Eski Köprüler, Yükselen Sular: Hukuk Eğitimi ve Hukuk Mesleklerinin Durumu - İLKE Analiz

Eski Köprüler, Yükselen Sular: Hukuk Eğitimi ve Hukuk Mesleklerinin Durumu

Elyesa Koytak

Türkiye’de hukuk eğitimi giderek çeşitleniyor. Çeşitlenmenin bir ekseni devlet-vakıf üniversite ayrımıyken, diğer ekseni “köklü” de denilen eski üniversiteler (ki bunların tamamı devlet üniversitesi) ile 2000 sonrasında, bilhassa 2008 sonrasında kurulan üniversiteler arasında oluşuyor. Ayrıca coğrafi bir eksen olarak, İstanbul, Ankara, İzmir gibi metropollerde yoğunlaşan hukuk fakültelerine karşı Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da çok daha az sayıda hukuk fakültesinin varlığından bahsetmek gerekiyor. Üniversite türü, fakültenin kuruluş tarihi ve coğrafi konumu şeklindeki bu üç eksen hukuk eğitiminin içeriği, çıktıları, öğrenci hacmi ve kalitesiyle ilgili bir dizi başka boyutlarla da çapraz şekilde iç içe geçiyor.

Şüphesiz bu çeşitlenme kadar önemli olan bir husus da, hukuk eğitimiyle hukuk meslekleri piyasası arasındaki sancılı ilişki. Hukuk diplomasının ne ölçüde istihdam ve kariyer vadettiği artık ciddi bir mesele. 2023 sonu itibariyle mevcut 75.849 hukuk öğrencisi, aktif olarak barolara kayıtlı 185.749 avukatın %41’ine tekabül ediyor. Son on yılda avukat sayısı iki katına çıktı. Hukuk mezunlarının çok büyük oranda avukatlık mesleğiyle iş hayatına girdiğini düşündüğümüzde, avukat sayısında son on yıldaki dramatik artışın bir süre daha devam edeceği çok açık. Hukuk fakültelerinin her yıl 16 bin civarında mezun verdiği güncel bağlamda, hukuk meslekleri piyasasının avukatlık şeridine sıkışmış bir yoğunluğa sahne olması, mesleğin itibar ve kazancına elbette etki ediyor. Avukatlık artık görece az sayıda kişinin girdiği, görece yüksek kazandığı bir meslek olmaktan çıkıyor, en azından yeni gelenlerin kariyer ve kazanç örüntülerine baktığımızda bu böyle. Temmuz 2024 itibariyle Kariyer.net’teki avukat ilanları en düşük 38.100 TL ile en yüksek 137.500 TL arasında, ortalama maaşı 47.600 TL olan bir meslek koluna işaret ediyor. İstanbul Barosu’nun 2024 en az ücret çizelgesinde ise “avukatın yanında çalışan avukatlar” için aylık 35.000 TL ücret öngörülüyor. 

Hem hukuk meslekleri mensupları arasında hem de dışında yaygın kanaat, mezun sayısının artmasıyla meslek piyasasında rekabetin de arttığı, ücretlerin düştüğü ve mesleğin değersizleştiği yönünde. Bu kanaat, meslek içinde ve dışında görülen, gözlemlenen ve duyulan tecrübelere dayandığı için haklı bir kanaat hissini veriyor. Ancak genç avukatların iş bulamaması, buldukları işlerde düşük ücretlere ve güvencesizliğe mahkum olması, mesleği yeterince öğrenme ve yetkinleşme fırsatlarının onlara tanınmaması gibi temel şikayet bahisleri, mezun sayısından ziyade meslek piyasasındaki yerleşik ilişkilere, çıkarlara, hiyerarşilere ve alışkanlıklara işaret ediyor. Hukuk mezunlarının, hukuk mesleklerinin öteden beri vadettiği kazanç, itibar ve kariyer gibi toplumsal nimetlere eskisi kadar hızlı erişememesinin nedeni mezun sayısının artması değil; mezunları kapsayacak, onları nitelik ve becerilerine göre tasnif edecek, yetkinleşme imkanlarını tanıyacak meritokratik mekanizmaların meslek piyasasında olmaması. Genç avukatların meslekte aradıklarını bulamamasını genç avukatların sayısıyla açıklamak yerine, mesleğin ve mesleğe hazırlayan fakültedeki eğitimin onların gelişine hazırlıksız olmasıyla açıklamak gerekiyor. Ayrıca hukuk meslekleri piyasasında yüksek kazançlı işlerin dar çevrelerin dışına çıkmaması da bu durumun bir parçası. 

