın Zamanında Sivil Toplum -I-

Ömer Torlak

Salgın döneminde sivil toplumun kendi içindeki dayanışma ve paylaşma örneklerine ilişkin sanırım herkesin hafızasında yer edinen ve gelecekte de hatırlayacağımız örnekleri yaşadık. Salgının devam etme potansiyeline bağlı olarak tanıklık yaptığımız örneklerin artarak gelişme ve genişleme ihtimali de var gözüküyor. Böylesi bir gelişmenin özellikle gönüllülük ve gönüllü çalışmaları bakımından aralarında önemli farklılıklar olduğu değerlendirilen önceki kuşaklarla yeni kuşakların yaklaşımlarını karşılıklı olarak daha yoğun bir biçimde görebilmiş olmaları bakımından da değerli olduğunu ifade etmek gerekir. Her şeye rağmen kültürel kodlarında paylaşmaya ve dayanışmaya ilişkin güçlü olduğu düşünülen değerler sayesinde salgının başlangıcından bugüne önemli tecrübelerin paylaşıldığını söylemek mümkün gözükmektedir. Sivil toplumda âdeta doğal olarak yansımasını bulan bu tür gelişmelerin STK’lar bakımından örgüt kapasitesi, tecrübe biriktirme, şeffaflık ve odaklanma gibi hususlar bakımından ortaya çıkaracağı değerlendirmelerin de önemli katkılar sağlayacağı ifade edilebilir. Salgın Dönemi ve STK’ların değişen ajandası hayatın olağan akışından ne kadar söz edilebilir konusu da aslında kendi içinde tartışmaya açık olsa da gündelik hayatın doğallığı içinde insan ve kurumlar, aykırı ve sıra dışı gelişmeleri genellikle ya akıllarına getirmeksizin ya da gerçekten bunları hiç düşünmeden faaliyetlerini sürdürüyorlar.

Biriktirilen hayat tecrübesi, insan ve kurumları kriz olarak da adlandırabilecek bu ayrıksı dönemler için az ya da çok hazırlık yapmaktan da alıkoymaz tam tersine onları belli bir hazırlık yapmaya zorlar. Böylesi dönemlerin ortaya çıkış, gelişme ve etkileri de sıra dışı ve ayrıksı olup ne kadar süreceği de önceden kestirilmesi hemen hemen mümkün olmaz. İçinden geçtiğimiz salgın süreci de oldukça ayrıksı bir döneme işaret etmektedir. Muhtemelen sürecin tamamlanmasından belli bir süre sonra sebeplerini ve sonuçlarını çok daha isabetli bir biçimde değerlendirme imkânı elde edebileceğiz. Üzerinden geçen yaklaşık bir yıllık gelişmeler dikkate alındığında -şimdilik en azından- önceki salgın dönemlerinden çok farklı bir şekilde küresel ölçekte etkilerin yaşandığı kriz süreci olarak adlandırabileceğimiz bir dönemden geçtiğimizi söylemek yanlış olmayacaktır. Kişi, şirket ya da kurumlar olarak hemen her ihtiyaç duyduğumuz ürüne ait markaların küresel ölçekteki üretim, lojistik ve satış ağlarının ne denli sıkıntıya düştüğünü hep birlikte görmenin yanında eve kapanmanın beraberinde getirdiği gündelik çalışıp kazananların iş ve gelir kaybı yanında uzaktan çalışmaya adaptasyon problemleri, evde kalmanın beraberinde getirdiği stres ve genel bir kaygı sonucunda taleplerde ortaya çıkan değişimlerle kendisine çok güvenilen küresel piyasa mekanizmalarının aksamasına tanıklık ettik. Salgın öncesi hiç de akla gelmeyen işsiz kalan insanlar yanında riske rağmen gelir elde etmeye çalışan çok sayıda bireyin durumu ve kaygı sonucunda güven kaybı ile inanç ve değerler bakımından yaşanan zihinsel kırılmaları da gözlemledik. İşte bütün bu salgın öncesi akla gelmesi mümkün olmayan gelişmeler, sivil toplum kuruluşlarının da muhtemelen tamamına yakınının kurumsal olarak ajandalarındaki önem ve öncelik sıralamalarının değiştirilmesi ihtiyacını ortaya çıkardı. Bir yandan bağış ve destek kaynaklarında muhtemel kayıpları yönetme gibi yeni bir durumla baş etme ile uğraşan STK’lar diğer yandan ise gönüllü çalışanlarının sağlığını koruma yanında onların yeni yeteneklerle donatılmasına katkı sağlama ve kendi ilgi alanlarına göre destek bekleyenlerin artan yardım taleplerini karşılayabilme gibi salgın öncesi hesapta olmayan yeni konu başlıklarını ajandalarına not etmek durumunda kaldılar. Bu bağlamda salgın döneminde STK’ların etkilenmelerini aşağıdaki gibi üç başlık altında kısaca irdelemek faydalı olacaktır.