Dolayısıyla Türkiye’de hukuk meslekleri meselesinin bir tarafı hukuk eğitimine, diğer tarafı meslek piyasasına bakıyor. Fakülte ve mezun sayısının artmasıyla esasen mesleğin dönüşmediğini ve fakat mesleğin dönüşümünün tetiklendiğini, eğitim ve piyasanın bu büyüme dalgasına hazırlıksız yakalandığını düşünüyorum. Genç avukatlar ücret, çalışma ortamı, kariyer, beceri gelişimi ve adalet duygusu gibi temel konularda mustarip ve şikayetçiyse bunun nedeni onların sayıca artması değil, eğitim ve piyasa aktörlerinin sayıca artışa meritokratik ve düzenleyici mekanizmalara sahip olmadan hazırlıksız yakalanması, dahası halen daha bu mekanizmaları kurmakta atıl davranmasıdır. Hukuki işlerin dağılımında siyasi ve ekonomik zümrelerin tekelleşen varlığı da bu ataletle birbirini besler. Bu çerçevede beş alt başlıkta meseleyi açmak gerekiyor: Hukuk eğitiminin tek yönlü yapısı, uzmanlaşmanın olmaması, stajların verimsizliği, genç avukatların geçim sorunları ve büro sahipliği bakımından artan eşitsizlikler. 

Fakülte. Öncelikle, hukuk eğitiminin içeriğinin halen kalabalık öğrenci kitlelerine kitabi ve tek yönlü bir aktarım olmaktan çıkamadığını görüyoruz. Büyük amfilerde verilen derslere devam zorunluluğu uygulanmamasının gerekçesi olarak öne sürülen kontenjan sayısının büyüklüğü, hukuk akademisyenlerinin dersleri kitabi ve tek yönlü sürdürmesini de meşrulaştırıyor. Elbette her fakültede veya her derste bu durum geçerli değil ancak hukuk müfredatının temelini oluşturan zorunlu dersler için hemen her yerde bu böyle. Oysa hem hukuk mesleklerinin gerektirdiği özellikler, hem de meslek piyasasının giderek çeşitlenen rekabetçi yapısı, kitabi bilginin aktarılmasından çok daha fazlasını; entelektüel ve mesleki becerileri yüksek hukukçular talep ediyor. Dilekçe yazmak, sözlü müzakere, sunum yapmak, etkileşim becerileri bu becerilerden akla ilk gelenler. Bir diğer ifadeyle, hangi hukuk mesleğini yaparsa yapsın bir hukuk mezununu iş hayatına atıldığı andan itibaren yoğun bir yazma, konuşma ve etkileşim kurma gereği bekliyor. Ancak fakültedeki eğitimin kitlesel, kitabi ve tek yönlü yapısı bu becerileri ikinci plana atıyor; hukuk diploması almayı hukukçu olmanın sosyal statüsü ve kazancından başka hedefi olmayan bir aşamaya indirgiyor.

Uzmanlık. İkinci olarak, hukuk meslekleri yetkinleşme ve uzmanlaşma gerektiren işler olarak halen daha tanımlanmış değil. Örneğin hekimlikte tıp fakültesinden sonra uzmanlık eğitimi hem hekim işgücünü branşlara ayırıyor hem de beceri gelişiminin bilfiil, görerek, iş üstünde ve yerinde gerçekleşmesini sağlıyor. Hukuk mesleklerinde uzmanlaşmanın tanımlanmamış ve kurumsallaşmamış olması, yeni mezunların hangi alanlarda, hangi işlerde yetkinleşerek gelişeceğini tesadüfe, sosyal ilişkilere, işe başlanan büronun ve işverenin özelliklerine ve yatkınlıklarına bırakıyor. Barolarda verilen eğitimlerin de fakültedeki eğitimin kitabi ve tek yönlü yapısından farklılaşmadığı bir bağlamda yeni mezunlar kendi aralarında meritokratik şekilde farklılaşmıyor. Bu durum, aynı zamanda hukuk hizmetlerinin kalitesini ve odağını da olumsuz anlamda etkiliyor. 

Staj. Üçüncü noktayı esasen ilk iki noktanın kesiştiği yeri oluşturan staj süreci oluşturuyor. Fakülteden hemen sonra yapılan avukatlık stajı bugün değersizleşmiş bir süreç olarak yaşanıyor. Staj boyunca maaş alamamak, fazla mesai yapmak, vasıfsız işlere koşulmak, en önemlisi de beceri ve yetkinlik kazanamamak genç avukatların sıklıkla dile getirdiği şikayetler. Bu şikayetlerin işaret ettiği boşluk ise, fakülte, baro ve hükümet üçgeninde temel aktörlerin avukatlık stajının yetkinleştirici ve ödüllendirici olma ihtimalini meslek piyasasına bırakmış olması. Fakülte, mesleğin gerektirdiği becerilerin stajda öğrenileceği varsayımıyla kendi tedrisî alışkanlıklarını sürdürüyor, barolar yanında staj yapılan kıdemli avukatların stajyer avukatlarla ilişkilerini ve ne kazandırdığını denetlemiyor, hükümetse avukatlık stajının ücretini ve çalışma ilişkilerini belirlemiyor. Stajın yarısının geçtiği adliye stajı ise çoğunlukla formalite olarak görülüyor. Bu süreç genç avukatların mesleğe hem değersizleştirilmiş şekilde girmesine hem de yargı alanının formalitelerle geçiştirilen bir alan olduğu varsayımını içselleştirmesine yol açıyor. 

Adalete erişim. Dördüncü nokta ise, CMK ve Adli Yardım mekanizmalarının çoğunlukla genç avukatlar için mecbur kalınmış bir geçim kaynağı olarak görülmesi ve ödemelerin yetersiz düzeyde olması. Türkiye’nin son 20 yılda hukuk alanında gerçekleştirdiği önemli reformlardan olan bu iki mekanizma esasen toplumun hukuk hizmetlerine ve adalete erişimini sağlamak gibi vazgeçilmez önemde bir hedefe matuf. Ancak bu kıymetli hizmeti üstlenen avukatlar Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin altında belirlenmiş bedellere mecbur kalıyor. Enflasyon nedeniyle toplumun avukatlık hizmetine erişiminin zorlaştığı güncel bağlamda bu iki mekanizmada hem biriken bir yoğunluk hem de yetersiz bir maddi karşılık söz konusu. Bu da doğrudan doğruya yargı ve adaletle ilgili politikaların konusu olması gereken bir mesele. 

Büro sahipliği ve işçileşme. Beşinci ve önemli bir nokta ise meslek piyasasında tabakalaşmanın doğru şekilde bilinmesi ve oluşturduğu eşitsizliklerin azaltılması. Eskiden mesleğe yeni gelen bir avukat, bir süre bağlı çalıştıktan sonra kendi bürosunu açıp kıdemli meslektaşları gibi ilerlemeye ve kazanmaya başlardı. Şimdi artık bu yol giderek zorlaşıyor. Bağlı çalışmaya başlayan yeni avukatlar uzun yıllar sonra halen bağlı çalışmaya devam etmek zorunda kalıyor ve kronik şekilde ücretlileşiyor. Bu da esasen meslek kanununda geçen “serbest meslek” tanımından uzaklaşma demek. Bağlı çalışmaksa kendi içinde tabakalaşıyor: Yabancı şirketlere hizmet sunan büyük bürolarda İngilizce ve ofis ağırlıklı çalışmakla ceza dosyaları üstlenen butik bir büroda bağlı çalışmak aynı değil. İlki prestij ve itibar açısından ilk bakışta daha avantajlı görünse de çalışma ilişkileri ve kazanç bakımından zamanla daha stabil ve dar bir yola dönüşebiliyor. Her durumda büro sahibi olan, meslek piyasasında ve dışında tanınan işveren avukatla bağlı çalışan avukatlar arasında meslekle, kazançla, kariyerle ve tatminle kurdukları ilişki farklılaşıyor. Artık ne kazanç ne kariyer anlamında tek tip bir avukatlık var. Reklam yasağıyla ilgili tartışmalar da bu gerilimin üstünü örtüyor (Koytak, 2024).