Bağış ve Gelirlerde Azalma Riski

Salgının küresel ölçekte ciddi boyutlara erişiminin çok kısa sürede farkına varılması, serbest dolaşıma alışkın insan, şirket, kurum ve devletlerin âdeta kapıları kapatıp eve kapanmaları ister istemez her düzeydeki kaygıyı artırmıştır. Azalan gelirler, iş kayıpları, ekonomik daralmalar, STK’lar için asıl gelir kaynağı olan insanın bağış yapma gücüne ve eğilimine doğrudan etkide bulunmuştur. İş ve gelir kaybı yaşayan insanın haklı olarak temel kaygısı, kendi hayatının idamesi noktasına gelmiştir. Bu noktada salgın döneminin gerektirdiği düşünülen acil ürünleri kapışma anlamında market raflarına hücum etme ve etrafındaki yardıma muhtaç insanlara gözünü kapama gibi hususlar bakımından toplumumuzun ekonomik refah düzeyi çok daha gelişmiş pek çok topluma göre oldukça iyi bir sınav verdiğini teslim etmemiz gerekir. Gerek market raflarını talan edercesine bir tüketici davranışının çok aşırı bir düzeyde gerçekleşmemiş olması gerekse en yakınından başlayarak maddi manevi yardım eylemlerinin çoğunlukla reklama gerek duyulmaksızın sergilenmiş olması, takdire şayan davranış ve eylemler olarak tarihe geçmiştir. Birey düzeyindeki bu tutum ve davranışların ülkemizdeki STK’lar tarafından da azalan gelir ve bağışları dikkate alarak daha tutumlu davranma ve var olan birikimi daha etkili kullanma yeteneklerine katkı bakımından örnek alınmış ve doğru değerlendirilmiş olacağı düşünülmektedir.

Gönüllülerin Sağlıklarının Korunması ve Yeteneklerinin Geliştirilmesi

Daha etkin ve verimli çalışma ihtiyacının ortaya çıkmış olması, STK’ların gönüllülerinin bir taraftan sağlıklarını koruma ve onların kaygılarını yönetme konu başlığını önemli hâle getirirken diğer taraftan da salgın dönemi ve sonrasına ilişkin gönüllü yetenek ve becerilerinin nasıl geliştirilebileceği konusunda ev ödevlerine hazırlık yapmayı gerektirmiştir. STK’ların hemen tüm işlerinde gönüllü katılımının önem ve değeri dikkate alındığında küresel ölçekte yaşanan salgında öncelikle gönüllülerinin sağlığının korunması, yükselen kaygı düzeylerine ilişkin olarak destekleyici programlar uygulanmasının önemi daha kolay anlaşılabilir. Bunun başarılabilmesi ölçüsünde gönüllülerin çabaları ile hedef kitlelerinde olan ve salgın sebebiyle daha da genişleyebilen çerçevedeki yardıma muhtaç insanlara destek ve yardımların etkinliğinin artırılması mümkün olabilir. Bunun ne derece başarılı bir şekilde uygulanıp uygulanamadığı konusunu değerlendirmek için elimizde ciddi bir verinin henüz olmadığını biliyoruz. Salgın sürecinden sonra bu konuya ilişkin çok daha sağlıklı verilerle bir analiz ve değerlendirme yapmanın kaçınılmaz olduğunu belirtmenin şimdilik yeterli olduğunu söylemek mümkündür. Gönüllülerin salgın süreci ve sonrasındaki STK değişimi, yeteneklerinde bir gelişim olup olmadığı ve öncelikle kendileri başta olmak üzere kaygı ve stres yönetimindeki etkinlikleri, yeni fikirler ve yeni uygulama örneklerinin gelişip gelişmediği gibi hususlar bakımından yapılacak analiz ve değerlendirmelerin bu konuya ilişkin anlamlı sonuçlar elde edilebileceği ve ilerleyen dönemlerde STK’lara önemli açılımlar kazandırabileceği açıktır.

Salgın Döneminde Artan Yardım ve Destek Taleplerinin Karşılanması

Bir yandan azalan destek ve bağışlar sonucunda gelirleri yönetme diğer taraftan ise artan ve çeşitlenen yeni destek ve yardım talepleri karşısında gelir-gider dengelemesi, STK’lar için de salgın döneminde en az şirketler kadar önemli hâle gelmiştir. Gündelik çalışan ve günlük kazancı olmadığında hayatını idame ettirme noktasında yardıma muhtaç hâle gelen çok sayıdaki çalışan yanında girişimcilerin de bir kısmının iş yerini açamaz hâle gelmesi dolayısıyla çalışanının ücretini ödeyemez, kirasını veremez, borcunu karşılayamaz hâle gelmesi gibi hususların salgın sürecinde anlık ve beklenmedik bir durum olarak toplumun karşısına çıkmış olması, STK’ların gelir gider dengelemesi yapmasını daha da zorlaştıran bir durum olarak karşılandı.

Bu gerçek karşısında paniğe kapılmaksızın hareket edebilmek, kıtlaşan bağış ve gelirlerin doğru yer ve zamanda kullanılabilmesi bakımından oldukça önemli bir konu başlığı hâline gelmiştir. Bu durumda en azından ilgi alanı ve coğrafi bölge olarak birbirine yakın sayılabilecek STK’ların koordinasyonu, birbirleri ile iletişimi kıtlaşan ve daha da kıt hâle gelebilecek kaynakların etkin kullanılabilmesi bakımından önemli bir hâle gelmiş bulunmaktadır. Bu durum sadece yardım ve destek için kullanılabilecek bütçeler bakımından değil aynı zamanda gönüllülerin paylaşımı ve dayanışması bakımından da oldukça önem arz etmektedir.

***
Editör Notu: Bu yazı İLKE VAKFI’nın hazırladığı “Sivil Toplumun Son On Yılı” başlıklı Alan İzleme Raporu için hazırlanmıştır. İLKE Analiz’de iki bölüm halinde yayınlanacaktır. Yukarıdaki metin, bu yayının birinci bölümüdür.

0 yorum

Diğer Yazılar