Barolar. Mevcut durumda baroya kayıtlı olmak her avukat için zorunludur ama bu zorunluluğun bir şekilde kalktığı takdirde birçok avukatın, tıpkı hekimlerle tabip odaları ilişkisinde olduğu gibi, baroya kayıtlı olmayacağını öngörmek zor değildir. Avukatlar nezdinde barolar mesleki becerileri besleyecek ortam ve işbirliklerini yeterince sağlamamaktadır, işveren-çalışan ilişkilerini denetlemekte son derece yetersizdir, siyasallaşmıştır ve avukatların haklarını aramaktan ziyade kendi içinde gruplaşma ve mikro-iktidar dinamiklerine teslim olmuştur. Elbette bu tür kanaatler gerçeğin hepsi değildir ama baskın ve yaygın olan kanaatlerin bu olması manidardır. Baroların her şeyden önce avukatların çalışma şartları, kariyer örüntüleri, avantaj ve dezavantajlarını derleyen ve tarayan veri setlerine sahip olması şart görünmektedir. Kendi mensuplarının sayısından başka nitelikli bilgiye sahip olmayan meslek örgütlerinin çözümün bir parçası olması zordur. Baroların nitelikli ve katmanlı bir şekilde avukatların durumunu bilen ve takip eden bir yapı olması durumunda, yukarıda sayılan noktalarda da aktif ve müdahil olmaları mümkün olacaktır.  

Elbette bu altı noktadan daha fazlası da tespit edilebilir ve hukuk eğitimi ve meslekleri bahsinde analiz derinleştirilebilir. Ancak bu beş noktanın ortak şekilde işaret ettiği husus, hukuk eğitimi ile meslek piyasası arasındaki eski köprünün artık işlevsiz olduğudur. Bu işlevsizleşmenin nedeni grafiklerde de görüldüğü üzere hukuk mezunu sayısının hızlı artması değildir; hızlı artış sadece köprünün dar olduğunu açığa çıkarmıştır. Oysa köprü zaten dardır. Sayının az olduğu eski dönemlerde köprü işlevli gibi görünse de hukuk alanının genişlemesine ve demokratikleşmesine hazırlıklı bir köprü olmadığı artık açığa çıkmıştır.

Bugün gelinen noktada, 88 hukuk fakültesi toplumun hemen her tabakasından, her sosyal kökenden öğrencileri çekmektedir. Bu da hukuk mesleklerinin hiç olmadığı kadar yoğun şekilde sosyal hareketlilik arzu ve planlarına sahne olması demektir. Köprünün yeterli göründüğü çünkü sayının az olduğu (mesela 1980 yılında sadece iki hukuk fakültesi mezun vermektedir) eski dönemlerde ailesi çiftçilik, işçilik veya esnaflık yapan öğrenciler meslek piyasasında ilerleyebilmiş ve avukatlık sayesinde yukarı doğru sosyal hareketlilik yaşamıştır. 1980’lerde veya 1990’larda mesleğe giren avukatlar arasında bu örüntüye uyan çok hikaye vardır. Ancak bugün hukuk eğitimi ve mesleklerinden beklenen sosyal hareketlilik kitlesel bir hal almıştır. Hukuk eğitiminin de meslek piyasasının da bu sosyal hareketlilik beklentisini karşılayacak mekanizmalara ihtiyacı olduğu açıktır. 

Esasen üst düzey profesyonel meslekler her zaman ve hemen her ülkede sosyal hareketlilik sahnesidir. Türkiye’nin özgün bağlamı ise hekimlik, mühendislik, akademisyenlik gibi birçok profesyonel mesleğin son yirmi senede geç ama hızlı genişlemesine sahne olmasıdır. Bir diğer ifadeyle nüfusu öteden beri kalabalık ve genç ağırlıklı olmuş bir toplumun yükseköğretime ve yüksek öğretimle girilen üst düzey prestijli ve kazançlı mesleklere çok uzun bir zaman boyunca az erişmesi, bir talep birikmesine yol açmıştır. Son yirmi senede yaşanan yükseköğretimin genişlemesi ise bu talebi yoğun şekilde meslek piyasalarına taşımış; meslek piyasasındaki aktörler olarak meslek örgütleri, sendikalar, eğitim kurumları ve bu genişleme politikasına imza atan hükümet dahi buna hazırlıksız yakalanmıştır. Türkiye’de profesyonel meslekler geçmişten beri vadettiği toplumsal nimetlerle bugünkü hazırlıksızlığın arasındaki çelişkiyi genç mensuplarına, yeni mezunlara yaşatmaktadır.

Hukuk eğitimi ve meslekleri bu bağlamda nasıl ilerleyebilir? Hukuk eğitiminin, piyasanın talep ettiği hızlı modaları müfredatına dahil etmesi veya çok iyi seviyede İngilizce öğretiminin hukuk fakültelerinde esas alınması bir çözüm olur mu? Bir ölçüde evet; mesela finans sektörünün geliştiği bir ülkede finans okuryazarlığı, girişimciliği ve finans teknolojilerine hakim bir avukata ihtiyaç da artacaktır. Dolayısıyla finansla ilgili çıktıları olan bir hukuk eğitimi, mezunlarına piyasa şartları dahilinde bir avantaj sunmuş olacaktır. Fakat finans hukukçusu veya finans bilen avukat yetiştirmek Türkiye’de hukuk eğitiminin ve mesleklerinin esas çözümü olabilir mi? Bu fikrin karşısında, hukukun doktrin, felsefe, gelenek ve nosyonunu vurgulayan, daha aristokratik ve piyasa karşıtı bir argümanın yükselmesi işten bile değildir ve haksız da sayılmaz. Ancak piyasa pragmatizmiyle mesleki elitizm arasında; günün gerekleriyle hukukun temelleri arasında kurulması muhtemel ikilikler sanırım meseleyi çözmeye yaklaşamaz. 

Hukuk eğitimi ve meslekleri, belki geçmişte hiç olmadığı kadar farklı ve dezavantajlı sosyal kökenlerden öğrencilerin ve mezunların kitlesel halde sosyal hareketlilik beklentisinin yoğunlaştığı bir alan olduğu gerçeğinden hareket edildiğinde ancak doğru ve toplumsal bir çözüm üretilebilir. Türkiye’de meritokrasi olduğu inancını beslemeye devam eden az sayıdaki kurumsal filtreden biri olan merkezî yerleştirme sınavında görece başarılı olan hukuk öğrencileri (hukuk fakültelerine girişte sıralama barajı 2024 itibariyle 125 bindir), ister devlet ister vakıf, ister kalabalık ister az kontenjanlı fakültelere girsinler, emek ve gayretleriyle fakülte sürecini geçirmeleri, staj yapmaları ve meslekte ilerlemelerini mümkün kılacak bir perspektifi hak ederler. Toplumun ihtiyaç duyduğu şey, hukuk eğitimi ve mesleklerinin adil ve hakkaniyetli bir sosyal hareketlilik imkanı sunarken, aynı zamanda kaliteli ve erişilebilir bir hukuk hizmetini sunacak meslek mensuplarını yetiştirebilmesidir.

Hukuk Eğitimi: Öğrencilerin Görüş ve Deneyimleri Araştırma Raporu

Editör Notu: Bu metin Hukuk Eğitimi: Öğrencilerin Görüş ve Deneyimleri Araştırma Raporu‘nda yer alıyor. Hukuk Eğitimi: Öğrencilerin Görüş ve Deneyimleri, Dr. Öğr. Üyesi Elyesa Koytak tarafından yürütülmüş bir araştırmanın bulguları üzerinden hukuk eğitimini inceliyor. Rapor en öz tabirle, Türkiye’de hukuk eğitiminin mevcut durumunu öğrencilerin görüş ve deneyimleri ışığında çeşitli parametreler üzerinden tespit ediyor.

0 yorum

Diğer Yazılar